31 Mayıs 2012 Perşembe

Esed'in sınırsız katliamına sınırdışı notası

Esed’in bütün sınırları aşarak Hula’da 50′si çocuk 110 sivili katletmesine Ankara’nın tepkisi çok sert oldu. “Sivil halkı katledenlerin işledikleri bu vahim insanlık suçu cezasız kalamaz” diyen Dışişleri Bakanlığı, Suriye’nin Ankara’daki Maslahatgüzarı ve tüm diplomatik personelin 72 saat içinde Türkiye’den ayrılması için nota verdi.

Adamları kovuldu 

Esed yönetiminin akan kanın durdurulması için yapılan çağrılara, Hula katliamı ile cevap vermesi üzerine Ankara, tüm Suriyeli diplomatları kovdu. Bu karar Dışişleri Bakanlığı’na çağrılan Suriye Büyükelçiliği Geçici Maslahatgüzarı’na nota ile bildirildi. İstanbul’da açık kalacak Suriye konsolosluğunun ise sadece bürokratik işlemler yapacağı öğrenildi.

İleri tedbirler alınacak zulme sessiz kalamayız 

Suriye yönetimine “sivil halka yönelik katliamları durdur” çağrısı yapılan Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, “Bu yapılmadığı ve insanlığa karşı suç işlenmeye devam edildiği takdirde, ülkemiz ve uluslararası toplum daha ileri tedbirler alacaktır. Bu komşu, tarihdaş ve kardeş Suriye halkına karşı manevi ve vicdanı sorumluluğumuzdur” denildi.

Zulme sessiz kalamayız

Başbakan Erdoğan, bu kararı, “Zulme sessiz kalmak, rıza göstermek zulümdür. Bundan sonraki süreçte de daha önce başlattığımız yaptırımlar daha farklı şekilde gelişebilir” sözleriyle değerlendirdi. Erdoğan, gazetecilerin “Tampon bölge seçeneği gündemde mi?” sorusuna ise “Bunlar gelişmelere göre atılacak adımlardır” diye cevap verdi.

Diplomatlar sınırdışı 

Dışişleri Bakanlığı, Hula katliamının ardından Suriye Büyükelçiliği Geçici Maslahatgüzarı’na da bir nota vererek, Suriyeli diplomatların 72 saat içinde Türkiye’den ayrılmasını istedi. Bakanlık yaptığı açıklamada da, “İnsanlığa karşı suç işlenmeye devam edildiği takdirde, ülkemiz ve uluslararası toplum daha ileri tedbirler alacaktır” denildi. Beşşar Esed yönetiminin Hula’deki katliamının ardından Suriyeli diplomatları sınır dışı eden ülkeler arasına Türkiye’de katıldı. Dışişleri Bakanlığı, Suriye’nin Ankara’daki Maslahatgüzarı ve Büyükelçilikteki diğer tüm diplomatik personelin 30 Mayıs 2012 tarihinden itibaren 72 saat içinde ülkeden ayrılmasını istedi. Bakanlık, Büyükelçilik Geçici Maslahatgüzarına da bir nota vererek gerekli mesajları iletti.

Talimatı Erdoğan verdi 

Dışişleri Bakanlığı’nın sınırdışı kararı, Suriye ile ilgili hazırlanan senaryoda seçenekler arasında bulunuyordu. Katliamın ardından sınır dışı kararının Başbakan Erdoğan tarafından verildiği öğrenildi.

Erdoğan’ın diplomatların sınırdışı edilmesini istemesi üzerine Bakanlık harekete geçerek dün düğmeye bastı. Bakanlık bir açıklama yayınlayarak Suriye’nin Ankara büyükelçiliği diplomatlarının Türkiye’yi terk etmesi için 72 saat süre tanındığını bildirdi, İstanbul’daki konsolosluk ise açık kalacak ve siyasi görev dışındaki bürokratik işlemleri yapmaya devam edecek.

Alçakça katliam 

Dışişleri Bakanlığı, sınır dışı kararıyla ilgili yaptığı açıklamada, Suriye güvenlik güçlerinin Humus’un El-Hula ilçesinde gerçekleştirdiği, 50′si çocuk olmak üzere en az 110 masum sivilin hayatlarına mal olan toplu katliamı hatırlattı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “İnsanlığa karşı suç niteliğindeki bu eyleme karşı sessiz ve tepkisiz kalınması söz konusu dahi olamaz. Bu alçakça katliama karşı tek sesle, birlik içinde gerekli tepkileri vermek uluslararası toplumun ortak sorumluluğudur. Bu anlayış doğrultusunda, ülkemiz tarafından da Suriye Yönetimi’ne karşı yeni tedbirler alınması gerekli görülmüştür.”

İleri tedbirler alınacak 

“Suriye Yönetimi’nden beklenen, uluslararası camianın çağrıları doğrultusunda, bir an önce sivil halka yönelik şiddet eylemlerine son vermesi ve halkın meşru talepleri doğrultusunda, ülkede demokratik bir geçiş sürecinin önünü açmasıdır. Bu yapılmadığı ve insanlığa karşı suç işlenmeye devam edildiği takdirde, ülkemiz ve uluslararası toplum daha ileri tedbirler alacaktır. Bu; komşu, tarihdaş ve kardeş Suriye halkına karşı manevi ve vicdanı sorumluluğumuzdur.”

Halep’ten çağırdık 

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Selçuk Ünal da Suriye’nin Halep kentinde bulunan başkonsolosluk görevlilerinin de sayısını azalttıklarını söyledi. Ünal, açıklamanın yapıldığı saatlerde bir grup Türk diplomatın sınırı geçtiğini, kalanların ise bölgedeki vatandaşlara hizmet vermeye devam edeceğini söyledi.

BM insan Hakları Konseyi de Suriye’nin Hula ilçesinde yapılan katliamın ardından Cuma günü olağanüstü toplanma kararı aldı.

Yeni Şafak-31.05.2012

Suriye'deki Katliamlarda İran’ın Rolü

(KENAN ALPAY/Yeni Akit Gazetesi)          İran’ın yaşanan işkence, cinayet, yıkım ve katliamlara rağmen Suriye’deki Baas-Esed cuntasının arkasında sıkı sıkıya durmasının anlamı nedir? Eli kanlı bir rejimi, halkının kanını dökmeyi, canını almayı, çocukları parçalayarak, kadınları tecavüz ederek öldürmeyi sistematik bir devlet politikası olarak işleten Baas-Esed cuntasının arkasında durmasının izahı yok. Fakat İran sadece Esed-Baas cuntasının arkasında durmuyor, bu cinayetkâr rejimi ayakta tutmak hatta onu tahkim etmek için seferber oluyor.

Yeni Akit’ten Kenan Alpay, İran’ın esed rejiminin arkasındaki rolünü analiz etti. İşte o yazı:

Suriye’deki Katliamlarda İran’ın Rolü

Suriye bütün dünyanın gözü önünde toplu kıyım ve yıkımların ülkesine dönüştü. Hemen her gün fakat özellikle de Cuma günleri Baas-Esed cuntası tarafından çeşitli bölgelerde çocuk-kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın insanlar sistematik olarak katlediliyorlar.

Bu haftanın kurbanları Humus’un Hula isimli ilçesinden seçilmişti. Baas-Esed cuntasının askerleri ve Şebbiha isimli çeteleri tarafından vahşice katledilenlerin çoğu çocuk ve kadınlardan olmak üzere 76 insandı. Ayrıca Hama’da 19 kişi katledilmişti. Halep, Dera, Kuneytra, Tartus, Lazkiye ve Şam’ın banliyölerinde işlenen cinayetlerle birlikte toplamda bu Cuma 115 insanın ölümüyle bitti.

Annan Planı’nın Canı Cehenneme!

Elektrik, su, gıda, sağlık ve iletişim kanallarının felç edildiği bir vasatta Baas rejimin yeni cinayetlere imza atması daha bir kolaylaşıyor. Annan Planını takip etmek üzere Suriye’de bulunan gözlemciler sözde ateşkesin değil alenen devlet eliyle işlenen cinayetlerin meşrulaştırılmasından başkaca bir fonksiyona sahip değiller. BM gözlemcileri sadece yetersiz bırakılan sayısal açıdan değil asıl olarak misyonları açısından Baas rejiminin zulümlerine çanak tutuyorlar.

BM gözlemcileri ‘dostlar alışverişte görsün’ kabilinden Suriye’de bulunuyor. Suriye halkına somut bir hayrı dokunmuyor. Elbette katliam ve yıkımları tespit etmek önemlidir fakat tek başına bir işe yaramaz. Lakin işlenen cinayetlerin ciddi bir biçimde kayda geçirilmesine bile yanaşmayan bir uluslararası statüko mevcut.

Mesela BM gözlemci heyetinin başkanı Tümgeneral Robert Mood Hula’daki katliamları ‘acımasız bir tajedi’ olarak niteleyecek kadar tasvir gücü yüksek bir profil çizerken katliamdan kimin sorumlu olduğunu tespit etmekten nedense aciz kalmış bir görüntü arz ediyordu. Ölümlerin yaşandığı bölgedeki top mermilerine rağmen şöyle acayip bir adresiz mektup yazıyordu: “Kim başlattıysa, kim karşılık verdiyse ve bu elim şiddet eylemini kim yaptıysa sorumlu tutulmalı.” Herkesi rahatlatan ve hiç kimseyi rahatsız etmeyen steril bir duruş. 

Modern Batının teamüllerini gösteren tipik duygusuz, adaletsiz, ahlaksız bir raporun giriş cümleleri sanki.

ABD ve İsrail, İran ve Suriye

BM’nin temsil ettiği değerler insanlığın, adaletin ve hukukun değerleri değil ABD-AB bloğu ve Rusya-Çin bloğunun arasında seyreden güçler mücadelesinin konjonktürel hesaplarıdır.

