26 Ocak 2013 Cumartesi

İran’ın dini lideri Hamaney’e yakın isimden sert çıkış

İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’in yardımcısı Ali Ekber Velayeti’den çok sert bir açıklama geldi. ‘Suriye’ye saldırmak İran’a ve müttefiklerine saldırmaktır’ şeklinde ifadeler kullanan Velayeti, Suriye’nin bölgedeki direnişin (ABD ve İsrail’e) anahtarlarından biridir diye konuştu.

Kaynak: gazetevatan.com – 26.01.2013

“Şemdinli’de aslında Türk-İran savaşı yaşandı”

(RUŞEN ÇAKIR/Gazete Vatan)          Taş: “İran’ı küçümseyen çok yanlış yapar. PKK kadrolarının İran kadar zorlandığı hiçbir devlet yok. İranlılar siyaseti, diplomasiyi çok iyi biliyorlar ve PKK üzerinde de çok etkililer. İran kesinlikle bu sürecin bir tarafıdır. Mesela geçen sene yaşanan Şemdinli ve benzeri eylemler aslında adı konulmamış bir Türk-İran savaşı olarak da değerlendirilebilir. PKK oralarda sadece İran adına savaştı. Paris cinayetlerinde de akla ilk gelen İrandır. İran’ın geçen sene PKK’ya silah yardımı yaptığını biliyoruz” dedi.

2004 yılında PKK’dan ayrılıp PWD’yi kuranların en meşhuru Osman Öcalan olmakla birlikte, gerçek lider Nizamettin Taş’tı. Uzun yıllar PKK’nın askeri kanadında Botan kod adıyla faaliyet yürüten Taş ile Erbil’de bir lokantada bir araya geldik. Yanında, yıllarca dağda bulunmuş Hıdır Yalçın da vardı. Yalçın’la 9 yıl önce Süleymaniye’de Osman Öcalan söyleşisi sırasında tanışmıştık. Taş’la da, yine kendileriyle birlikte ayrılan Kani Yılmaz’ın Şubat 2006’da öldürülmesinin ardından telefonla bir söyleşi yapmıştım (http://rusencakir.com/PWDli-Nizamettin-Tas-PKK-icinde-daha-cok-kan-akacak-/505 )

Erbil’deki sohbetimizde Yalçın çok az konuştu, Taş ise hem PKK tarihi hakkında pek bilinmeyen bazı olayları anlattı, hem de yeni İmralı sürecinin geleceği hakkında görüşlerini dile getirdi.

- PKK’dan neden ayrıldınız? Sizden sonra neler oldu?

Taş: Hareketin artık Genelkurmay tarafından yönlendirildiği kanaatine vardık ve ayrıldık. Ergenekoncular PKK’nın yeniden savaş ilan etmesinden istifade ederek darbe yapmak istediler ama dünya koşulları buna izin vermedi. AK Parti’yi beğenmeyebilirsiniz ama Türkiye’de temel değişimin esas olarak, biraz Menderes, biraz Özal ve nihayet Erdoğan dönemlerinde yaşandığını görüyoruz. İşte biz, değişimle elde edilen kazanımların gerilla mücadelesi sayesinde olduğunu görüyor ve bunlara sahip çıkmamız gerektiğini söylüyorduk. Mesela TRT Şeş’e niye sahip çıkmayalım? Atılan adımların tümünü AK Parti’nin iyiniyetine bağlamak mümkün müdür? Bunca bedel ödenmemiş olsa AK Parti bunlara mecbur kalmazdı. Sanki hiçbir şey kazanmamış gibi demokratik cumhuriyet için yeniden silahlı mücadele başlatmak kendimizi inkar etmek olurdu. Fakat PKK devrimci bir parti, yıkıyor; yapıcı hiçbir yanı yok. PKK dünyadaki herkesin elinde bir enstrüman, herkes ondan yararlanıyor, mesela Güney Kürdistan varlığını bir ölçüde PKK’ye borçludur, fakat PKK’nin kendisine bir yararı yok. PKK bir akrep gibi durmadan kendisini zehirleyerek tükeniyor.

- Son süreç başarılı olabilir mi?

Taş: Bugünkü tabloya bakacak olursak PKK, İran, Suriye, biraz Hizbullah, kısmen Çin ve Rusya cephesinde. Yani çağdışı, tasfiye edilmesi gerekenlerin tarafını tutuyor. Türkiye ise, bütün çelişkilerine rağmen ABD, Avrupa, Güney Kürdistan, kısacası statükoyu değiştirmek isteyen güçlerin cephesinde yer alıyor. İlginçtir, normalde statükodan yana olması gereken Türk devleti statükoya karşı dururken, statükoya karşı devrimci bir tavır alması gereken PKK ise ondan yana olabiliyor.

- Bu durum değişebilir mi?

Taş: PKK’nin şimdiki duruşu nedeniyle olmaz ancak Öcalan devlet ile birlikte başlattıkları bu süreci başarıyla yürütebilirse Kürtler yeniden etkili bir güç olabilirler. Öcalan son derece esnek ve çıkarcıdır, Türkiye ile kolaylıkla anlaşır ve böylece Kürtler de saf değiştirmiş olur. Sancılı da olsa, çok hazzetmese de PKK bu sürece dahil olabilir. Çünkü belirleyici olan hâlâ Öcalan’dır. Fakat bu Kandil’dekilerin önemsiz, etkisiz olduğu anlamına gelmiyor. Öcalan hapse girmeden önce PKK sadece oydu, yönetim organları göstermelikti. Ancak aradan geçen 14 yıl nedeniyle PKK yönetimini yoksaymak mümkün değil. Mesela Silvan olayıyla süreci sabote ettiler, geciktirdiler. Dolayısıyla bu sürecin onlarsız götürülmemesi gerektiği çok açık. Fakat günün birinde Öcalan “ben anlaştım, nihai karar, sonuç bu” derse kimsenin PKK’yi tümden bu sürecin karşısına çıkarma gücü yok. Çünkü PKK yönetimi başından itibaren kendisini Öcalan’a mahkum etmiştir. “Öcalansız yaşam olmaz, irademiz odur, nihai karar gücü ondadır” diyor. Öcalan’a karşı çıkmak isteyenlerse muhakkak ölümü göze almak ve İran’a sığınmak zorundadır, başka şansları yok.

- Yeni sürecin önündeki en büyük engel İran mı?

Taş: İran’ı küçümseyen çok yanlış yapar. PKK kadrolarının İran kadar zorlandığı hiçbir devlet yok. İranlılar siyaseti, diplomasiyi çok iyi biliyorlar ve PKK üzerinde de çok etkililer. İran kesinlikle bu sürecin bir tarafıdır. Mesela geçen sene yaşanan Şemdinli ve benzeri eylemler aslında adı konulmamış bir Türk-İran savaşı olarak da değerlendirilebilir. PKK oralarda sadece İran adına savaştı. Herkes İran’ın öteden beri PKK’ye silah-cephane verdiğini sanır ki bu gerçek değil. PKK İran sınırını ve topraklarını kullanmış olabilir ama şimdiye kadar esas olarak İran PKK’den yararlanmıştır. Ve karşılığında hemen hemen hiçbir şey vermedi, hatta Ermenistan ve Rusya’dan gelen bazı silahlara da el koydu. İran PKK’ye ilk kez geçen sene silah verdi. İran’ın stratejisi hep savaşı başka topraklarda, örneğin Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta sürdürmek olmuştur. Dolayısıyla bu süreci sabote etmek için İran çok güçlü imkanlara sahiptir.

- Paris suikastinin arkasında kim var sizce?

Taş: Doğal olarak aklımıza ilk gelen İran. Zira İran bu süreci sabote etmek için elinden geleni yapacaktır. Eğer günün birinde PKK içinde bir çatlama yaşanırsa, hiç tereddütsüz İran sorumlu olacaktır. Günün birinde Irak’ta Kürtlerle Araplar arasında bir çatışma çıkarsa bunun planlayıcısı kesinlikle İran’dır. Çünkü Irak ve Suriye’den sonra sıranın kendisinde olduğunu biliyor.

26.01.2013

Başbakan’dan şok suçlama!

Başbakan: Canlı yayında ilk kez söyledi… “Almanya’da mezhebi olarak Türkiye’yi bölmeye çalışan yapılanmalar var.”  dedi.  

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, terör sorununun çözüm sürecine ilişkin ‘Bizler, bu çözüm sürecinin içerisinde her türlü enstrümanı kullanmaya hazırız’ dedi. Başbakan Erdoğan, 24 TV’de Sansürsüz Özel programında soruları cevapladı. İmralı ile terör örgütüne silah bıraktırma sürecinin ne aşamada olduğuna ilişkin olarak Erdoğan şunları söyledi: ‘Ne zaman gidilmesi gerekiyorsa, MİT ile görüşmelerimizi yapıyoruz. Nabız tutmamız lazım. Tutamazsak karşı tarafta kalır. BDP heyeti için İmralı ile bir görüşme takvimimiz yok. Buradan gelen şeyler, geri döndüğünde, bu tahrike dönüşüyorsa aynı şekilde devam edemeyiz.”