İsrail’in bütün işgal ve katliamlarının zirve yaptığı dönemlerde ABD’nin kanatları altında korunduğunu, BM Güvenlik Konseyi’nden zor bela çıkarılan yaptırım kararlarının hiçbir işe yaramadığı hatırlatmaya gerek var mı? Rusya’nın önce Afganistan sonra da Çeçenistan’da gerçekleştirdiği işgal ve katliamlar karşısında BM’den dişe dokunur hangi kararlar çıkmıştı? BM’den öyle uzun boylu bir şeyler beklemenin hele hele ‘patronların’ itirazına rağmen insanlığın hayrına doğru düzgün bir tutum beklemenin hiçbir sağlam temeli olmadı şimdiye kadar, bundan sonrasını biz bilemeyiz.

BM’de ortaya çıkan tablo üzerinden Suriye’de yaşanan katliamlarda Rusya ve Çin’in ne kadar rol oynadıkları hepimiz için belirgindir. Hiç kimsede bir şaşkınlığa yol açmayan, kafalarda yer etmiş Rusya ve Çin imajını zerre miktarı olsun sarsmayan klasik Rusya-Çin duruşu devam ediyor.

İran’ın yaşanan işkence, cinayet, yıkım ve katliamlara rağmen Suriye’deki Baas-Esed cuntasının arkasında sıkı sıkıya durmasının anlamı nedir?

Eli kanlı bir rejimi, halkının kanını dökmeyi, canını almayı, çocukları parçalayarak, kadınları tecavüz ederek öldürmeyi sistematik bir devlet politikası olarak işleten Baas-Esed cuntasının arkasında durmasının izahı yok. Fakat İran sadece Esed-Baas cuntasının arkasında durmuyor, bu cinayetkâr rejimi ayakta tutmak hatta onu tahkim etmek için seferber oluyor.

Müslüman Suriye halkının üzerine tank süren Esed-Baas rejimine diplomatik, iktisadi, lojistik destek veren İran nasıl oluyor da İslam’a, Müslümanlara ve mustazaflara yardım etmiş oluyor? Bu nasıl ve ne biçim bir İslam ve İslam Cumhuriyeti ki katil bir cuntayla safları sıklaştırmaktadır.
Suriye’de eli kanlı sapkın Nusayri cuntasını paklamayı, zulme karşı başkaldıran Müslüman bir halkı karalamayı kendine dert edinmiş İran’a kim, neden güvensin?

İsrail isimli bir cinayet şebekesi halen Müslümanların topraklarını işgal edip katledebiliyorsa arkasında ABD ve AB durduğu içindir. Baas-Esed cuntası da Rusya ama özellikle İran kendisini desteklediği için bu katliam, tecavüz ve yıkımlarını sürdürebiliyor.

Nasıl ABD İsrail’in işlediği zulümlerin ortağıysa İran da, Suriye’de işlenen zulümlerin ortağıdır. Kimse piyasada “İsrail’i yok etme, Kudüs sevdası, emperyalizmle mücadele” vs. pazarlayarak günahlarını örtmeye çalışmasın.

28.05.2012

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Suriye'deki katliam’a İran’dan destek – VİDEO -

Suriye Hula’da geçtiğimiz haftasonu Esed yönetiminin yaptığı korkunç katliama, İran resmi kaynaklarından itiraf niteliğinde bir açıklama geldi.

İran resmi yetkilileri Pazar günü yaptıkları açıklamada Beşar Esad’a destek için Suriye’ye askeri birlik gönderdiklerini açıkladı. İran Devrim Muhafızları 2. Başkanı İsmail Ka’ani’nin İran resmi haber ajansı ISNA’ya yaptığı açıklama bir süre yayında kaldıktan sonra siteden kaldırıldı. Haberin kaldırılması, bu itirafla İran’ın ne kadar zorda kaldığını gösterdi.

Açıklamanın 32’si çocuk 92 kişinin öldüğü Hula-Hama katliamı sonrası yapılması dikkat çekici. Her ne kadar haber içeriğinde Devrim Muhafızları başkanı, Suriye’ye gönderilen Devrim Muhafızlarının barışa hizmet ettiğini söylese de İran’ın katliam sonrası resmi ağızdan yaptığı itiraf katliama İran’ın desteği olarak algılandı.



Geçmiş günlerde Özgür Suriye ordusu tarafından yakalanan keskin nişancı Devrim muhafızlarının görüntüleri internet ortamında yayınlanmıştı. Ayrıca Suriye ordusundan kaçarak Türkiye’ye sığınan bir Suriye’li asker, sivil halka ateş açmayan Ordu mensuplarının İran Devrim Muhafızı askerlerince enselerinden vurulduklarını belirtmişti.

BM bugüne kadar Suriye’de şiddetin başladığı Mart 2011 tarihinden bu yana 13 bin insanın öldürüldüğünü açıkladı.
Suriye’de görev alan Devrim Muhafızları görüntüsü (Foto: Reuters)

Katliamın tanıkları, yaşadıkları dehşeti anlattı

Suriye’nin Humus kentine bağlı Hula ilçesinde Beşşar Esed yönetimine bağlı ordu birliklerinin yaptığı katliamı kameralara anlatan tanıklar, yürekleri sızlattı.

Katliamdan yaralı olarak kurtulan, ancak güvenlik gerekçesiyle kimliğini açıklamak istemeyen bir kadın, Esed yönetimine bağlı askerlerin evlerini bastığını, kadın ve çocukları odalara sıkıştırarak üzerlerine ateş açtığını öne sürdü.

Olayda babası ve kardeşini kaybettiğini belirten kadın, Özgür Suriye Ordusu güçlerinin Esed yönetimine bağlı askerlerle çatışmaya girmesinin ardından muhalifler tarafından kurtarıldıklarını söyledi.

Başka bir kadın da evlerinde kocası dâhil 12 kişinin öldürüldüğünü, askerilerin yanı sıra Hula’ya beyaz renkli araçlarla giren İran destekli Şebbiha milislerinin saldırılara katıldığını belirtti.

Aynı kadın, saklayarak katliamdan kurtardığı bir çocuğunu kameralara gösterdi.

Katliamdan yaralı olarak kurtulan başka bir kadın da kocası evde olmadığı sırada Şebbiha milislerinin saldırdığını, dövülerek evlerine getirilen başka sivillerle birlikte üzerlerine ateş açıldığını söyledi.

Ölü taklidi yaparak katliamdan kurtulduğunu anlatan kadın, 3 erkek ve 1 kız çocuğunun katledildiğini ifade etti.

9 yaşındaki Ali Seyyid de evlerine önce tanktan ateş açıldığını, daha sonra kapılarının kırılarak babası ve kardeşinin öldürüldüğünü belirtti.

Bu arada, Türklerin de yaşadığı Humus’un Hula ilçesindeki katliamdan kurtulan yaralılar, hastaneye dönüştürülen Merkez Camisi’nde yetersiz sağlık koşullarında tedavi edilmeye çalışılıyor.

Şii Ayetullahtan travestili kutlama

Hz. Ömer, 645 yılında İranlı bir mecusi olan Ebu Lulu Firuz tarafından şehit edildi. Hz. Ömer’in ölümü, İran topraklarında Mecusiler ve Mazdeistler arasında “Ömer’e Lanet Bayramı” adı altında kutlanmaya başlandı. Bu bayramı yıllar içerisinde İranlı Şiiler sahiplendi.

Hz. Ömer yüzyıllardır şahadet yıldönümünde Şiiler tarafından lanetlenmektedir. Bu kutlamalarda bir araya gelen Şiiler ve Mecusiler, “Ömer fi’n nar” (Ömer Cehennemde) “Barekallah Ebu Lulu” (Mutluluklar/Bereketler sana ey Ebu Lulu) sloganları atmaktadır.

Aşağıdaki videoda, Ebu Lulu’nun mezarında kutlama yapan bir Şii Ayetullah’ını izleyeceksiniz. Şii Ayetullah, Hz. Ömer’e lanet edilen kutlamada travesti oynatıyor. Travestiyi alkışlayan Şiilerin ağzından “Mutluluklar sana Ebu Lulu” sesleri duyuluyor. Videonun sonlarına doğru, Şii Ayetullah’ın sigarasını bir kenara bıraktığı ve travestiyi yanına çağırarak kalçasını okşadığı görülüyor.


Şiilerin Ömer düşmanlığı

Şiilerin Hz. Ömer’e düşmanlığının altında yatan asıl sebep, İran’ın Hz. Ömer tarafından fethedilmiş olmasıdır. Hz. Ömer halifeliği döneminde İran içlerine birçok fetih gerçekleştirdi; İran hinterlandı (İran, Suriye, Ermenistan ve Bizans topraklarının önemli bir kısmı) Hz. Ömer zamanında Müslümanlaştırıldı. Kendilerini Sasani İmparatorluğu’nun varisi olarak gören Persler, topraklarının fethedilmesini ve eski dinlerinin yok edilmesini hiçbir zaman hazmedemedi.

 

Şiilerin Ebu Lulu sevgisi

Hz. Ömer düşmanlığı sebebiyle , Hz. Ömer’in katili Şiiler tarafından hep kutsanagelmiştir. O günden bu yana Şiiler, Ebu Lulu’nun hayatını ve meziyetlerini anlatan kitaplar yazdılar. Şii coğrafyasında Lulu ve Feyruz isimlerinin çok yaygın olduğu görülmektedir.
Şiiler tarafından, İran’ın Keyşan şehrinde Hz. Ömer’in katili Ebu Lulu Feyruz ismine fotoğrafta görülen görkemli türbe yapıldı. Yine Keyşan şehrinde Ebu Lulu’nun ismini taşıyan büyük bir bulvar bulunmaktadır. Ebu Lulu Feyruz adına İran’ın inşa ettiği büyük tapınak da bu bulvar üzerinde bulunmaktadır.
Ebu Lulu, Şiiler arasında “Milli kahraman” ve “Ruhani Önder” olarak görülmektedir.  Türbeyi akın akın ziyaret eden Şiiler, ahirette Hz. Ömer’in katiliyle beraber dirilmek için dualar etmekte; İranlı Mecusi Ebu Lulu’nun türbesine elleri yüzlerini sürmektedirler.