Öcalan’a televizyon benim talimatım

Sözlerinin, Ahmet Türk’ün Diyarbakır konuşması ile ilgili olup olmadığının sorulması üzerine Başbakan Erdoğan, ‘Ben nasıl sözlerime dikkat ediyorsam o da etmeli’ dedi. Öcalan’a televizyon tahsis edilmesiyle ilgili bir soru üzerine de Erdoğan, televizyon talimatını kendisinin önceden verdiğini kaydetti. Erdoğan, şöyle konuştu: ‘Adalet bakanımı diğer tarafa verdiniz ona da verin diye uyardım. Sayın Bahçeli’nin bu tür şeyleri yanlış buluyor. Riske girdiğimizin farkındayım. Ama ülkemizin refahı için bu riski almaya hazırız ve bunu alacağız. ‘

Sarkozy ve Merkel’i uyardım

Terörle mücadelede uluslararası destek alamadıklarına dikkat çeken Başbakan, 3 yıl önce Sarkozy’nin terör örgütü liderlerini teslim edeceğini söylediğini, kendisinin gittiğini ancak hala teslim edilen kimsenin olmadığını kaydetti. Erdoğan, ‘Dedim ki ‘Böyle giderse, bugün bize, yarın size.’ Almanya sırada. Merkel’e anlattım, ‘Suçlu iade anlaşmamız var. Bize teslim edin’ dedim. Almanya’da çok daha ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalabilir. Almanya’da mezhebi olarak Türkiye’yi bölmeye çalışan yapılanmalar var. Almanya bunu destekliyor, parasal olarak da destekliyor. Söyleyince rahatsız oluyorlar. Şubat ayında ziyaretleri var. Bu konuyu tekrar kendileriyle konuşacağız’ ifadelerini kullandı.

Kaynak: f5haber.com – 26.01.2013

İran Türkiye’yi gizlice dinliyor mu?

İstihbarat istasyonu ortaya çıktı!

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) İran’ın, Türkiye’nin güney sınırına “çok yakın” ve Suriye topraklarının içinde “bir dinleme istasyonu” kurduğunu bildirdi.

Bir açık istihbarat sitesinde yer alan bilgiye göre, Pentagon’a bağlı “Terörle Mücadele Destek Dairesi” sinyal istihbarat istasyonlarının İran ve Suriye tarafından inşa edildiğini kaydetti. Dinleme merkezlerinin inşa edilmesinde İran Devrim Muhafızları’nın aktif bir katılımının bulunduğu ifade edildi. Bir istasyonun, Suriye içinde ve Nusaybin ile Kamışlı’ya çok yakın olan “El Cezire”de bulunduğu belirtildi.

Habertürk’ün konuştuğu ABD’li istihbarat uzmanları Suriye’nin kuzeyindeki El Cezire’de kurulan sinyal istihbarat istasyonunun büyük olasılıkla “Türkiye’ye yönelik” olabileceğine işaret ettiler. Bir diğer sinyal istihbarat istasyonunun ise Golan Tepeleri’nde yer aldığı bildirildi. Pentagon’a göre, İran, Suriye’nin kuzeyinde yeni dinleme istasyonları kurmayı da planlıyor. Bunların bazılarıyla, Hizbullah’a İsrail hakkında bilgilerin aktarılmasının hedeflendiğine de dikkat çekildi.

Kaynak: haberturk.com – 25.01.2013

İspanya, İran televizyon kanalının yayınını durdurdu

İspanya’nın Madrid bölgesinde yayın yapan İran televizyon kanalı Hispan TV’nin yayınları, durduruldu.

İspanya’nın Madrid bölgesinde yayın yapan İran televizyon kanalı Hispan TV’nin ispanya-hispan-tvyayınları, “ciddi insan haklarını ihlali yapan şahısların yönetimde yer aldığı” gerekçesiyle durduruldu.

Madrid’in Dijital Karasal Televizyon’unda (TDT) geçtiğimiz sene bir derneğe ait düşük frekanslı kanalı kiralayarak İspanyolca yayına başlayan Hispan TV, Avrupa Birliği’nin İran’a karşı yaptırımlarına takıldı.

İspanya devleti geçen Şubat ayında Hispasat uydusunda yayın yapan ve Latin Amerika’dan da izlenebilen Hispan TV ve Press TV’ye (İngilizce) yasak getirmişti. İran’ın nükleer programına karşı yaptırım uygulayan AB ülkeleri arasına katılan İspanya merkez hükümetinin, Madrid Bölgesel Yönetimi’ne de bir uyarı gönderdiği belirtiliyor.

Ancak merkez hükümetle aynı argümanı kullanmayan Madrid Bölgesel Yönetimi, Hispan TV’ye frekansı kiralayan Asociación Cultural Radio Club 47′ye bir yazı göndererek bir an önce “ciddi insan hakları ihlalleri yapan şahısların yönetimde yer aldığı ve işbirliği yaptığı” kanalın yayınına son vermesini talep etti.

Edinilen bilgiye göre söz konusu şahıslardan birinin Hispan TV ve Press TV gibi birçok kanalın sorumlusu İzzetullah Zergami.

Madrid Yönetim Konseyi Genel Sekreteri José Luis Martínez-Almeida’nın 14 Ocak tarihinde gönderdiği mektup doğrultusunda harekete geçen frekans sahibi dernek, İran kanalının yayınını durdurdu.

22 Ocak’ta Madrid yönetimine faksla cevap veren dernek, Hispan TV’nin programlarından ve yöneticilerinin insan hakları ihlallerinden haberleri olmadığının altını çizdi. “Yönetimle her konuda işbirliği içerisinde olduğunu” belirten dernek, 21 Ocak’ta kanalın yayınına son verildiği bilgisini aktardı.

Kaynak: sondakika.com – 25.01.2013

İsrail ve İran’dan aynı senaryo

30 yıldır İran ve İsrail arasındaki restleşmelerden bir yenisine daha şahit olduk. İran ve İsrail arasındaki restleşmeler yıllardır devam ediyor. Her iki ülke’de zıtlıktan ve birbirlerine verdikleri sert mesajlardan besleniyor. Bu mesajlar her ne kadar oy kaygısıyla verilse de dış kamuoyuna bakan yönleri de var. İsrail bu açıklamalarla Avrupa ve ABD kamuoyuna, “Ortadoğu’da ortağınız biziz” mesajı verirken, İran da Ortadoğu halklarına “Buranın lideri benim” mesajını veriyor. 

Netanyahu’nun ilk işi iran İSRAİL Başbakanı BinyaminNetanyahu, sandıklann açılmasıyla gelen ilk seçim sonuçlarının ardından seçim zaferini ilan etti. Likud’un genel merkezine, ortağı AvigdorLiberman ve parti kurmaylanyla giden Netanyahu, iran ile ilgili olarak “İlk işimiz iran’ın nükleer silah edinmesine engel olmak” diye konuştu.

“İlk işimiz iran” Netanyahu seçim zaferini ilan etti İSRAİL Başbakanı BinyaminNetanyahu, sandıkların açılmasıyla gelen ilk seçim sonuçlarının ardından Tel Aviv’deki partisi Likud’ıın genel merkezine, ortağı AvigdorLiberman ve parti kurmaylarıyla geldi. Yerli ve yabancı yaklaşık 200 gazetecinin izlediği Netanyahu, kurulan özel platforma partililerin “Bibi” sloganları arasında çıktı. Uzun süre kürsüde partililer tarafından ayakta alkışlanan Netanyahu, daha sonra kürsüye geçti.

Sözlerine, “İsrail demokrasisinden ve bu ülkeye başbakan olmaktan gurur duyuyorum” diyerek başlayan Netanyahu, “İsrail halkı başbakanlığa devanı etmemi istiyor” ifadesini kullandı. Netanyahu’nün konuşması sırasında ortağı Liberman’m da hemen yanında beklemesi dikkati çekti.

“İLK İŞİMİZ iran” Kürsüde konuşması sık sık “yaşa Bibi” sloganlarıyla kesilen Başbakan Netanyahu, partilerinin tüm ülkeyi kucakladığını belirterek, geniş yelpazeli bir hükümet kurmaktan yana olduğunu kaydetti. Netanyahu, iran ile ilgili olarak ise “İlk işimiz iran’ın nükleer silah edinmesine engel olmak” diye konuştu. Bir grup partili, salonda eski koalisyon ortağı Şaş partisi için “Şas’la koalisyona hayır” sloganı attı. Netanyahu’nun bu slogana sessiz kalması, eski ortağı Şas’ın yine kurulacak yeni hükümet denkleminden uzak olmadığı şeklinde yorumlandı.

Netanyahu, yarın hemen hükümet kurma çalışmalarına başlayacağını ifade ederek, partililere hitaben, “Artık eve gidip uyuyun çok yoruldunuz” dedi. LİBERMAN’IN AÇIKLAMASI Netanyahu’nun ardından kürsüye gelen Liberman ise “İlk işimiz önce başbakanlığı almak, ardından ulusal birliği sağlamak” dedi. Daha sonra tüm parti kurmaylarım kürsüye çağıran Netanyahu, birlikte İsrail ulusal marşını söyledi. Netanyahu, daha sonra salondan ayrıldı. Bu arada, Likud parti genel merkezindeki salona girişte uygulanan yoğun güvenlik önlemleri, gazetecilerin de tepkilerine neden oldu. Bazı gazeteciler, bu durumu protesto ederek salona girmedi ve toplantı alanından ayrıldı. Sandıkların yarısının açıldığı seçimde oyların sayımı devam ederken, seçime katılım oranı yüzde 66, 6 olarak açıklandı.

Kaynak: AA  24 Ocak 2013

İran’da Bakanın asansörde öpüşme skandalı

İran’da Şii ayetullahların da yetiştirildiği dini medreselerden de sorumlu olan Yüksek Öğrenim Bakanı Kamran Danişcu ile Ulusal Müzesi Direktörü Azade Ardakani’nin asansörde öpüşürkenki görüntüleri kameralara yakalandı. Olay tüm Dünya’da bomba etkisi yarattı.

Bakan daha önce kız öğrencilerin bazı derslere girmelerini yasaklamıştı. Yüksek Öğretim Bakanı Danişcu ile Tahran’daki Ulusal Müze Direktörü Ardakani’yi ateşli bir şekilde öpüşürken gösteren güvenlik kamerası görüntüleri internette son hızla yayıldı.Video İran’da insanların devrime olan inancını yitirmemesi için hiçbir TV kanalında yayınlanmadı. Tahran halen sessiz. Tahran’da çekildiği belirtilen görüntülerle ilgili halen bir açıklama gelmedi. İran’da internet’in kısıtlı olması da İran’lıların görüntüleri izleme şansını azaltıyor.

Diğer taraftan sosyal medyada ikilinin 5 dakikalık Mut’a nikahı yapmış olabileceklerine dair söylentiler ortalığı kırdı geçirdi.

İran devriminin evreleri: İslam devriminin Safevizm’e evrilişi

(Ali ÖNER – Timeturk)          Time Turk yazarı Ali Öner  bugünkü yazısında İran Devrimi’nin yaşadığı evreleri anlatıyor. İran devrimi dünya müslümanlarına kardeşlik mesajları versede bu duygudaşlık havası uzun sürmedi. İran’ın bir diğer müslüman ülke Irak’la giriştiği savaş, müslümanların İran devrimine bakışı değiştirdi. Ali Öner yazısında İran’ın gelişimini 3 evreye ayırıyor. 1. Evrede Humeyninin velayeti fakihi ilan etmesi ve tekfir edilmesi önemli bir köşe taşı. Bu olayı tığkı bugünkü gibi İranın Hafız Esad’ın yaptığı Hama katliamına sessiz kalması izledi. İkinci evre ise şia fanatizminin öne çıktığı bir evre. Öner, Tunuslu bir Sünni alimin Şii olma serüvenini anlattığı “Hidayete Erdikten Sonra” adlı kitabın Türkçe’ ye de çevrilerek yayınlamasını, mezhep fanatikliğinin gelmiş olduğu noktaya örnek gösteriyor. İran bu evrede özellikle Suudi ile zıtlaşarak Ortadoğu’da Müslümanlar arasında ikiliğe yol açtı. İranın 3. devresinde Safevilik düşüncesiyle, Amerikanın güvenlikçi politikalarına hoşgörüyle baktı. Irak ve Afganistanda Amerikayla işbirliği yaptı. Tüm bu evreler ışığında bir devrimin bitişini görüyoruz. Ali Ören’e göre müslümanlara düşen ise mazlumdan yana zalimin karşısında olmaktır. İşte Öner’in yazısından İran’ın evrelerini anlattığı bölümler;

İran’ı anlamak açısından geçen Ağustos ayında Özgün İrade için yazdığın ve bu dergide yayınlanan “İran İslam Devrimi’nin Suriye Açmazı” başlıklı yazımı İran devriminin evrelerinin daha iyi anlaşılması ve mezhep faktörünün kaşıyarak Müslümanlar arasında yeni bir cephe açılmaması dileğiyle aşağıya alıyorum.

İran’da İslam devriminin gerçekleşmesi bütün dünya Müslümanları için bir ümit ışığı olmuştu. Özellikle de “La Şarkiyye La Garbiyye İslamiyye İslamiyye” sloganı tüm emperyalist güçleri karşısına aldığının bir göstergesiydi. Böylece Müslümanların ne kapitalist batı emperyalizmine ne komünist doğu emperyalizmine dayanmadan kendi öz değerlerinden yeniden doğarak gerçek bağımsızlığın ancak bununla mümkün olabileceğini göstermeye çalıştı.
 
İslam İnkılabı, ne batı düşüncesinin kapitalist hegemonyası ne de doğu düşüncesinin komünist hegemonyasının tutsağı olmadan, varlığını doğrudan vahyin nurundan yani Allah’tan alan, bölgesel olmayıp cihanşümul bir özellik taşımak iddiasındaydı. Bu iddia Büyük Şeytan ve avanelerinin kudurmasına neden olurken, Küçük Şeytan ve avanelerinin bekle ve gör politikası izlemelerine neden olmuştur. Ayrıca tüm mazlum ve mustazaf dünya halklarının yanında olacağını söyleyerek evrensel bir tutum gerçekleştireceğinin sinyallerini vermiş, dünya halklarının bu kesimine ümit kaynağı ve hareket merkezi olduğunu göstermiştir.

Humeyni 1 Şubat 1979’da İran’a ayak bastığında sadece İran halkının kaderini değiştirmeye aday olmadığını, tüm dünya mazlumlarının yanında olduğunu beyan etmiştir. İslam inkılabının “Ne doğu, ne batı, ancak İslam” olduğunu ve buna bağlı kalacağını söylemesi, dünya Müslümanları için kardeşlik ve mezheplerin arka planda kaldığı bir duygudaşlık geliştirmesine neden olmuştu.

Ne yazık ki bu uzun sürmedi. İran’ın içinde ve dışındaki güçler boş durmadı. İnkılabın evrensel boyutunu sekteye uğratmak için çabaladılar. İnkılabı gerçekleştiren kesimin devleti yönetme tecrübesinin yetersizliği ve uluslararası ilişkilerin kendi içinde gerçekleştirmiş olduğu stratejik ilişkiler ağı ve bu ağın oluşturmuş olduğu güç geleneği, inkılabın kendi mecrasında ilerlemesini engelleyecektir.

İnkılaptan kısa bir süre sonra Irak devletiyle ve inkılap karşıtı güçlerle girmiş olduğu savaş, inkılabı kendi stratejisinde bazı değişimlere gitmek zorunda bıraktı. Bu anlamda inkılap liderlerinin bu dönemde yanlış yönlendirmelerle bu değişime kendilerini zorunlu hissetmeleri, güç odakların işini kolaylaştırmıştır. Diğer tarafta ise inkılabın lider kadrosu ile halk tabanını kontrol eden Şii ulama arasındaki düşünce farklılıklarının da bu konuda olumsuz etkileri olmuştur.

Geleneksel Şii ulemasının yaklaşımı, Şeriati’nin ifadesiyle söylenecek olursa daha çok Safevi/bedevi Şiasına yakın durmaktadır. Safevi Şiası ise Pers kültür havzanın yoğun olduğu bir din algısından oluşmaktadır. Ali Şeriati, hem Ali Şiası ve Safevi Şiası, hem de Dine Karşı Din kitaplarında bunun ayrıntılarını vermektedir. Halkın çoğunluğu bu bedevi din algısının havzası etrafında kümelenmiştir. Bir tarafta savaş sürerken, alimlerle karşı karşıya gelmek istemeyen lider kadrosunun ortamı yumuşatma çalışmaları Ali Şia’sından kaymayı beraberinde getirirken, diğer tarafta ise Suudi merkezli bedevi selefilik zıdd-i inkilabi bir yöntemle İslam coğrafyasına yayılma çabası, mezhebi ayrılıkların merkezi bir konuma gelmesine yol açmıştır.

Bu nedenlerden dolayı İran İslam İnkılabını üç evreye ayırmak gerekir. Biz ancak bu üç evre üzerinden İran’daki toplumsal ve iktidar dönüşümü ile İran’ın dış politikasını okuyabiliriz. Bu evrelere baktığımızda; birinci evre İnkılabın evrenselliği aşaması (1979-1982), ikinci evre İnkılabın mezhepçiliğe gerilemesi (1982- 2001), üçüncü evre ise İnkılabın uluslaşması/diktalaşması/doğuculaşması (2001-…) evreleridir.