Şii Ayetullah Ebu Lulu türbesinde dua ederken:

2007 yılında İslam Dünyası türbenin yıktırılması için yoğun siyasi baskı yapmışsa da, İran her zaman yaptığı gibi oyalama yolunu seçerek türbeyi yıkmamıştır. Aksine çeşitli Şii ibadethanelerinde her yıl “Ömer’e Lanet Bayramı” düzenlenmektedir.

Şii Ayetullahların Ebu Lulu hakkında fetvaları

 

Şii alimlerden Ayetullah Ebu Ali El-Isfahani’nin Ebu Lulu’nun mezarını ziyaret konusunda önemli bir fetvası bulunmaktadır. Şii Ayetullah fetvasında, Keşan’da bulunan Ebu Lulu mezarının huzur dolu olduğunu, bu mezarın tüm Şiilerce ziyaret edilmesinin gerektiğini belirtmektedir.

Kum şehrinin en büyük Ayetullahlarından Ayetullah Horasani de verdiği vaazda “Ebu Lulu’nun yüceliğini kutsamanın bir Şii geleneği olduğunu, geçmişte yaşayan Şii alimlerinin ve imamlarının Ebu Lulu’yu övdüklerine dair bir çok delil bulunduğunu” belirtmiştir.

Bir diğer görüntü de 2010’a ait. Şiiler İran’daki  “Hüseyni” isimli Şii camisinde ve Londra’daki Majus Camisinde, Hz. Ömer’in vefatını “Ömer Cehennemde” yazılı  afişlerle kutlarken görülüyor. Yapılan Şii seremonilerinde Hz. Ömer’e ve Peygamberimizin eşi Hz. Ayşe’ye lanetler edildiği görülüyor.


Suriye yönetiminin Kafasından vurduğu Üsame, dünyadan habersiz yaşıyor

Esed ailesine bağlı İran’ın eğittiği özel Şebbiha birliklerinin zulmettiği masum gençlerin hikayeleri yüreklerinizi parçalayacak!

İşte Yeni Akit’in o haberi:

Ebu Usame (25) hizmet evindeki en ağır yaralı. . . İdlib şehrinde yaşayan Usame, evde bir yatakta her şeyden habersiz yaşıyor. İdlib’teki gösteriler sırasında keskin nişancılar -kanasçılar- tarafından 1 ay önce başından vurulan Usame, bu olay sonunda bir gözünü kaybetmiş. Üsame’nin şu anda hafızası gitmiş ve konuşamıyor.

Doktorlar, Usame’nin şoktan dolayı mı, yoksa sinirlerini kaybettiğinden dolayı mı konuşamadığını henüz çözememiş… Usame’nin yaşadığı bu sıkıntıları ise Akit’e, refakatçi olan kardeşi anlattı.

İbrahim: Suriye’de dini özgürlükler yok 

Suriye’de üniversite sınavına hazırlanan Muhammed İbrahim (19) de bir ayağını kaybetmiş ve vücudunun çoğu yanık içinde. . .

Hama’daki eylemlerde insanları ezgileri ile coşturduğunu söyleyen İbrahim, yaklaşık 3 ay önce tankın ateş açması sonucu yaralandığını belirtti. Yaralandığı sırada, elinde zeytin ağacı dalı olduğunu kaydeden İbrahim, zeytin dalını barışçıl gösteriyi temsilen salladığını vurguladı. Türkiye’ye nasıl geldiğini hiç hatırlamadığını ifade eden Muhammed İbrahim, “Eylemde yaralandığım zaman bayılmışım. Özgür Suriye Ordusu’ndan bir kişiye beni vermişler, O kişi de beni Türkiye sınırına kadar getirmiş” diye konuştu.

Barışçıl gösterilere çıkma sebebini anlatan İbrahim şunları söyledi: “Barışçıl gösterilere bize yıllarca yaşatmadığı mutluluğu yasamak için çıktık. Suriye’de dini özgürlükler yok, ekonomik özgürlükler yok. İnsanlara istediği şekilde dinini yaşamaya müsaade edilmiyor. . . “

Şemali’nin evini, aracını, ofisini yakmışlar 

Av. Eymen Şemali (40) de Esed’in zulmüne uğrayanlar arasında bulunuyor. Bir ay önce yolda, Suriye askerleri ve Şebbihalar tarafından başına bıçakla vurulan ve karnına kurşun sıkılan Şemali’nin ayrıca evini, ofisini ve arabasını yakmışlar.

Şemali kendisinin bunların yapılmasının sebebini şu şekilde anlattı: “Gerçekleri dile getirmem ve özgürlüğü talep etmemden dolayı bu kadar zulüm gördüm. Çocukların öldürülmemesi, evlerin yakılmaması yönünde sözlerim oldu. Bu sözleri barışçıl gösterilerde, avukat grupları ve aydınların önünde dile getiriyordum…” şeklinde konuştu.

Yeni Akit – 28.05.2012

Beşar esed’in av alanı camiler!

Esed yönetiminin çoluk çocuk demeden yaptığı katliamlara, en büyük destekçisi İran’dan hiçbir tepki gelmedi. Bu sessizlik her fırsatta kendisini İslam dünyasının lideri gibi sunmaya çalışan İran’ın İslam’la olan uzaklığını bir kez daha göz önüne serdi. 

Haberin tamamı:

Suriye’de camiler adeta rejim güçlerinin “av alanı” haline geldi. Esad’ın fedaileri, iki günde 50′si çocuk 200′e yakın kişiyi katletti. Halkın Cuma namazına gitmesine mani olamayan askerler, camileri kuşatarak cemaati yaylım ateşine tutuyor.

Suriye’nin çeşitli kentlerinde cuma namazından sonra düzenlenen saldırılarda çoğunluğu Humus’un Hula ilçesinde olmak üzere 115 kişinin öldüğü bildirildi. Dün de ülkenin çeşitli kentlerinde Esad güçlerinin göstericilere ateş açması nedeniyle 50 kişi hayatını kaybetti. Suriye Genel Devrim Konseyi, ülkenin iç kesimlerinde yer alan Humus’un Hula ilçesinde ordunun Cuma günü gerçekleştirdiği saldırılarda çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 76 kişinin öldüğünü 200’den fazla kişinin yaralandığını, Hama’da 19 kişinin güvenlik güçlerince açılan ateşte yaşamını kaybettiğini duyurdu.

Halep’te 10, güneydeki Dera’da 4, Şam’ın banliyölerinde 3, Kuneytra, Tartus ve Lazkiye’de birer kişinin yaşamını yitirdiğini aktaran Konsey, rejimin Hula’da bir katliam gerçekleştirdiğini ve operasyonların birçok kentte devam ettiğini vurguladı.

Birçok aile yok oldu 

Yerel aktivistler ise Hula ilçesinde iletişim olmadığından dolayı kentten sağlıklı bilgi alamadıklarını ve saldırıların tüm şiddetiyle devam ettiğini söyledi.

Bazı ailelerin tüm fertleriyle öldürül düğünü ifade eden aktivistler, ilçede durumun çok kötü olduğunu kaydetti.
Suriye Genel Devrim Konseyi, dün de Suriye ordusunun, ülkenin çeşitli kentlerinde düzenlediği saldırılarda ölenlerin sayısının 50′ye yükseldiğini duyurdu. Konsey, iç kesimlerde yer alan ve muhaliflerin güçlü olduğu kentlerden Humus’taki operasyonlarda 20, Hama kentinde 18, Şam’ın banliyölerinde 6, İdlib’te 3 ve Dera kentinde bir olmak üzere, ülke genelindeki ölü sayısının 30′a ulaştığını bildirdi.

50 asker Özgür Ordu’ya katıldı 

Halep’te ve Şam’ın Kadem bölgesinde cenaze törenlerine katılanların üzerine güvenlik güçlerince ateş açılması sonucu yaralanmaların olduğunu kaydeden Konsey, Dera’nın Büsr el-Şam ilçesinde ordunun ağır silahlarla düzenlediği saldırıda da ölenler ve yaralananlar bulunduğunu aktardı.

Konsey açıklamasında, Humus’un Hula ilçesinde 50’den fazla askerin birliklerinden ayrılarak Özgür Suriye Ordusu saflarına geçtiği kaydedilirken, İdlib ve Lazkiye’de şiddetli patlamaların meydana geldiği ve olay yerlerine çok sayıda ambulansın gittiği bildirildi. Ancak bu bölgelerde ölü ve yaralıların olup olmadığına ilişkin bilgi verilmedi.

Milat -

Söylenecek bir şey kalmadı

Suriye’de yaşanan trajediyi en iyi anlatan yazı Milat yazarı İsmail Yaşa’dan geldi.

(İSMAİL YAŞA/Milat Gazetesi)

Önceki gün El Houla’da insanlık tarihinin son yıllarda şahit olduğu en vahşi katliamlardan biri yaşandı.

En az elli çocuk sadistçe katledildi.

Büyük çoğunluğu kurbanlık koyun gibi bıçakla boğazlanmıştı.

Bu nasıl bir kin ve hayvani duygu ki; katliamı gerçekleştirenler ellerinde otomatik silahlar varken minicik masum yavruları boğazlayarak öldürmeyi tercih ediyorlar?

El Houla’dan gelen görüntüler kan dondurucu.

O çocuklar katillerini karşılarında ellerinde bıçaklarıyla görünce, yanı başında kardeşi kesilirken acaba neler hissettiler?

Tüm bunları düşününce ve katliamla ilgili fotoğraflara baktıkça kafayı yiyecek gibi oluyorum.

Fakat daha da korkuncu yanı başımızda işlenen katliam karşısındaki duyarsızlığımız.

Onlarca çocuk adeta tavuk gibi boğazlanmış ve sosyal paylaşım siteleri katliam görüntüleriyle dolmuş olmasına rağmen Türkiye’de doğru dürüst gündem bile olmadı.

Kimsenin umrunda değildi.

Türkiye halkı Suriye sınavında başarısız oldu. Bunun bir nedeni de ülkenin dört bir yanında cirit atan ve Beşşar Esed lehine halkla ilişkiler çalışmaları yürüten Baas ve İran propagandacıları…

Dışişleri Bakanlığı yayınladığı bildiride El Houla’daki katliamı kınadı.