Şimdi bu evreleri biraz derinleştirerek, bunun üzerinden İran İslam Cumhuriyeti’nin Suriye politikasını açıklamaya çalışalım. Zira Suriye meselesi bu evrelerin oluşumunun en önemli belirtisidir. Böylece Suriye politikasının İnkılabı nasıl evrelere ayırdığı ve evrensellikten ulusallığa/Doğuculuğa kaydığı görünürleşmektedir.

Birinci Evre; İran islam İnkılabının gerçekleştiği ve evrensel çizgisini “La Şarkiyye La Garbiyye İslamiyye İslamiyye” sloganıyla belirlediği evredir. Bu slogan batı ve doğu emperyalizmine/küreselcilkiğine karşı bir duruşu sergilediği gibi, mezhebi kaygıların yerine tüm İslam coğrafyasında tevhidi bir anlayışın merkeze alınarak hak ve adalet perspektifli bir duruşu sergilemekteydi.
Aslında bu duruş Şia düşüncesindeki Kayıp İmam anlayışıyla çelişiyordu. İmam Humeyni bu anlayışı Velayet-i Fakih düşüncesini siyasal bir makam olarak ihdas ederek aşmaya çalıştı. Bu yeni paradigma Şii alimler içinde ciddi tartışmalara neden oldu. Bir çok Ayetullah sırf bu nedenden dolayı İmam Humeyni’yi tekfir etmeye kadar gitti. Ne var ki devlet mekanizmanın oluşumu ve korunması böyle bir kuruma ihtiyaç duyuyordu. Bu nedenden dolayı geri adım atılmadı. Ama bir yandan da Safevi Şia anlayışına geri dönme sinyalleri verilmekteydi. Bu durum evrensel İslam düşüncesinden mezhebi kaygıların ön plana çıktığı evreye doğru bir yönelişin işaretiydi.

İnkılap sonrası başlayan Irak savaşı ve Şiilik mensubu Iraklıların İran’a yakın oluşu ve Irak İslam Devrim konseyinin kurulması, ilk başlarda mezhebi birlikteliğe bir gönderme olmasa bile sonrasında tamamen buna doğru evirilecektir.

İşte bu şartlar içerisinde, 2 Şubat 1982’de Suriye’nin Hama kentinde Müslümanlara yönelik iktidardaki Hafız Esed’in gerçekleştirmiş olduğu katliama İran İslam inkılabının sessiz kalması, mazlumların banisi olma iddiasına büyük bir darbe vuracaktır. Böylece bu olay karşısındaki tutumu, İran’ı uluslararası ilişkilerde ahlakçı tutumdan ve evrensel olma iddiasından vazgeçtiğinin, çıkar/strateji merkezli bir tutum gerçekleştirdiğinin açık bir delili sayıldı.

İran katliamda sessiz kalmanın yanında, Suriye yönetimiyle ilişkilerini daha da geliştirdi. Böylece Hama olayları ve Müslümanlara yönelik Esed’in baskıcı politikaları karşısındaki tutumu İran İslam inkılabının evrensellik iddiasını da bitirmiş oldu. Hama katliamı İnkılabın birinci evresinin bitmesi ve ikinci evrenin başlangıcıdır.

İkinci evre; Mezhepsel kaygıların gelişmeye ve öncelenmeye başlandığı, mezhep ihracatının önemsendiği bir dönemdir. İnkılabın ihracatı için kurulan İslami İrşad ve Kültür Bakanlığı’nın Tunuslu bir Sünni alimin Şii olma serüvenini anlattığı “Hidayete Erdikten Sonra” adlı kitabın Türkçe’ ye de çevrilerek yayınlaması, mezhep fanatikliğinin gelmiş olduğu durumu ortaya koyan önemli bir belgedir.

İslami İrşad ve Kültür Bakanlığı’nın bu kitabı İslam coğrafyasının diğer bölgelerine de göndermesi, İslam’ın ihracı değil, Şiiliğin ihracı olarak okundu. Bu evre İslam dünyası üzerinde ciddi etkilerde bulunmadı. İnkılabın mezhepsel kaygıları yanında, diğer tarafta selefi çalışmalar iki farklı kutbu karşı karşıya getirdi. Bu iki fanatikliğin İslam coğrafyasında oluşturmak istediği ve Irak’ta da bir nebze yol aldığı anlayış çok şükür arzu edenlerin istediği yere gelmedi.

İran ikince evrede aldığı rol ile Suud yönetimiyle el ele vererek Sünni ve Şii selefiliğinin ideolojik tahrik ve motivasyon alanını besleyen ve temelde kutuplaşmayı artırıcı bir rol almıştır. Onun için biz bugün bambaşka bir Ortadoğu’dan bahsedemiyoruz ve bu stratejiler emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmekten de ne yazık ki geri durmuyorlar.

Batı emperyalist güçlerin İslam dünyasına yönelik çeşitli çıkarmalar ve baskılar, özellikle de 11 Eylül sonrası ülke stratejilerinde ciddi değişimlere gitme ihtiyacı doğurdu. Önce batıdan başlayan sonra İslam ülkelerini de içine alan stratejilerini gözden geçirme çalışmaları doğal olarak İran’ı da kuşattı. Mezhepçi evrede Rusya ve Çin emperyalizm ile olan ilişkilerini batı hegemonyasına karşı bir kalkan olarak kullandı. İran, Hama olayları karşısında aldığı bu tutumu Çeçenistan, Doğu Türkistan ve Afganistan’ın işgalinde sessiz kalarak, güvenlikçi uygulamaları öne alarak daha da ilerletti.

İkinci evrede Suriye ve diğer bölgedeki Şiilerle olan ilişkilerini mezhebi kaygılarla geliştirdi. Şii mezhebine mensup insanları korumaya ve kendi hâkimiyet alanını geliştirmeye çalıştı. İkinci evrenin ilk başlarındaki ilişkiler mezhep merkezli oldu mezhep üzerinden diğer ülkelerin içişlerine müdahil olmaya çalıştı. Bunda çok başarılı olduğu söylenemez. Bu çalışmasında herhangi bir başarıda elde edemedi.

Üçüncü evre; bu evrede mezhepçi siyasi yatırımlar anlamsızlaştı. 11 Eylül sonra Amerika’da başlayan güvenlikçi stratejiler Batı devletlerini kuşattığı gibi, İslam ülkelerine de uğradı. Bununla birlikte daha önce batılı jeopolitik okuma ve hesapların birçoğu buharlaştı. İşte böyle bir ortamda İran İslam Cumhuriyeti güvenlikçi bir politikayı ulusal çıkarı için daha uygun gördü. Amerika’nın Afganistan ve Irak’ı işgal etmesini ulusal çıkarlarına uygun gördüğü için sessiz kaldı.

Ama inkılap sonrası Filistin meselesine olan duyarlılığını korumaya çalıştı. Birinci evrede Filistin, İnkılabi İran’ın temel meselesiyken, sonrasında İslam dünyası üzerindeki etkinliğini sürdürmenin bir aracı oldu. Bugün Suriye Baas Partisi’nin yanında olduğunu, Filistin Direnişine verdiği desteğe bağlamanın sebebi bu olsa gerektir. Oysa bu stratejik söylem aldatmacadan başka bir şey değildir. Çünkü Suriye’nin en verimli toprakları olan Golan Tepeleri 1967 yılından beri işgal altında ve buradan İsrail’e tek kurşun sıkılmamıştır. Direniş bir çeşit Suriye’de suskunlaştırılmak zorunda bırakılmıştır. Suriye’nin direniş günlüğü ise kirliliklerle doludur.

İran bu son evrede mezhebi görünen stratejileri ulusal Fars yayılmacılığı olarak okunmaktadır. İnkılabın ilk evresindeki batı ve doğu emperyalist karşıtlığı, batı karşıtlığına dönüşürken, doğu emperyalizmin güç odağında ulusal çıkarları merkezileştirmiştir. Bugün Suriye üzerinde Rus/İran doğu emperyalizmin ve Suudi/Amerikan emperyalizmin savaşı sürmektedir. İki tarafta Suriye halkının zafere ulaşmasını geciktirmekte ve Suriye’yi bir harabeye çevirerek, on yıllarca İsrail karşısında söz söyleyemeyecek konumda tutmayı amaçlamaktadır.

İran sınırlarına taşınacak bir savaşı Suriye üzerinde savaşarak geciktirmeye çalışmaktadır. Bu durum İran ulusal çıkarlarının bir gereği olarak okunmalıdır. Ulus devletlerin mantığı çıkarları gereği böyle çalışmaktadır. Bu son evreyle İran yönetimi İnkılap ile arasına mesafe koymuştur. Devrim çocuklarını yemiş ve baskıcı fars zorbalığını halkına yöneltmiştir. Muhalefet susturulmuş, Suriye’deki olayları konusunda halk ciddi şekilde yanlış bilgilendirilmiştir.

Sonuç olarak, İran’ın devrimle birlikte geldiği noktada evrensellikten ulusallığa evirilmesinde Suriye politikasının nasıl etkin olduğunu görüyoruz. Mazlumun yanında olmaktan zalime sahip çıkma İslami hassasiyetinin değil ulusal çıkarların nasıl bir rol aldığını ortaya koymaktadır.

Türkiyeli Müslümanlar olarak Suriye meselesine ve İran’ın Suriye yanında yer almasını, Suudi/Amerika ekseninin dayatmaya çalıştığı mezhep eksenli değil, zalim ve mazlum ekseninde bakmalıyız. Zaten İran mezhebi kaygılardan değil ulusal kaygılardan dolayı Suriye’nin yanında yer almaktadır.

İran’ın Suriye politikası devrim çizgisinin değişiminde nasıl rol aldığını ve bir devrimin bitişinin resmini görüyoruz.

Müslümanlara düşen ise mazlumdan yana zalimin karşısında olmaktır. İslami inkılap bunu gerektirir.

İran sonunda Albayrak’ı da sinirlendirdi

(Hakan ALBAYRAK, Star Gazetesi)         Hakan Albayrak, bugünkü yazısında Batı ve İran’ın Suriye konusunda aynı çizgide olduğunu işledi. Albayrak yazısında Hamaney’e tüm müslümanların rehberi ünvanının verilmesine de karşı çıkıyor. Albayrak, İran’ın Suriye karşıtlığını eleştirdiği yazısında, Hamaneyîn sadece rehber olabileceğini ve İran’da Cumhurbaşkanı dahil başka kimsenin söz hakkı olmadığını dile getirdi. Albayrak Batı’nın Patriotlar ve mühendislerle Suriyeyi işgal edeceğini söylemenin komik olduğunu belirtiyor.

Bir internet sitesinde Ali Hamaney için “Dünya Müslümanlarının ve Mustazaflarının Rehberi” demişler. Bu hesaba göre Ümmet-i Muhammed’in tamamı İranlı veya İrancı, Esed rejiminin katiller sürüsü mustazaf (ezilen), ekmek kuyruğunda beklerken bombalanan Suriyeli kadınlar ve çocuklar ise müstekbir (ezen) olmuş oluyor.

Biz kendisine İran devletinin başı diyelim. İran’da seçilmiş cumhurbaşkanı ve meclis “rehberlik makamı” nezdinde zurnanın son deliği kadar bile itibar sahibi olmadığına ve ilk sözü de son sözü de daima Hamaney söylediğine göre, devletin bizzat kendisi desek de olur.

Bir de “Ümmetin Dışişleri Bakanı” hikâyesi vardı. 1981’den 1997’ye kadar İran’ın dışişleri bakanlığını yapan Ali Ekber Velayeti için öyle derlerdi bir dergimizde. O zamanlar böyle şeylere gülüp geçerdim, şimdi ağzımı açıp gözümü yummamak için kendimi zor tutuyorum.

Neyse…

Velayeti şimdi Hamaney’in dış politika danışmanı. Bu sıfatla verdiği saçma sapan bir beyanatta Beşşar Esed’ı Suriye’nin meşru cumhurbaşkanı olarak tanımlamış, İsrail’e karşı oluşturulan direniş hattının kopmaması için Esed’in iktidarda kalması gerektiğini söylemiş, Esed’i sonuna kadar desteklemeye kararlı olduklarını vurgulamış ve ‘Esed bizim kırmızı çizgimizdir’ demiş. Sonra da ‘Fakat’ demiş ‘Suriye halkının tercih hakkını gözardı ettiğimiz manasına gelmiyor bu.’ Ya hangi manaya geliyor? Sizin kafanız mı karışık yoksa bizimle kafa mı yapıyorsunuz?’Esed ille de iktidarda kalacak, bu uğurda SONUNA KADAR mücadele edeceğiz’ diyorsanız, Suriye halkının tercihine zerre kadar kıymet vermiyorsunuz işte.

Dikkat buyurun: İsrail’e karşı oluşturulan direniş hattını koruyacak bir lider demiyorlar, ille de Esed diyorlar. Prensip meselesi değil ahbap-çavuş meselesi. Bizim oğlan Esed! Diktatör evladımız bizim! Canımız cânîmiz!

Böyle kırmızı çizginin Allah belâsını versin.

Patriot meselesi

Beşşar Esed rejiminin Türkiye’ye bir intikam saldırısı düzenlemesi ihtimaline karşı bir tedbir olarak NATO’dan Patriot füze savunma sistemi isteyen hükümet, Rus ve Çin emperyalizminin gölgesinde İrancılık ve

Beşşarcılık yapan çevreler tarafından emperyalist işbirlikçisi olmakla suçlanıyor. Komik tabii.

Batı’nın iki adet Patriot sistemi ve 250 Hollandalı Patriot teknisyeni ile Suriye’yi işgal edeceğini düşünebilecek kadar aklını peynir ekmekle yemiş kimse olamaz. Kaldı ki Batı’dan gelen bütün mesajlar Esed rejimine karşı bir askeri müdahalenin söz konusu olmadığı yönünde. Sahadaki silahlı devrim gruplarında ağırlığı İslamcılar teşkil ettiği müddetçe böyle bir şey düşünülemez zaten. Mali’de İslamcılara karşı askeri operasyon için çabucak seferber olan Batılıların Suriye’de yaşanan faciaya iki senedir seyirci kalmaları bize bir şey söylüyor olmalı. Şöyle bir şey: Suriye’ye bir Batı’nın askeri bir müdahalesi olacaksa, o müdahale

Esed’e karşı değil İslamcı devrim birliklerine karşı olacaktır.

Patriot meselesine dönelim. Hükümet elbette psikopat Esed rejimine karşı mümkün olan bütün tedbirleri alacaktır. Almazsa, bugün Patriot üzerinden hükümeti hırpalamaya çalışanların yarın Esed mevzilerinden Suriye’ye -Allah korusun- füzeler fırlatıldığı takdirde “Niye almadın?” diye hükümetin yakasına yapışacaklarından hiç şüphem yok.

Türkiye’nin Amerikan savunma sitemlerine muhtaç olması ve NATO’dan yardım istemek zorunda kalması utanç verici mi? Evet, utanç verici. Bu utançtan kurtulmak için yerli savunma sanayiini alabildiğine geliştirmeye ve NATO’ya duyulan ihtiyacı ortadan kaldıracak bir bölgesel entegrasyonu gerçekleştirmeye, Dicle-Fırat havzasından başlayarak bütün Ortadoğu’yu kapsayacak bir güvenlik alanını oluşturmaya bakalım.

Batı’ya bağımlılıktan tamamen kurtulmanın ve emperyalistlerin bölgemizdeki fitne-fesat imparatorluğunu yıkmanın başka yolu yok.

23.01.2013

İran Suriye’deki kırmızı çizgiyi açıkladı

İran, Suriye yönetimine şimdiye kadarki en güçlü desteğini verdi. Tahran, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın yönetimde kalmasının İran’ın kırmızı çizgisi olduğunu duyurdu.

İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’nin danışmanı Ali Ekber Velayeti, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın devrilmemesi gerektiğini söyledi.

İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’nin danışmanı Ali Ekber Velayeti, “Eğer Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad devrilirse, İsrail’e karşı oluşturulan direniş hattı kopmuş olur” dedi.

Suriye Devlet Başkanı Esad’ın akıbetinin Tahran için kırmızı çizgi olduğunu söyleyen Ali Ekber Velayeti, Suriye halkının isteklerini yansıtan reformların, şiddete başvurulmadan ve Amerika Birleşik Devletleri’nin etkisi olmadan gerçekleştirilmesi gerektiğini de savundu.

Kaynak: ntvmsnbc.com – 21.01.2013

19 Ocak 2013 Cumartesi

Katliam başına para

Özgür Suriye Ordusu’na bağlı Devrim Kalkanı Konseyi Başkanı Tuğgeneral Semi Hamza, Suriye yönetiminin memur ve işçilere maaşlarını ödeyemediğini belirterek “Esed, Şebbiha milislerine saatlik, günlük ve çatışma başına para ödüyor” dedi.

Devrim Kalkanı Konseyi Başkanı Tuğgeneral Semi Hamza, “İran ve Rusya’nın Suriye’ye desteği, geçici bir rahatlık dönemi. ÖSO’nun askeri darbeleriyle ülke genelinde stratejik noktaları ve otoritesini kaybeden Esed rejimi, iflasın eşiğinde. Esed’in katliamları, sonunun yaklaştığının habercisi” diye konuştu. İran ve Rusya’nın desteğini alan Esed yönetiminin “geçici bir rahatlama döneminde olduğunu” savunan Hamza, bu ülkelerin Esed’e desteğinin daha fazla sürmeyeceğini ileri sürdü.