“İlçeye giren askerlerin ve “şebbiha” milislerinin işlediği toplu katliam sonucunda 50’si çocuk olmak üzere en az 110 masum sivilin katledilmesini şiddetle kınıyor ve lanetliyoruz” dedi.

Dışişleri bu açıklamasına rağmen Türkiye’deki “şebbiha” milisi, katliamı Özgür Suriye Ordusu’nun işlediğini söyleyerek kara propagandayı sürdürüyor.

Baas medyası da insanları aptal yerine koyarak “Çocuklar, El Cezire kanalına çıkmak için aileleri tarafından öldürüldü” diyor.

En kötüsü ise, iktidar partisi kurucuları arasında “şebbiha” milisinin ve yamağı “embedded” gazetecinin uydurduğu yalanlara ve kara propagandalarına inananların olması.

Hem de kendi partisinden olan Dışişleri Bakanı’nı yalanlama pahasına…

Merak ediyorum; acaba o hanımefendi El Houla’dan medyaya yansıyan vahşet görüntülerine bakınca neler hissetti?

O çocuklardan birinin kendisinin veya bir yakının çocuğu olabileceğini hiç düşündü mü?

Yoksa hâlâ Suriye’de cümbüş olduğuna mı inanıyor?

Başbakan Erdoğan, “Suriye’de futbol maçı seyretmiyoruz” demiş.

Doğru söylemiş; futbol maçı değil, vahşet ve katliam…

Ama yaşananları seyrettiğimiz kesin.

Kınadık ve şiddetle lanetledik.

Belki bir de “İşledikleri katliamların mutlaka hesabı sorulacak”, “Akıttıkları kanda boğulacaklar” vesaire diyeceğiz.

Hepsi bu…

Birkaç gün sonra unutulup gidecek.

Üç aylara girdik, haram aylardan Recep ayındayız.

Camileri bombalayan ve “Beşşar’dan başka ilah yok” diyenler için Recep’in, Şaban’ın, Ramazan’ın bir anlamı yok.

Katliama aralıksız devam ediyorlar.

Anlaşılan “Filistin’in özgürlüğü” için, “Kudüs ve Mescid-i Aksa” için, “direniş ekseni” için o çocukların boğazlanması gerekiyordu.

Kimbilir; katliamı gerçekleştirenler belki “Heyhât minna’z-zille” diye slogan da atmıştır.

Affet bizi Allah’ım!

Hamza El Hatib’i ve daha nicelerini koruyamadığımız gibi El Houla’da vahşice katledilen bebekleri de koruyamadık.

Acizliğimizi bağışla…

28.05.2012

ABD, Irak’a F-16 satışını onayladı

Predatör konusunda Türkiye’ye ayak direyen ABD, her konuda İran ve Suriye’ye destek veren Şii Nuri el Maliki yönetimindeki Irak’a F-16 satışına onay verdi.

Vatan gazetesindeki o haber:

ABD, Irak’ta tartışmalara yol açan savaş uçağı satışı konusunda yeşil ışık yaktı. 

Irak hükümeti geçen yıl Washington’dan 18 adet F-16 savaş uçağı almak için başvuruda bulunmuş, ancak Bağdat yönetimi ile özellikle petrol gelirleri konusunda ayrılığa düşen Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetimi ABD başkanı Barack Obama’dan satışa engel olması talebinde bulunmuştu.

Washington yönetimi Kuzey Irak yönetiminin çağalarına kulak asmayarak satışa onay verdi.

Barzani ABD ziyaretinde “Maliki’ye F-16′ları satmayın” demişti.

Vatan-27.05.2012

Bağdat, Suriye ve İran’ın nefes borusu oldu

ABD’nin İran yanlısı Şii Nuri El Maliki’ye emanet ettiği Irak, ABD’nin düşmanlık yapıyor göründüğü İran ve Suriye’ye nefes aldırıyor. Irak, İran ve Suriye’nin uluslar arası para transferlerinde santral rolü onuyor. Bunu yaparken ABD’nin Irak’a tam desteği ise sürüyor.

Suriye’deki kanlı iç savaş bütün şiddetiyle devam ederken, bu durum ülke ekonomisini de derinden etkiliyor.

Geçen yıl Mart ayında patlak veren isyan dalgasında şu ana kadar 9 binden fazla insan yaşamını yitirdi. Ekonomik kayıplar ise gün geçtikçe artıyor. Resmi para birimi olan Suriye Pound’u son 15 ayda yüzde 36 oranında değer yitirirken, bankalardan inanılmaz bir mevduat çıkışı yaşanıyor.

BM yaptırımları kapsamında batık bankaların Suriye bankalarıyla olan ilişkilerini durdurması ise bankacılık sektörüne ağır bir darbe vurdu.

Gelişmeleri değerlendiren bir yetkili, “Lübnan ve Ürdün bankalarının linklerini kapatmasıyla ülkede ciddi bir döviz krizi baş gösterdi. Suriye rejimi şu anda Irak üzerinden nefes alıyor. Tıpkı Tahran rejimi gibi…’ yorumunu yapıyor.

ABD yönetiminin yılbaşında başlattığı uluslararası yaptırımlar kapsamında İran Merkez Bankası ve İran Devrim Muhafızlarıyla bağlantılı bankalarla parasal işlemler yapılamıyor. Bu nedenle İran’da da ciddi bir döviz krizi var.
Bloomberg’un Irak Merkez Bankası kaynaklarına dayanarak verdiği habere göre, daha önce günde 160 milyon dolarlık döviz işleminin yapıldığı piyasada bu rakam şimdiler de günlük 300 milyon dolara ulaşmış durumda. Ajansa konuşan kaynakların verdiği bilgilere göre döviz patlamasının nedeni ise İran ve Suriye’den gelen yüksek döviz talebi.

ABD işgal güçlerinin çekilmesiyle birlikte “Tahran rejiminin arka bahçesi” haline gelen Irak, ekonomik açıdan Suriye ile İran’ın can daman haline geldi. Ortadoğu’daki gelişmeleri anlamak gerçekten çok zor değil mi?… 

Vatan-27.05.2012

Suriye'de yine katliam: 115 ölü

Suriye’nin Humus ili Hula ilçesine dün akşam saatlerinde düzenlenen askeri operasyonlarda Esad’a bağlı ordu, kenti ağır silahlarla bombaladı.

Suriye’nin çeşitli kentlerinde cuma namazından sonra düzenlenen operasyonlarda çoğunluğu Humus’un Hula ilçesinde olmak üzere 115 kişinin öldüğü bildirildi.

Suriye Genel Devrim Konseyi, ülkenin iç kesimlerinde yer alan Humus’un Hula ilçesinde ordunun gerçekleştirdiği operasyonlarda çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 76 kişinin öldüğünü 200′den fazla kişinin yaralandığını, Hama’da 19 kişinin güvenlik güçlerince açılan ateşte yaşamını kaybettiğini duyurdu.

Halep’te 10, güneydeki Dera’da 4, Şam’ın banliyölerinde 3, Kuneytra, Tartus ve Lazkiye’de birer kişinin yaşamını yitirdiğini aktaran Konsey, rejimin Hula’da bir katliam gerçekleştirdiğini ve operasyonların birçok kentte devam ettiğini vurguladı.

Yerel aktivistler ise Hula ilçesindeki iletişim olmadığından dolayı kentten sağlıklı bilgi alamadıklarını ve operasyonların tüm şiddetiyle devam ettiğini söyledi.

Bazı ailelerin tüm fertleriyle öldürüldüğünü ifade eden aktivistler, ilçede durumun çok kötü olduğunu kaydetti.

Türkiye Gazetesi-26.05.2012

Tahran'da içki tüketimi arttı. İran’da 200 bin alkolik var

1979 Humeyni devriminin dünyada İslam devrimi olarak pazarlamaya çalışıldığı İran’da, alkol ve uyuşturucu kullanım miktarları, bu devrimin içinin boş olduğunu gösteriyor.  Mut’a nikahı adı altında fuhuş sektörünün de çok kuvvetli olduğu İran’da son itiraf  Sağlık Bakanı Yardımcısından geldi. 

İran Sağlık Bakanı Yardımcısı Bagher Laricani, Tahran’da alkol tüketiminin endişe verici boyutlara ulaştığını açıkladı.

İran’da devrimden bu yana yasak olan alkol tüketiminin Tahran’da “endişe verici” boyuta ulaştığı bildirildi. İran medyasına göre, Sağlık Bakanı Yardımcısı Bagher Laricani, Tahran’ın güney mahallelerinde endişe verici durumda olan alkol tüketimiyle ilgili doktorlar ve hastanelerden zaman zaman raporlar aldıklarını belirterek, bu tüketimin ülkenin “bazı bölgelerde de yüksek” olduğunu söyledi.

Resmi rakamlara göre, yılda 60 ila 80 milyon litre alkol ülkeye kaçak yollardan giriyor. İran Emniyet Genel Müdürü İsmail Ahmedi Mugaddem, kaçak alkolün yüzde 80′inin Irak’ın kuzeyinden İran’a girdiğini, ülkede yaklaşık “200 bin alkolik” bulunduğunu söyledi. İran’da ayrıca, gizli olarak el yapımı üretilen alkolün de bulunduğu belirtildi.

Türkiye Gazetesi

İran'ın koyduğu vergiler Türk işadamlarını bezdirdi!

Türk İşadamları, İran’ın Türk TIR’larından aldığı yıllık 400 milyon dolarlık yol vergisinin kaldırılması için harekete geçti.

Mütekabiliyet Yasası’yla Türkiye’den gayrimenkul alma hakkı kazanan İranlı yatırımcılar bir yılda İstanbul’da bin şirket acarken, bunun karşılıklı ticarete yansımasına yönelik Tahran hükümetine baskılar artıyor.

Türk-İran İş Konseyi Başkanı Ali Osman Ulusoy, son aylarda özellikle yol ve mazot vergisi gibi konuların hallolması için sıkı görüşmeler yürüttüklerini ve bu konuda hükümetten destek aldıklarını belirtti.

İran, sadece Türk TIR’larından yol vergisi alıyor

İran sadece Türk TIR’larıdan yol vergisi alıyor. Mazotu da İran fiyatının yüzde 400 üstünde bize satıyor. Bu konular halledilirse ticaret iki katına çıkacak” diyen Ulusoy, 21-23 Mayıs arasında İran’a beş şehri kapsayacak bir ticaret heyetiyle çıkarma yapmaya hazırlandıklarını ifade etti.

2011’de 400 milyon doları buldu

Ali Osman Ulusoy, İran‘ın sadece Türkiye’den giden TIR ve kamyonlardan yol vergisi adında vergi aldığını belirtti.

İran’a Türkiye’den 2011 sonunda 85 bin araç girdiğini ve bu araçların Tahran hükümetine toplam 400 milyon dolarlık vergi ödediğini ifade eden Ulusoy, “Bu yıl İran‘a 100 bin civarında Türk aracının girmesi bekleniyor. Ciddi rakamlarda vergi ödüyoruz. Bunun yanı sıra mazotu da bize yüzde 400 pahalı satıyorlar. ” şeklinde konuştu.

Sabah

Tahran yönetimi Türkiye’yi yine ABD işbirliğiyle suçladı

İran’dan Türkiye’nin Suriye politikasına yönelik tahrik edici suçlamalar gelmeye devam ediyor. Suriye’deki mazlum halkın haklı müdafaasını görmezden gelen İran’lı yetkili, Türkiye’nin Suriyeli direnişçilere verdiği desteği, “terörist organizasyonları desteklemek” olarak niteledi.

İran’ın eski Şam Büyükelçisi ve halen İran Meclis Başkanı’nın dış politika danışmanı olan Hüseyin Şeyhülislam, “Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar, ABD ve İsrail ile birlikte Suriye hükümetini devirmek için tüm imkanlarını kullanıyor ve Suriye halkına karşı suç işlemekten utanmıyorlar” dedi.

Hüseyin Şeyhülislam Tehran Times gazetesinde yayınlanan “Annan, daha zor bir sorumlulukla karşı karşıya” başlıklı makalesinde, Suriye’deki patlamalarda El Muhaberat’ın rolünü görmezden gelip, terörist organizasyon vurgusu yaptı.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkeleri terörist gruplara destek vermekle suçlayan Hüseyin Şeyhülislam, “Bazı bölgesel hükümetler ve Batı ülkeleri tarafından desteklenen” söz konusu grupların ülkeyi geniş çaptaki bir iç savaşa sürükleyebilecek bir krizi teşvik ettikleri suçlamasında bulundu. Bu ülkelerin Silah ve para sağlayarak muhalif grupları terör çetelerine dönüştürdüklerini iddia etti.

Türkiye’deki üs 

Şeyhülislam, “isyancılara silah sevkiyatının durdurulması ve Türkiye’deki özgür Suriye Ordusu’nun askeri üssünün kapatılması gibi Annan Planı’nda gerekliliklerin yerine getirilmediğini” de yazdı.

Son yapılan parlamento seçimlerinin halkın siyasi reforma katılma kararlığını ortaya koyduğunu savunan Şeyhülislam, bombalan patlatmanın El Kaide ile sınırlı olmayan taktikler olduğunu, terör çeteleri destekleyen dış güçlerce organize edildiğini de öne sürdü.

Suriye'de Camileri kuşatıp halka ateş açtılar

Suriye’de Esed yönetiminin mazlum Sunni halka zulmü devam ediyor.

Son olarak Suriye’de cuma namazından sonra yine rejim karşıtı protesto gösterileri düzenlendi camileri kuşatan Esad güçleri ise halkın üzerine ateş açtı. Saldırılarda 11 kişi hayatını kaybetti. Çok sayıda da yaralanın olduğu bildirildi.

Suriyeli muhalif yapılanmalardan sorumlu Genel Devrim Konseyi, ülkenin iç kesimlerinde yer alan ve önemli muhalif kentler arasındaki Hamada 6, Dera, Humus ve Kuneytra’da 5 kişinin açılan ateş sonucu hayatını kaybettiğini, çok sayıda kişinin de yaralandığını belirtti.

Esad güçlerinin Humus, Dera ve İdlib kentlerinde ağır silahlarla ateş açtığını, açılan ateşte yaralıların olduğunu kaydeden konsey, Humus’un El Hamra semtine güvenlik güçlerince düzenlenen baskınlarda çok sayıda kişinin tutuklandığını, bazı ev ve araçların düzenlenen saldırılarda hasar gördüğünü aktardı.

Kuzeydeki Rakka ve İdlib kentinde Esad güçlerinin muhtemel bir gösteri yapılmasına tedbir olarak camileri kuşattığını vurgulayan konsey, rejimin 532 noktada Annan ateşkes planını ihlal ettiğini açıkladı.

Milat Gazetesi- 26.05.2012

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Beşşar El Kaide’yi iyi tanır!

Milat Gazetesi yazarı İsmail Yaşa, Suriye’de son süreçteki bombalı saldırılarda, özellikle Esed rejimi tarafından  ortaya atılan “El Kaide” iddiasını analiz etti.

Baas rejiminin El Kaide’yi en iyi tanıyanlardan biri olduğunu söyleyen Yaşa, Baas’ın müttefiki İran ile birlikte El Kaide’yi yıllarca kullandığına dikkat çekti.

Yazının tamamı:

(İSMAİL YAŞA/Milat Gazetesi)

Suriye’de yıllardır halka kan kusturan Baas rejimi o kadar adi ve çirkef bir rejim ki, uyguladığı zulüm ve başvurduğu iğrenç taktikler insana “Yok artık, bu kadar da olmaz” dedirten türden…

Hem İsrail cezaevlerini ve hem de Suriye’deki cezaevlerini gören Adem Özköse’nin “İsrail cezaevleri Suriye cezaevleri yanında beş yıldızlı otel sayılır” sözü acı bir gerçeği yansıtıyor.

İsrail’in Filistinlilere uyguladığı zulmü, işkenceyi, ayrımcılığı ve insanlık dışı davranışları hepimiz biliyoruz.

Yukarıdaki sözle anlatılmak istenen İsrail’i aklamak değil Baas zulmünün hangi boyutta olduğunu daha iyi kavranabilecek şekilde gözler önüne sermek…

Yalan, dolan, hile ve dalaverede sınır tanımayan Baas rejimi, şimdi de İsrail medyasının asistiyle dünya kamuoyuna El Kaide golü atmaya çalışıyor. 

El Kaide’nin Suriye’ye sızdığına ve gerçekte özgürlük isteyen halka karşı değil El Kaide’ye karşı mücadele ettiğine inanılmasını istiyor.

Baas medyası ve gönüllü propagandacıları da Türk kamuoyuna aynı hikayeyi anlatıyor bugünlerde. . .
Oysa El Kaide’yi en iyi tanıyanlardan biridir, Baas rejimi. . . 

Müttefiki İran ile birlikte El Kaide’yi yıllarca kullanmıştır. 

İran, El Kaide sayesinde Irak’ta bir taşla iki kuş değil adeta kuş sürüsü avlamıştır. 

Hem Amerikan işgal güçlerine ve hem de Sünnilere darbe vurmuş, Şiilerin El Kaide tehlikesine karşı birleşmesini sağlamış, ne kadar pis iş ve vahşi saldırı varsa El Kaide etiketi yapıştırılmıştır. 

Örneğin, Kuveytli ünlü düşünür Abdullah El Nefisi, Şii lider Muhammed Bakır El Hakim’in Irak’a döndükten kısa süre sonra bombalı saldırıyla öldürülmesinin ardında İran’ın olduğunu söyler.

Muhammed Bakır El Hakim ile İran’daki son görüşmelerinde Şii lider El Nefisi’ye İran’ın kendilerini aşağıladığını ve Fars milliyetçiliği yaptığını, Irak’a dönüşte de ilk işinin Şiilerin merciinin Araplardan olmasını sağlamak olacağını anlatır.

El Nefisi’ye göre El Hakim’in öldürülmesi bu düşüncesiyle bağlantılıdır.

Ağustos 2003′te işlenen El Hakim suikastını n El Kaide’ye mal edildiğini ise hatırlatmaya gerek yok.
Herkesin yararlandığı bir marka haline gelen El Kaide’yi kullananlardan biri de Suriye rejimi olmuştur.

Baas rejimi Arap savaşçıların ve El Kaide üyelerinin Irak’a rahatlıkla girip çıkmalarını sağlayarak gerektiğinde masaya sürmek üzere bu kartı elinde tutmuştur.

Rejimin bilgisi dahilinde Arap savaşçıların Irak’a geçişini organize eden “Ebu’l-Gaagaa” lakaplı Mahmud Gülağasının yeterince kullanıldıktan sonra Eylül 2007′de Cuma namazı çıkışı El Muhaberat tarafından tasfiye edildiği söylenmektedir.

Ekim 2008′de Suriye’nin El Sukkerîyye köyüne Amerikan askerlerinin düzenlediği saldırıyı hatırlayan var mı?

Bugün Beşşar El Esed’in bir numaralı müttefiki haline gelen Nuri El Maliki o gün dokuz sivilin hayatını kaybettiği saldırıyı onaylamıştı. 

Saldırının hedefinin yabancı direnişçilerin Irak’a geçişini organize eden “Ebu Gadiya” olduğu iddia edilmişti.

Nuri El Maliki, Suriye’de devrim başlayıncaya kadar Şam’ı “Irak’a terörist göndermek” ile suçluyordu.

Hepsi unutuldu.

Çıkarları doğrultusunda El Kaide’ye yıllarca yardım ve yataklık yapan Baas rejimi bugün çıkmış Suriye’ye El Kaide’nin sızdığına ve Şam’daki bombalı saldırıları gerçekleştirdiğine inanmamızı istiyor. 

Oysa o saldırıların El Kaide’nin işi olmadığını herkesten iyi biliyor. 

Çünkü Beşşar, El Kaide’yi çok iyi tanıyor.