Suriye yönetiminin ekmek fırınları, yakıt istasyonları ve üniversiteleri hedef alan saldırılarının, Esed’in kaçınılmaz sonunun habercisi olduğunu ifade eden Hamza, “Suriye yönetimi pek çok sektörde çalışan memur ve işçilerin maaş ödemelerini durdurdu. Katliamlarına her gün bir yenisini ekleyen Şebbiha milislerine saatlik, günlük ve çatışma başına para ödeniyor” ifadelerini kullandı.

Ordudan kopma çok 

ÖSO’nun Suriye halkının devrimini savunmaya devam edeceğini belirten Hamza, Esed rejiminin kara ve havadaki birliklerinin ikmal yollarını keserek, çetelerin katliamlarını engellemeyi sürdüreceklerini kaydetti. Suriye ordusunda yaşanan kopmalar ve çok sayıda Esed askeri ve Şebbiha’nın öldürülmesinin, rejimi İran ve Hizbullah’tan daha fazla asker desteği almaya yönelttiğini iddia eden Hamza, “Dünya ülkeleri, Suriye muhalefetine silah yardımı yapılmasını engelleyerek, devrime karşı savaş yürütüyor. Biz, Esed güçlerinden ele geçirdiğimiz ve kendi imkânlarımızla geliştirdiğimiz silahlarla mücadele ediyoruz” dedi.

Kaynak: Milat Gazetesi – 19.01.2013

Suikastçılardan biri İran’lı çıktı

Fransa’daki 3 kadın PKK’lının öldürülmesi ile ilgili olarak üç tetikçinin eşkalini belirleyen Fransız polisi, tetikçilerden İranlı bir erkek ile Bingöllü bir kadını yakaladı. Firari tetikçinin ise Suriye’den Türkiye’ye göçen şahıslardan biri olduğu iddia edildi.

Fransa’daki 3 kadın PKK’lının öldürülmesi ile ilgili olarak 3 tetikçinin belirlendiği öğrenildi. Kamera kayıtlarından üç tetikçinin eşkâlini tespit eden Fransız polisi, ikisini yakalarken diğerinin ise izini sürdüğü öne sürüldü. Yakalanan tetikçilerden 43-45 yaşlarında İranlı bir erkek, diğer ise Bingöllü 30 yaşlarında bir kadın. Firari ise 45-50 yaşlarında erkek bir şahıs ve Suriye uyruklu ya da Suriye’den Türkiye’ye göçen şahıslardan biri olduğu iddia edildi.

Katliam emrinin İran üzerinden Almanya’ya aktarıldığı, oradan da Fransa’daki unsurların harekete geçirildiği iddialar arasında yer aldı. İddiaya göre, üç kadını öldüren kişiler de örgüt içinden… Üç kadının öldürüldüğü daireye gelen katiller, şifreyi yazarak kapıdan daireye zorlanmadan giriyor. Gözaltına alınan 2 şüpheliden birinin öldürülen kadınlardan birinin şoförü olduğu belirtildi. İki şüphelinin Paris’in banliyölerinden La Courneuve’da gözaltına alındığı açıklandı.

Kaynak: Türkiye Gazetesi – 19.01.2013

K.Burkay Paris suikasti öncesi İran’ı işaret etmişti

AK-PAR Genel Başkanı Kemal Burkay “PKK’nın içinde ve dışında; Suriye, İran ve bir takım derin odaklar süreci sabote etmek isteyecektir” uyarısında bulundu

Kürt sorunun çözümüne katkı sunmak için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın davetiyle 31 yıldır sürgün yaşadığı İsveç’ten geçtiğimiz yıl Türkiye’ye dönen ve HAK-PAR Genel Başkanlığı’na getirilen Kürt siyasetçi-yazar Kemal Burkay, Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk ile BDP Batman Milletvekili Ayla Akat’ın İmralı’da, PKK lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeyi değerlendirdi.

twıtter hesabından açıklamalarda bulundu

Sosyal paylaşım sitesi Twitter üzerinden açıklamalarda bulunan Kemal Burkay, PKK’nın silah bırakmasından yana olduğunu ifade etti. Örgütün silah bırakması için devletin kararlı adım atması gerektiğinin altını çizen Burkay, şunları söyledi: “PKK silah bırakırken, devlet de güven verici adımlar atar. Bunlar yaşanırsa süreç başarıyla sonuçlanır. BDP de silahların bırakılması yönünde irade beyan ederse sonuç almak daha kolay olur. Dağdakiler arasında ihtimal içlerinde olumsuz düşünenler çıkabilir. Eğer Öcalan çağrı yaparsa sanıyorum ki onların buna direnmesi zor olur. Silahları bırakma süreci başlarsa bir yumuşama olur. Dağdakileri diğer ülkelere sürmek değil, onların Türkiye’ye dönmelerini sağlamak lazım. Siyasi af gündeme girer, siyasetin kanalları açılır. Yeni bir sayfa açmak lazım. Bir dönemi kapamak lazım ve onun yaralarını sarmak lazım.”
 
İran-Suriye uyarısı

Sürecin sabote edilmemesi konusunda uyarıda Burkay, “İçeride ve dışarıda süreci sabote etmek isteyecek bir takım odaklar olabilir. Bu çevrelerin PKK’nın içinde de parmağı var. Sabote etmek isteyenler olacak. PKK’nın içinde ve dışında, Suriye, İran ve bir takım derin odaklar. PKK’nın içinde elleri bulunan derin odaklar çözüm istemez. Bu kesimler bundan sonra da ellerinden geleni yapmaya çalışacaklar. O yüzden dikkatli olmak gerekir. Süreci baltalamak isteyenlere karşı hem hükümetin hem muhalefetin hem de BDP’nin dikkatli olması gerekir” ifadelerini kullandı.

Kaynak: haberturk.com – 07.01.2013

Şii grupların resti Maliki’yi hasta etti

Felç geçiren Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ardından Başbakan Nuri el-Maliki de hastanelik oldu.

Felç geçiren Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ardından Başbakan Nuri el-Maliki de hastanelik oldu. K. Irak yönetimi ile gerginlik yaşayan Maliki, destek arayışı için Şii gruplarla bir araya gelmişti. Ancak, Şii’ler, ülkenin geleceğinden umutsuz olduklarını ve adım atmazsa desteklerini çekeceklerini bildirmişti. Bu sözler karşısında şoke olan Maliki’nin aşırı stres sonucu rahatsızlandığı ortaya çıktı. Irak Başbakanı’nın 3 gündür hastanede kontrol altında tutulduğu iddia edildi.

Kaynak: Türkiye Gazetesi – 18.01.2013

Suriye İran arasında önemli anlaşma

Suriye ile İran arasında l milyar dolarlık kredi anlaşması imzalandı, iki ülke, enerji ve elektrik alanında işbirliği yapacak. Resmi ziyaret için Tahran’da bulunan Suriye Başbakanı Vail El-Halaki ile İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’la görüştü.

Tahran’da temaslarda bulunan Suriye Başbakanı Vail El-Halaki, Şam yönetimin bölgedeki en önemli destekçisi İran’la l milyar 50 milyon avroluk iki anlaşma sağladı, ilk anlaşmada İran ihracat Geliştirme Bakası, Suriye Ticaret Bankasına bir milyar avro kredi açarken, miktarı 50 milyon avro olan ikinci anlaşmada İran, Suriye’de elektrik alanında yatırım yapmayı taahhüt ediyor.

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, ülkesinin gelişimi engelleyen en önemli etkenin, Batılı ülkelerin uyguladığı ekonomik yaptırımlar olduğunu kabullenerek, çıkış yolu olarak petrol gelirlerine olan bağımlılığın düşürülmesi gerektiğini dile getirdi.

İran ekonomisini son durumu hakkında bilgi vermek amacıyla mecliste bulunan Ahmedinejad, ham petrol satımı, Merkez Bankası’na uygulanan kısıtlamalar ve para transferi konusunda Batılı ülkelerin ağır yaptırımlarına maruz kaldıklarını’ söyledi. Ahmedinejad, “Yaptırımlar, muhakkak ki bazı sıkıntılar getirmektedir. ‘Düşmanlar’ bu yöntemlerle bir taraftan halka baskı uyguluyor diğer taraftan da hükümetin bütçesini olumsuz yönde etkilemektedir” dedi.