Azerbaycan'da İran aleyhine gösteri…

İran’ın Eremenistan’a desteği Azerbaycanlıları bir kez daha kızdırdı. Ayrıca İran’ın kendi toprakları içinde bulunan ve Azerilerin yaşadığı Urmiye gölünü kurutup, orada yaşayan Azerileri göç etmeye mecbur bırakma politikası da protesto edildi.

Azerbaycan’da Güney Azerbaycan İstiklal Partisi tarafından düzenlenen gösteride İran yönetimi protesto edildi.

İran Büyükelçiliği önünde düzenlenen protesto gösterisinde Türkiye ve Azerbaycan bayrakları taşıyan protestocular, “İran, Ermenistan’a yardım etmekten vazgeç”, “Düşmanımın dostu benim düşmanımdır” yazılı pankartlar açtı.

Göstericiler, büyükelçilik önünde, İran aleyhine sloganlar eşliğinde hazırladıkları bildiriyi okudu. Bildiride, “İslam Cumhuriyeti adını taşıyan İran’da, Müslüman olan milyonlarca Azerbaycan Türkünün rejim tarafından ezildiği, Güney Azerbaycan’ı çöle dönüştürmek ve milyonlarca insanı mahvetmek isteyen İran’ın Urmiye Gölü’nü kuruttuğu” ifade edilerek,  ”rejimin Kuzey Azerbaycan’a da göz diktiği” belirtildi.

Yeni Akit-

Ahmedinejad Esed’e sahip çıkmaya devam ediyor

Suriye’de tüm baskılara rağmen katliamların devam ettiği ve İslam dünyasının Esed yönetimine cephe aldığı bir ortamda, İran yine Suriye’ye kucak açıyor. Şia dinini tüm insani yaklaşımlarının önüne koyan ve Şii hilalini perçinlemeye çalışan İran tüm tepkilere rağmen Esed yönetimine ve yaptığı zulümlere destek vermeye devam ediyor.

İran bu çerçevede şimdi de Esed’i Tahran zirvesine davet etti.

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’i eylül ayında Tahran’da gerçekleştirilecek Bağlantısız Ülkeler Toplantısı’na davet etti.

Esed’e davet mektubunu Ahmedinejad’ın Özel Temsilcisi ve İletişim-Teknoloji Bakanı Rıza Takipur teslim etti. Ahmedinejad’ın Özel Temsilcisi Rıza Takipur’u kabul eden Esed, davetten dolayı teşekkür etti. Öte yandan Suriye’de muhalif gösteriler 434′üncü gününü doldururken, Esed yönetimi tarafından devam ettirilen askeri operasyonlarda ölü sayısı, 1066′sı çocuk olmak üzere 15 bini aştı.

Yeni Şafak Gazetesi- 25.05.2012

Kimin lobisi?

Yeni akit Gazetesinden Serdar Demirel Suriye meselesinde, Türkiye’deki Baas / İran lobisinin etkin rolünü analiz etti. 

“Siyaseten şiîleşmiş” ismini verdiği bu lobinin Rus lobisiyle işbirliği yaparak Suriye’de yaşananların üzerini kapattığını söyledi.

İşte o analizin tamamı:

(SERDAR DEMİREL/Yeni Akit Gazetesi)

Yanı başımızda bir yıl içerisinde 14 binin üzerinde insanın katledildiği yanan bir ülke var. Tarihsel ve kültürel olarak, din olarak aynı kaderi paylaştığımız bir ülke burası. Esed rejiminin ölüm kusan Şebbiha’ları karşısında komşu ülkelere yığılan onbinlerce mülteci, yanan şehirler, bir yere sığınamayan biçâreler..

Ama gel gör ki, Türkiye için acil ve iç mesele denilen bu olağanüstü hâl durumunu, toplumun önemli bir kesimine unutturmayı başarmışlar. Bir anlamda bizi bize unutturmuşlar, kalleş ve karanlık bir karalama kampanyası eşliğinde. Ürkütücü bir sessizlik var..

Suriye halkının ayaklanmasını “Batı komplosu” yaftasıyla kodlayarak vicdanlarının seslerini bastıranlar mazlum halkların karşısında seçici davranmanın çelişkisini izah edemeyecekler.

Biliyoruz, Batı’nın neden Libya’da olduğu gibi Suriye’ye de müdahale etmediği onlara bir şey anlatmıyor. Hiçbir Batılı gücün bunca ağır bedellere rağmen bir halkı canı pahasına bir seneyi geçen bir süre zarfında sokaklarda tutmasının mümkün olmadığı da onlara bir şey anlatmıyor.

Bir yazımda 19 yılını Esed rejiminin hapishânelerinde geçiren ve hapishâneden kurtulunca bir daha ülkeye dönmemek üzere kendisini yurtdışına atan Hamalı bir imamdan bahsetmiştim, bu köşede. Geçen gün bir mesaj gönderdi bana; “Evimi bombalayarak havaya uçurdular” diyordu. Zindanlarda gördüğü işkencenin travmasını üzerinden atamadığından oğul Esed döneminde salıverilince gönüllü sürgüne çıkan, Suriye ile ilgili haberleri bile okumaktan ürken bu mazlum, evinin niye havaya uçurulduğuna bir türlü anlam veremiyor.

Suriye katliamını gündemde tutmaya çalışanlara karşı yapılan eleştiriler, Suriye Baas rejimi lobisinin Türkiye’de ne kadar etkin olduğu izlenimini veriyor. Lâkin, biz, Suriye Baas lobisinin iddia edildiği gibi kendi başına Türkiye’de çok güçlü olduğunu kabûllenmekte zorlanıyoruz.

Bize göre bu meselede güçlü olan lobi öncelikle İran sonra da Rusya lobisidir. İran lobisi Müslümanlar arasında derin köklere sahiptir. Yazılı ve görsel medyanın geniş yelpazesinde konuşlandıklarından bulundukları pozisyonları İran siyasi çizgisinde kullanabilmekteler. Tahran’ın söylemleri yumuşadığında söylemleri yumuşayan, agresifleştiğinde agresifleşen bir lobi bu. 

Müslümanlar arasında güçlü olan ve benim “siyaseten şiîleşmiş” dediğim bu lobi, medyada daha derin kökleri olan Rus lobisiyle koalisyon yaparak Türkiye kamuoyunu Suriye halkının ayaklanmasına karşı etkileyebilmekte, bu ayaklanmanın bir Batı kurgusu olduğu hususunda yüreklere vesvese üflemeyi başarabilmektedir. En büyük silahları ise; antiemperyalizm söylemi.

Amerika demokrasi sloganıyla kitle katliamlarını gizlemeye çalışıyordu; bunlar ise antiemperyalizm söylemiyle bir halk katliamını perdelemeye çalışıyorlar.

Bu meyanda Suriye ayaklanmasını destekleyen kanaat önderlerini itibarsızlaştırmak üzere kampanyalar düzenliyorlar. Onları ya meseleleri anlama kapasitesine sahip olmamak, ya da işbirlikçi gibi iftiralarla karalamaya çalışmaktalar. Bu da Suriye ayaklanmasını destekleyenlerle karşı olanlar arasındaki ayrışmayı derinleştirmektedir.

Bunun en son örneğini geçenlerde Suriye halkının ayaklanmasına açık destek veren Şeyh Yusuf El Karadavî’ye atılan çirkin bir iftirada gördük.

Suriye’de stratejik işbirliği adına zâlim Esed diktatörlüğünün lehine yayınlar yapan malum çevreler, Batı’nın kara listeye aldığı meşhur İslâm alimi Şeyh El Karadavî için, “Şeyh Karadavî Utanmadan Resulullah’ı Natocu Yaptı” başlığıyla haber yaptılar. Amaç elbette onu itibarsızlaştırmak, söylediklerini etkisiz kılmaktı.

Medyaya yansıyan boyutunda bu derece çirkin olabilenler, kulislerde ise bunun çok ötesine geçebilmekteler. Algı yönetmeyi iyi beceren bu lobilerin önemli ölçüde başarılı olduğunu da kabul etmeliyiz. Aksi takdirde Suriye meselesine karşı duyarlılığın sönük kalması mümkün olmazdı.

24.05.2012

24 Mayıs 2012 Perşembe

Türkiye’deki Baas lobisi

Yenişafak yazarı Yasin Aktay Türkiye’deki Baas Lobisini analiz etti.

Suriye-Baas lobisinin Türkiye’de kamuoyunu muhtemel belirleme gücünü fazla küçümsemiş olduğumu itiraf etmem gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı Amerika’nın taşeronu olarak niteleyen sözleri İran’a ait Press TV’de aydınlatıcı bir haber olarak defalarca döndürülüyor.

İşte yazının tamamı:

(YASİN AKTAY/Yeni Şafak Gazetesi)

Arap Baharı’nın rüzgarlarının Suriye’ye ilk ulaştığı dönemlerde konuyu tartışmak üzere katıldığım değişik çalışmalarda işin uzmanı olan birilerinden duyduğum farklı muhtemel gelişmeler arasında fazla şans vermediğim biri Türkiye’de faaliyete geçip etkili olacak güçlü Suriye-Baas lobisi idi. Böyle bir lobinin varlığının elbette farkındaydım ama bunun Türkiye’de kamuoyunu muhtemel belirleme gücünü fazla küçümsemiş olduğumu itiraf etmem gerekiyor.

Sonuçta Baas rejiminin protestolara karşı bu kadar kısa sürede ve bu çapta bir şiddetle mukavemet edeceğini de düşünmemiştik. Ama söz konusu lobinin Baas rejimi ne yaparsa yapsın, her halükarda ona sahip çıkma konusunda gösterdiği maharet ve performans, doğrusu inanılır gibi değil.

Baksanıza neresinden bakarsanız ortada 14 bin ölüm, onbinlerce yaralı, yüzbinin üstünde tutuklu ve Ürdün, Lübnan ve Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmış en az 140 bin mülteci var. Ancak, neredeyse bütün bu tablonun tek sorumlusunun ak sütten çıkmış masum bir rejime karşı ayaklanan terörist muhalifler olduğuna inandıracaklar.

Bazı kesimlerdeki AK Parti’ye karşı “ne olursa olsun muhalefet” duygusunun bu olayda tuhaf ittifaklar ortaya çıkardığını da ibretle seyrediyoruz. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı Amerika’nın taşeronu olarak niteleyen sözleri İran’a ait Press TV’de aydınlatıcı bir haber olarak defalarca döndürülüyor. CHP’nin baas rejimine olan yatkınlığı meçhul değildi ama biz bunu tek taraflı bir aşk zannediyorduk. Bu aşkın taa İran’dan bir karşılık bulması da Suriye olayının bize bir promosyonu oldu şimdi.

Baas lobisinin tipik çalışma tarzı vesvese yaymak. Vesvese, adı üstünde, hiç bir zaman geçerli ve karşılığı olan bir bilgiye, sağlıklı bin kıyasa veya argümana dayanmaz. Bir imgeyi akla düşürmesi yeterlidir.

Örneğin, Esed ve Baas rejiminin katliamlarına, işkencelerine dikkat çektikçe NATO’nun Afganistan’da yaptıkları hatırlatılıyor. Suriye’deki katliamlardan bahsedilince Suudi Arabistan-Katar, Bahreyn hatırlatmaları yapılır bir anda. Her biri “ne alaka?” dedirtecek şeyler, ama vesvese işte. Bu vesvesenin ciddiye alınması aslında vicdanın nasıl bir pazara çıktığının resmini veriyor sadece. “Kimden gelirse gelsin zulme karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana” olma ilkesinin suyu mu çıktı? NATO’nun Müslümanlara veya başka mazlumlara şu veya bu coğrafyada yaptığı zulümlere karşı olmak sanki çok mu zor?

Bir defa, daha önce de söyledik, Türkiye’nin derdi kimsenin rejimi falan değildi. Bölgede bir sürü değişik rejim var ama Türkiye’nin bu rejimleri değiştirmek gibi bir misyonu yok ve olamaz da. İşlerin Suriye’de bu raddeye nasıl gelmiş olduğunu asla unutmayalım. Türkiye’nin Suriye’ye tavsiye ettiğini Esed dinlemiş olsaydı işler bu raddeye gelmiş olmazdı ve Suriye’nin bu rejimi kendi halkıyla barışık olarak ve Türkiye ile de sağlanmış güçlü ilişkilerle devam ederdi. Nitekim Esed’in dinlemediği tavsiyeleri, o kadar yoğun bir mesai harcanmamış olduğu halde Ürdün dinledi ve Arap Baharının yıkıcı etkisini atlatmış oldu.

Arap Baharı ve Devrim süreçlerini çok iyi izleyen Ürdünlü akademisyen sosyolog Prof. Muhammed el-Havrani TRT Arapça’da Beyne’t Turas ve’l Hadâthe programında Arap ülkelerinin bahar rüzgarlarına karşı sergilediği tutumu çok güzel karşılaştırarak anlatıyordu. Suriye rejiminin işleri bu noktaya getiren şiddet merkezli yaklaşım tarzına karşılık Ürdün yönetiminin tavrı bu açıdan çok dikkat çekici. Başlangıçta, hepimiz hatırlayalım, Ürdün yönetimi de Arap Baharı rüzgarlarının etkisiyle belki çok daha ağır protestolara sahne oldu. Ancak Ürdün polisi protestoculara hiç bir şekilde müdahale etmediği gibi güneşin altında kavrulan protestoculara su ve meyve suyu ikram etti. Üstelik Ürdün kralı bu protestoları duymazdan gelmeyerek onlara cevap olduğunu ilan ederek epeyce reforma gitti. Protestocuların yolsuzlukla suçladığı bir çok bakanlık görevlisi, istihbarat görevlileri tutuklandı. Sonuçta bugün Arap Baharı Ürdün’ü elbette etkilemiş oldu ama rejimin akıllı yaklaşımı sayesinde kendi mecrasını buldu.

Arap baharının domino etkisiyle Suudi Arabistan’ı da aynı şekilde etkileyeceği beklendi. Oysa Suudi Arabistan da Ürdün’den bile atak davranarak kendi halkı nezdindeki muhtemel hoşnutsuzlukları maaşları yükselterek ve bol bol para dağıtarak gidermeye çalıştı. Halihazırda Suudi Arabistan’da halkın rejime karşı güçlü bir hoşnutsuzluğuna dair bir işaret yok. Sonuçta Türkiye’yi tutarlı olmak adına rejimini beğenmediği her ülkeye karşı Suriye’ye karşı takındığı tutumu takınmaya davet edenlerin aklı gerçekten fazla karışık, hatta bir hoş.

Tekrar başa dönüp hatırlatalım ki, Suriye ile Türkiye’nin sorunu baştan beri rejimi değildi, sadece ve sadece vicdan sahibi hiç kimsenin seyirci kalamayacağı cinayetleriydi.

21.05.2012

ABD-İran uzlaşısı

Milat Gazetesi yazarı İsmail YAŞA İran ve ABD arasındaki gizli anlaşmayı yazdı. Bu anlaşmaya göre İran Amerika’nın dünya liderliğini ve Amerika da İran’ın bölgesel liderliğini kabul edecek. Buna göre Körfez bölgesi, Irak ve Afganistan İran’ın doğal nüfuz alanı sayılacak ve Tahran’ın Orta Asya’dan Lübnan’a, Mısır’a ve Afrika’ya uzanan daha geniş bir bölgedeki rolü onaylanacak. 

İşte o yazının tamamı:

(İSMAİL YAŞA/Milat Gazetesi)

BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ile Almanya’dan oluşan “5 artı l” ülkeleri ve İran arasında İstanbul’da başlayan nükleer konulu müzakerelerin ikincisi bugün Bağdat’ta yapılacak.

İstanbul’da temeli atılan müzakereler Bağdat’ta olumlu sonuçlanırsa bundan en çok yararlanacaklardan biri de Nuri El maliki olacak. 

Taraflar arasında anlaşma sağlanabilmesi için Türkiye’nin gösterdiği tüm çabalara rağmen sonuçta hiç de hak etmediği halde artı puan Irak’ın hanesine yazılacak.

İran’ın nükleer programı dolayısıyla Batı’yla yaşadığı gerilimin sona ermesi Türkiye’yi nasıl etkileyecek?
Türkiye’nin lehine mi olacak, aleyhine mi?

Bu sorunun cevabı hem “evet” hem de “hayır”. . .

Bağdat zirvesi öncesi beklentiler, İran ve “5 artı l” arasında karşılıklı tavizlerle birçok konuda anlaşma sağlanacağı yönünde.

Zaten oldukça gerilimli ve sorunlu bir bölgede yeni çatışmalar yaşanmasının önlenmesi Türkiye’nin de arzu ettiği bir sonuç.

Fakat toplantıyla ilgili basına sızan haberler verilecek tavizlerin Batı ve İran için yararlı olsa bile Türkiye ve bölge için hayırlı olmayacağını gösteriyor. 

Tahran ve Washington arasında doğrudan ve dolaylı görüşmelerin ardından oluşan hava olumlu.

Taraflar arasında İsviçre, Umman ve tabii ki Nuri El Maliki yönetimindeki Irak’ın arabuluculuğuyla yürütülen pazarlıklarda sona yaklaşıldığı ve her iki tarafın da memnun olacağı bir anlaşmanın bugün geçmişe oranla daha yakın olduğu söyleniyor.

Anlaşmanın özeti şu: 

İran Amerika’nın dünya liderliğini ve Amerika da İran’ın bölgesel liderliğini kabul edecek. Buna göre Körfez bölgesi, Irak ve Afganistan İran’ın doğal nüfuz alanı sayılacak ve Tahran’ın Orta Asya’dan Lübnan’a, Mısır’a ve Afrika’ya uzanan daha geniş bir bölgedeki rolü onaylanacak. 

İran’ın barış amaçlı nükleer teknoloji elde etme hakkı tartışmasız kabul edilecek. 

Buna karşılık İran’da nükleer silah üretmeyeceğini garanti edecek ve nüfuz alanındaki bölgelerde Amerikan çıkarlarını tehdit eden faaliyetlerde bulunmayacak. 

Bağdat’ta İran ve “5 artı l” arasında anlaşma sağlanması halinde öncelikle Tahran’a uygulanan ambargoların kaldırılması ve karşılıklı güven tesisine yönelik birtakım adımların atılması, ardından da Amerika ve İran’ın ortak hareket ve kapsamlı çözüm için masaya oturarak yüz yüze görüşmeler yapması bekleniyor.

Gözlemcilere göre Washington ve Tahran arasında yapılacak olası bir anlaşmada İsrail’in İran’a askeri operasyon düzenlemeyeceği, Suriye’deki rejimin özüne dokunulmayacağı ve Irak’taki mevcut yönetim yapısı bozulmayacağı, Bahreyn yönetimine Şii muhalefetle masaya oturması için baskı yapılacağı garanti edilecek.
Türkiye, Suriye’de Baas rejiminin ve Irak’ta Nuri El maliki hükümetinin gitmesini istiyor.

 İran ise nükleer silah elde etme çalışmalarını bir süre askıya alma karşılığında her iki ülkede de mevcut yönetimleri koruma peşinde.

Irak’ta da, Suriye’de de Amerika’nın Türkiye’nin değil İran’ın tavrına daha yakın durduğunu söylemek yanlış olmaz. 

Washington, uzun süredir Suriye muhalefetini silahlandırmak isteyen Körfez ülkelerine baskı yaparak bunu engelliyor.

Türkiye’ye yönelik düşmanca tavrını demeçlerine yansıtmaktan çekinmeyen Nuri El Maliki’nin ise Washington ve Tahran’dan destek aldığı malum.

Fakat daha önce denklemde yer almayan güçlü bir unsur Arap Baharıyla birlikte artık devrede.
Bölge ülkeleri halkları. . . 

Amerika ve İran ne kadar anlaşırlarsa anlaşsınlar, Suriye’de Baas rejimini ayakta tutabilmeleri mümkün değil. 

Arap halklarının başkaldırısı masa başında kurulmak istenen düzenleri bozacak güçte. 

Körfez ülkeleri yönetimleri ve halkları da yukarıda bahsedilen türden bir uzlaşıya şiddetle karşı çıkacaktır. 