Cumhurbaşkanlığı süresi Haziran ayında bitecek olan Ahmedinejad, bir saat süren uzun konuşmasının ardından, milletvekillerinin karşı sözlerini dinlemeden hemen meclisi terk etti. Ahmedinejad’ın bu davranışı yoğun eleştiri aldı. Dış Haberler

Kaynak: Sol Gazetesi – 18.01.2013

Suçlanan İran, ABD ve İsrail’i işaret etti

BDP ve AKP’li vekillerin Paris suikastıyla ilişkilendirdiği İran, ABD ve İsrail’i işaret etti. Türkiye’de İmralı ve BDP’liler ile devlet görevlileri arasında başlayan barış sürecini “desteklediklerini” vurgulayan İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest, öldürülen 3 PKK’lı kadın konusunda ise isim vermeden ABD ve İsrail’i işaret etti. İran’ın Ankara Büyükelçiliği tarafından Türkiye’deki basın yayın organlarına iletilen İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün açıklamasında, İran’ın Türkiye’nin istikrar, toprak bütünlüğü ve güvenliğini “kendi güvenliği gibi gördüğü” ifade edilerek, şöyle denildi:

“İran İslam Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler, sürekli olarak karşılıklı saygıya ve iyi komşuluk ilişkilerine dayanmıştır. Bu yaklaşım, İran’ın Türkiye’nin istikrarını, toprak bütünlüğü ve güvenliğini, kendisinin istikrarı ve güvenliği olarak görmesine neden olmuştur. Biz, bölge ötesi ülkelerin bölgedeki istikrarsızlığın en önemli etkeni ve tetikleyicisi olduğuna inanıyoruz. Siyonistlere yakın çevreler ve medya organları, yıllardır İran’ı Türk kamuoyuna kötü göstermeye çalışıyorlar. Ancak iki ülke ve millet arasındaki derin bağlar nedeniyledir ki, bu çabalar başarısız olmuştur."

Kaynak: Habertürk Gazetesi – 18.01.2013

İranlılarla ilgili faili meçhul cinayetlere bir yenisi daha eklendi

Antalya’da 44 yaşındaki İranlı turist, ağaca asılı halde ölü bulundu.

Edinilen bilgiye göre, Konyaaltı ilçesi Sarısu Mahallesi’ndeki ormanlık alanda koyun otlatan bir çoban, bir kişinin iple ağaca asılı halde olduğunu gördü. Durumdan haberdar edilen polis ekiplerinin yaptıkları incelemede bu kişinin öldüğü belirlendi.

Ağaçtan indirilen cesedin üzerinde yapılan aramada İran nüfusuna kayıtlı Hossein Hassan Nejad Valami ismine hazırlanmış pasaport ile telefon numaralarının da bulunduğu Farsça bir not buldu.

Ceset, polisin incelemesinin ardından otopsi yapılmak üzere Antalya Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

Konyaaltı İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri olayla ilgili soruşturma başlattı.

Kaynak: Habertürk Gazetesi – 17.01.2013

Esed güçleri, Humus’’ta 106 sivili hunharca katletti

Esed güçleri, Hınıs’ta 106 Suriye insan Hakları izleme Grubu, diktatör Beşşer Esed’e bağlı eli kanlı katillerin geçen salı günü Humus’a düzenlediği saldırılarda aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 106 kişinin barbarca öldürüldüğünü duyurdu.

Yapılan açıklamada, Esed güçlerinin Humus’un Başatın el-Hasaviye bölgesinde evlere baskınlar düzenlediği, ölen 106 kişiden bazı kurbanların evlerinde yanarak hayatlarını kaybettiği belirtildi. Açıklamada, diğer sivillerin de vurularak veya süngülenerek öldürüldüğü bildirildi.

İnsan Hakları İzleme Grubu Başkanı Rami Abdurrahman, aralarında 3 çocuğun da bulunduğu aynı aileden 14 kurbanın isimlerinin belli olduğunu, öldürülen diğer aileler ile ilgili bilgilere de sahip olduklarını söyledi. Abdurrahman, bölgede gerçekleştirilen katliamın Birleşmiş Milletler tarafından soruşturulması gerektiğini ifade etti.

Kaynak: Yeni Akit Gazetesi – 18.01.2013

İran’dan ölüm hapları

Merdiven altında üretilen 439101 ve son rakamı 707 ile biten hapların şifresi çözüldü. 300 bin kutu sahte ağrı kesici piyasadan çekildi. Toptancılar ilaç satmayı bıraktı, ellerindeki hapları iade etti.

İstanbul Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri sahte ilaç şebekelerine yönelik 2 ayrı operasyon yaptı. İlk operasyonda yaklaşık 300 bin kutu sahte Novalgin ve cinsel gücü artırıcı ilaç ele geçirildi. Şebekenin ilaçları kendi imal ettikleri belirlendi. Sahte cinsel gücü arttırıcı ilaçlar ile yakalanan şebekenin ise İranlı bir kişiden aldığı ilaçları İstanbul’da sattığı belirlendi.

Seri numaraları hep aynı çıktı

Yakalanan sahte ilaçlar üzerinde yapılan incelemelerde ise sahte paketlerin üzerinde bulunan seri numaraların aynı olduğu görüldü. Sahte ağrı kesicilerin tamamında 439101 seri numarasının olduğu cinsel gücü arttırıcı ilaçların ise 707 ile biten serileri taşıdığı belirlendi. Bunun üzerine polis son yıllarda ele geçirilen sahte ilaçları inceledi. Şebekelerin sahte ilaçlara rastgele seri yazdıkları ve birbirine yakın rakamları kullandıkları ortaya çıktı.  Ele geçirilen ağrı kesiciler ile ilgili Sağlık Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı uzmanlarının yanı sıra sahteleri üretilen şirketin Fransa’da bulunan merkezi tarafından da rapor hazırlandı. Hazırlanan raporlara göre sahte ilaçların ölümcül sonuçlar doğurduğu bildirildi. Üretilen sahte ilaçların izini süren polis bir çok işyerinin ağrı kesici satmayı bıraktığını gördü. Polisin görüştüğü gıda toptancıları ellerinde bulunan ilaçları da iade ettiklerini söyledi.

Kaynak: Star Gazetesi – 18.01.2013

İran gemisi kaçtı

Bir Alman bankasının çıkardığı mahkeme kararıyla Sri Lanka’da alıkonulan İran gemisinin kaçtığı bildirildi.

Sri Lanka makamları, geminin önceki gün ülke karasularının dışına çıktığını, BM denizcilik yasaları gereği ülkelerinde suç işlemedikçe ülke karasularından 12 mil uzaklaşan herhangi bir gemiyi durdurma hakları olmadığını duyurdu. Sri Lanka Deniz Kuvvetleri Sözcüsü Kosala Warnakulasuriya gemiyle temasa geçerek durdurmayı denediklerini ancak başaramadıklarını belirtti.

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi – 18.01.2013

Suriye bölünecekse!

(ABDURRAHMAN DİLİPAK/Yeni Akit Gazetesi)          Zamanın bölgede akışı yeniden hızını artırdı.. Esed Rus gemisinde saklanıyormuş.. ÖSO PYD ile çatışıyor. Fransa’dan sonra Rusya’da da PKK’ya silah sağlayan bir Rus işadamı silah kaçakçısı öldürüldü.. Bu arada sanki Suriye planı üzerinde yeni alternatifler sözkonusu olmaya başladı.

Suriye düşerse ne Lübnan ne de Ürdün kalır. Buralarda da rejim değişikliği olur. Birileri işte tam da bu noktaya, Suriye’yi, Ürdün ve Lübnan’la birlikte ele almak istiyor gibi sanki..

Federal bir Suriye mümkün mü? O zaman dini, mezhebi, etnik anlamda bölünmüş bir Suriye, bir federasyon çatısı altında bir araya getirilebilir mi?

Bana göre, 3 devlet de varlığını sürdürmeli, ama Suriye bölünmemeli. Ama üç ülke arasında gümrük, ticaret, savunma birliği kurulabilir. Vizesiz, daha doğrusu pasaportsuz geçiş sağlanabilir. Bu çerçevede Filistin’i de bu birliğe dahil etmek mümkün.

Buraları zaten eski “Biladı Şam” değil mi idi? Sanki Ruslar da Nuseyrilere bir kara parçası koparıp, kendisi de o bölgede kalmak istermiş gibi bir anlayış var. Oysa bu Ruslar için gelecek açısından tam bir felaket olacaktır. Yine aynı şekilde Hıristiyanlara bir toprak verip, onu da Nuseyrilerle ilişkilendirmek aynı şekilde onlar için bir felaket senaryosudur.. Lübnan’daki Şiileri de bu birliğe dahil etmek gibi bir senaryo kulağa hoş gelse de hiç de akıllıca bir senaryo olmayacaktır.. Zaten nisana doğru bu işler netleşecek gibi gözüküyor.. Ruslar zaten Suriye’den yavaş yavaş çekiliyor. Ama masada kalmak için ipleri tamamen koparmayacak.. İran nisandan sonra içeriye yoğunlaşacak. Ülke seçim havasına girecek. Hatta Irak konusu ile bile ilgilenmek için fazla bir zamanı, imkanı olmayacak.. Durup dururken Lübnan ve Ürdün’ü de bu karmaşanın içine çekecek olursanız belki çözüm için zaman biraz uzasa da, netice değişmeyecek..