Halkların iradesine aykırı dengelerin artık uzun süre yaşama şansı yok!

23.05.2012

Beyrut’ta ‘Esed savaşları’

22 Lübnan askeri hakkında tutuklama istendi

Lübnan Hizbullah’ına bağlı Şii askerlerinin, Sünni bir din adamını öldürmesiyle ‘Suriye’nin savaşı’ Beyrut’a taşındı. Şam yanlılarıyla karşıtları, makineli tüfekler ve roketatarlarla 7 saat boyunca çatışırken, en az 3 kişi öldü.

SURİYE’DEKİ olaylar bölge için giderek daha endişe verici boyutlara ulaşıyor. Lübnan’ın Trablus kentinin geçen hafta Şam yanlılarıyla muhaliflerin arasında 10 kişinin ölümüyle sonuçlanan çatışmalara sahne olmasının ardından bu çatışmanın bir benzeri bu kez başkent Beyrut’ta yaşandı. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad karşıtı protestolarda muhalefetin Lübnan’daki önemli destekçilerinden biri olan Sünni din adamı Şeyh Ahmed Abdülvahid ve yanındaki Muhammed Mereb’in önceki gün Akkar’da bir kontrol noktasında öldürülmesi Beyrut’u savaş alanına çevirdi. Eski Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin lideri olduğu Gelecek Hareketi’nin de üyeleri olan Abdülvahid ve Mereb’in, Halba köyündeki bir gösteriye katılmak için yola çıktığı ancak ‘dur ihtarına uymadıkları için’ askerler tarafından öldürüldüğünün açıklanması üzerine Sünniler, Beyrut’un birçok semtinde sokaklara döküldü.

Hizbullah’ın Ordusu Sünnilere panzerlerle müdahale etti

Sünni mahallesi Tarık el Cedide’deki çatışmalarda taraflar birbirlerine makineli tüfekler ve roketatarlarla saldırdı. Semtte Şii Hizbullah yanlısı Arap Hareketi Partisi taraftarlarıyla, Sünni Gelecek Hareketi yanlılarının çatışmaları 7 saate yakın sürdü. Araçlar, çöp tenekeleri ve lastikler yakılırken, yollarda barikatlar kuruldu. Lübnan ordusu şiddetin çığırından çıkması üzerine bölgeye asker sevk etmek zorunda kaldı. Arap Hareketi lideri Şakir Berjavi’nin, Hariri yanlılarının saldırısına hedef olan Sünni bölgesindeki ofisini boşaltmaya karar vermesi üzerine olaylar yatıştı. Çatışmalara panzerlerle müdahale eden Lübnan askerleri, Berjavi’nin bölgeden ayrılmasından sonra durumu kontrol altına alabildi.

Olaylarda en az 3 kişi ölürken, 18 kişi yaralandı.  Protestocuların ‘Şam yanlısı’ olmakla suçladığı ordu ise konuya dair soruşturma açtı. Bu kapsamda da dün askeri savcı, Abdülvahid ve Mereb’in ölümüyle ilgili kontrol noktasında görevli 3’ü subay 22 askerin tutuklanmasını istedi.

Hariri: Saldırılar Şam’ın maşalarının işi

 Suriye krizi konusunda Lübnan’daki derin bölünmeyi yansıtan ve mezheplerarası çatışma kaygısı yaratan çatışmaların ardından din adamları ve siyasi liderler taraflara itidal çağrısı yaptı. Başbakan Necip Mikati, Sünni müftü Reşit Kabbani’yi ziyaret edip başsağlığı dilerken, Hariri taraftarlarından ‘çatışmalara yol açacak davranışlardan kaçınmalarını’ istedi. Hariri, “Şam rejiminin maşaları, Lübnan’ın bazı bölgelerini karıştırmaya çalışıyor” suçlaması yaptı.

Albayı kaçıracaklardı

Özgür Suriye Ordusu komutanlarından Riyad El Esed’i, konakladığı Altınözün’deki çadırkentten kaçırmak isteyen 3 kişinin gözaltına alındığı bilgisini Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı da doğruladı. Açıklamada şöyle dendi: ‘Takip çalışmaları neticesinde, Başsavcılığımızın talimatı ile Hatay Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce biri Suriye uyruklu ikisi Türk vatandaşı, 3 şüpheli yakalanarak 16.05.2012’de gözaltına alınmıştır, soruşturma sürmektedir.’

Kaynak: Star Gazetesi-22.05.2012

Basra’daki çirkin saldırının arkasındaki isim, Nuri El Maliki

Son süreçte Türkiye’ye karşı düşmanca tavırlarını artıran Irak’ın Şii Başbakanı Nuri El Maliki’nin adamları, Basra’daki Türk Konsolosluğu önünde yaptıkları eylemde Türk Bayrağını ateşe verdi.

Irak’ın Basra kentinde yaklaşık 200 kadar gösterici, ellerinde Türkiye’yi Irak’ın içişlerine karışmakla suçlayan pankartlarla Türk Konsolosluğu önünde protesto önünde eylemi düzenledi. Eylemcilerin Türkiye karşıtı sloganlar eşliğinde, Türk Bayrağını ateşe verdikleri belirtildi.

Türkiye’yi Irak’ın içişlerine karışmakla suçlayan göstericiler “15 gün içerisinde Haşimi Irak’a teslim edilmezse Türk mallarını boykot edeceğiz” yazılı broşürleri dağıttıktan sonra dağıldıkları bildirildi.

ABD’nin Irak’tan çekilmesi sonrasında Başbakanlığa oturan ve mezhepçi bir politika izleyerek her fırsatta Sünnileri düşman ilan eden Şii Maliki’nin, Türkiye’nin Haşimi’yi sahiplenmesinden ve son süreçte Türkiye ile Barzani arasında imzalanan bir dizi anlaşmaları çekemediği ve söz konusu bölgeye Türk Şirketleri tarafından yapılacak çalışmaları boykot etmek amacıyla böyle bir eylemi planladığı iddia ediliyor.

20.05.2012

17 Mayıs 2012 Perşembe

Suriyeli Muhalif: Şiiler Kafir…

Türkiye’deki Kilis kampında bulunan takım liderlerinden 240 kişilik bir Suriyeli mağdur grubun lideri 29 yaşındaki Ebu Amin, İran ve Şiilere gerçek yüzlerini ortaya ortaya koydu.

Russia Today muhabirinin sorularını yanıtlayan Ebu Amin şunları söyledi:

“Ben NATO müdahalesinden yanayım, ama kimsenin bize yardıma gelmeyeceğini, dolayısıyla ölene kadar savaşmak zorunda kalacağımızı düşünüyorum. Bütün dünya bize karşı. Batı ve Müslümanların İran’a karşı ittifak yapmasını ve onu yenmesini diliyorum. Bununla ilgili bir hadis var. Şiiler Müslüman falan değil, onlar kafir; onlar Yahudi Talmudcular. Şiiler bize Masonlardan ve Siyonistlerden daha fazla zarar verdi.”

“Suriye’deki büyük bombalı saldırılar, muhaberat’ın işi”

Cemaat-i İslami grubunun liderliğini yapan Ebu Ömer, Suriye’deki saldırıların Suriye istihbarat servisi tarafından yapıldığını öne sürdü. Patlamanın meydana geldiği yerin çok sıkı korunan bir bölge olduğunu ve sivillerin hiçbir şekilde buraya ulaşamayacağını ifade eden Ebu Ömer, dışardan birilerinin bu patlamayı gerçekleştirmesinin mümkün olmadığını söyledi.

Yeni Akit-16.05.2012

Cemaat-i İslami grubunun liderliğini yapan Ebu Ömer, Suriye’nin çeşitli şehirlerinde yapılan bombalı saldırıların Suriye istihbarat örgütü “muhaberat” tarafından gerçekleştirildiğini öne sürdü. 

Ebu Ömer, El Arabiya televizyonuna yaptığı açıklamada, patlamada ölenler arasında ismi açıklanan 15 kişinin Suriye hapishanelerinde yatan muhalif tutuklular olduğunu iddia etti.

Patlamanın meydana geldiği yerin çok sıkı korunan bir bölge olduğunu ve sivillerin hiçbir şekilde buraya ulaşamayacağını ifade eden Ebu Ömer, dışardan birilerinin bu patlamayı gerçekleştirmesinin mümkün olmadığını söyledi.

Ebu Ömer, saldırıların Irak savaşı sırasında Suriye istihbaratı ile işbirliği yapan eski bir El Kaide komutanı tarafından düzenlediğini iddia etti. Patlama öncesi Kazaz yolunun güvenlik güçleri tarafından kapatıldığını ve saldırıda hayatını kaybedenler arasında ismi açıklanan 15 kişinin “muhaberatın elinde tutuklu bulunan El Kaide üyeleri olduğunu öne sürdü.

Suriye’de Muhalifler El Kaide’yi Meşru Görmüyor

 Irak’ta yaşanan iç çatışma sonrası örgütten ayrıldığını ifade eden, Halep şehrinde yaşayan Ebu Ömer, muhalif gösterilerin başladığı 2011 Mart ayından bu yana Suriye’ye az sayıda El Kaide yanlısının giriş yaptığını ancak muhaliflerin meşru görmedikleri için bu gruplarla ilişki kurmadıklarını ifade etti. 

Ebu Ömer, Suriye istihbaratının sınır yoluyla Irak’a götürülen patlayıcılara izin verdiğini, hapishanelerde tutuklu bulunan bir eylemci aracılığıyla dolaylı yoldan örgütlerle işbirliği yaptığını ileri sürdü.

“Nusra Cephesi” de eylemleri üstlenmedi

 Öte yandan muhalif “Nusra Cephesi” yaptığı basın açıklamasında, Humus ve Şam’da düzenlenen bombalı saldırılarla ilgileri olmadığını duyurdu. Grup, kendi adlarına sahte bir örgütün sivillere zarar veren eylemler yaptığını iddia etti.

“Nusra Cephesi” adına bir grup, internette yayınladığı patlama görüntüler saldırıları üstlendiklerini açıklamıştı.