Belki biraz daha fazla kan dökülecek o kadar. Birileri belki biraz daha kan dökülürse bu batılıların ülkeye müdahalesi için bir fırsat doğurabilir mi diye bir plan yapıyor olabilir, ama o durumda, kendi arasında çatışan grublar bile birleşerek batılılara ve İsrail’e dünyayı cehennem edebilir.. Rusya, ABD ve İngiltere’nin, İran’ın, Mısır’ın, Türkiye’nin bölgeye müdahalesi ile iş daha da içinden çıkılmaz bir hal alabilir. Sel gidip kum kaldığında geride kalanlar batılı ülkeler olmaz! Hangi senaryoyu ele alırsanız alın, hesapta ne Nuseyriler, yani Baas, ne de Esed ailesi yok.. Esedçiler neyi bekliyorlarsa, ne zamana kadar bekleyeceklerse, kendileri de bilmiyor olsa gerek. Esed ailesi için ve Nuseyriler için gelecek günler, geçen günleri aratacak..

Yani demem o ki, Suriye ile ilgili bölünme senaryoları hayal mahsulü. Kimse bu riski göğüsleyemez.. Tamam Suriye’de Sünni, Şii, Nuseyri, Ermeni, Hıristiyan, Kürt, Türk, Arap, Dürzi birçok halk topluluğu var.. İhvan’ı, Selefisi var, Hizbuttahrir’i var, sağcısı, solcusu, liberali, milliyetçisi, sosyalisti, Filistinlisi, masonu, her çeşit adamı var.. Bu kadar çoğulculuğa rağmen, Şam’ın genel, başat kimliği Müslüman ve Sünni.. Birileri kaşımazsa, başlangıçta bazı sorunlar yaşansa da, uzun süreli bir belirsizlik ve çatışma olmaz.. Belli aşiretlerın temel tercihi belli. Onları bir arada tutacak tek bir kimlik var, o da İslam kimliği. Herkes bunun farkında.. En çok kabul gören harekette İhvan hareketi.

Suriye’de taşlar, Esed yıkıldıktan sonra hemen düzelmeyecek. Daha diasporanın dönüşü ve Suriye halkının kimliklerinin tesbiti, şehrin yeniden imarı, siyasi düzenin, hukuk ve iktisadın, bürokrasinin, diplomasinin, mali düzenin kurulması zaman alacak elbette..

Suriye için en büyük şans Türkiye ve Mısır.. Başlangıçta zor da olsa, göreceksiniz Suriye sanılandan çok daha kısa sürede toparlanır. Potansiyel, konjonktür, jeopolitik ve jeostratejik özellikleri, coğrafi ve nüfus büyüklüğü bu açıdan önemli..

Esed de yakında anlayacak, bu işin geri dönüşü olmadığını, bu işin böyle ilanihaye gidemeyeceğini ve her geçen gün, kendi, ailesi, arkadaşları ve Nuseyriler açısından bu işin riskinin giderek büyüdüğünü. İran da görecek, bu işin kendisi için oluşturduğu kayıp ve risklerin, sağlayacağı faydadan çok daha büyük, hatta kıyaslanamayacak kadar büyük olduğunu.. Esed yönetimi, Şam’ın belli bölgelerine sıkışmış durumda..

Bu arada Özgür Suriye Ordusu, her geçen gün daha da büyüyor ve güçleniyor. Artık ellerinde nerede ise silah ve  mühimmat sıkıntısı yok. Tankları da var, kısa menzilli roketleri de, uçaksavarları da. Hem de Çin malı, Rus malı roketler, İran’ın Suriye’ye gönderdiği füzeler de dahil, hepsinden var ve her gün daha fazla silaha sahip oluyorlar. Helikopterleri bile var. Ülke genelinde duruma hakim vaziyetteler.. Suriye hükümeti dış dünyada da tanınmıyor artık. Muhalefet görevi devralacağı güne hazırlanıyor bir yandan da.. İslam Konferansı’nda da, Arap Birliği’nde de Esed rejimi yalnız kaldı. BM de ve AB nezdinde de durum farklı değil..

Esed her gün, gece gündüz, kendi ve dostlarını gömecek kadar büyük ve derin bir mezar kazıyor kendine. Kendi cehennemine kendi sırtında odun taşımaya devam ediyor..

Esed rejimi çökerse, bu işten İran çok üzülecek, ama en az İran kadar üzülecek bir başka ülke daha var. O da İran’ın can düşmanı ilan ettiği İsrail.

Ne garip bir tecelli değil mi? Esed giderse, Suriye, Hamas’la aynı çizgideki bir başka yönetimle yoluna devam edecek.. Ahmedi Nejat yönetimindeki İran ve İsrail yönetimlerinin Suriye konusundaki bu pozisyonları çok ilginç değil mi? Ama sanırım haziran seçiminden sonra İran da artık bu konudaki rotasını yeniden belirleyecektir. İranlı gençlerle “vahde vahde İslamiye” diye ezgiler söyleyebilseydik. CHP ve Ulusalcı/Ergenekoncu çevrelerle, Nuseyrilerle el ele, Hamas’a, İhvan’a karşı bir İran! Bunu anlamak ve kabullenmek, bana zor geliyor. Selâm ve dua ile..

 18.01.2013

Esad’dan BM’ye şok Türkiye başvurusu

Suriye, çalınan fabrika mamullerinin Türkiye’ye götürüldüğü iddiasıyla BM’ye başvurdu. Suriye, Türkiye’nin kınanmasını talep etti.

Esad yönetimi Türkiye’yi isyancıları silahlandırmak ve desteklemekle suçluyor.

Suriye, Halep kentinde 1000 kadar fabrikayı yağmalayan isyancıların, buralardan aldıkları malları Türkiye’ye götürdüklerini iddia ederek, Birleşmiş Milletler’den Türkiye’yi kınamasını istedi.

Suriye’nin BM büyükelçisi Beşar Caferi Güvenlik Konseyi’ne gönderdiği ve Genel Sekreter Ban Ki-moon tarafından açıklanan mektupta, silahlı grupların “çalıntı malları Türk hükümetinin bilgisi dahilinde Türkiye’ye taşıdıklarını” iddia etti.

Mektupta “Suriye bu ahlak dışı eylemlerin ülkelerarası suç ve korsanlık eylemlerine doğrudan katılım demek olduğuna dikkat çeker. Suriye Arap Cumhuriyeti, Güvenlik Konseyi ve Genel Sekreter’den bu terör eylemlerini kınamasını ve hem faillerden hem de onlara arka çıkan devletler ile bölgesel ve uluslararası güçlerden hesap sormasını talep eder” ifadesi yer aldı.

BM, 22 ay önce barışçı gösteriler olarak başlayan protestoların Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a karşı bir ayaklanmaya dönüşen mücadelede 60 binden fazla insanın öldüğünü bildiriyor.

Esad yönetimi Suudi Arabistan, ABD, Türkiye, Katar ve diğer Batılı hükümetleri isyancıları silahlandırmak ve desteklemekle suçluyor.

Kaynak: Sabah Gazetesi – 18.01.2013

Maliki, Sünnilerden özür diledi

Irak’ta Başbakan Nuri el Maliki hükümeti, Sünnilerin haftalardır sürdürdüğü yönetim karşıtı gösteriler karşısında geri adım attı. Maliki, ‘terörle mücadele’ yasası kapsamında tutuklanan 300rden fazla Sünni’yi serbest bıraktı. O İRAK’TA Başbakan Nuri el Maliki hükümeti, ülkenin birçok kentinde Sünnilerin haftalardır devanı eden gösterileri karşısında geri adım atarak, bir hafta içinde 335 Sünni tutukluyu serbest bıraktı. Bağdat’ın doğusunda bulunan Tesfirat Cezaevi’nde önceki gün düzenlenen törende 5′i kadın 178 tutuklu serbest kaldı.

‘Özür diliyorum’

Sünni tutukluların serbest bırakılmasıyla ilgili konuşan Irak Başbakan Yardımcısı Hüseyin el Şaristani, “Irak devleti adına hapse atıldıktan sonra suçsuz olduğu ortaya çıkan kişilerden özür diliyorum” dedi. Irak Adalet Bakanlığı sözcüsü Haydar el-Esedi de, göstericilerin talepleri ve Başbakan Maliki’nin emri doğrultusunda tutuklu ve mahkûmların durumunu takip ettiklerini söyledi. Adalet Bakanlığı sözcüsü Esedi, başbakan yardımcısı, adalet, savunma ve bazı önemli bakanlıkların temsil edildiği Bakanlık Komisyonu’nun oluşturulduğunu ve bu komisyonun yürüttüğü ciddi çalışmalar neticesinde son bir haftada 335 kişinin serbest bırakıldığını belirtti. Terörle mücadele yasası kapsamında tutuklanan Sünnilerin serbest bırakılması haftalardır süren gösterilerde öne çıkan taleplerden biriydi.

Maliki‘nin istifası isteniyor 

Sünni gösterilerde Başbakan Nuri el Maliki’nin istifa etmesi ve Saddam Hüseyin döneminin yöneticilerine yönelik takibin son bulması da isteniyor. Hükümetin geri adımına rağmen An bar kentinde binlerce kişinin Maliki karşıtı gösterileri sürdürdüğü belirtildi.

Kaynak: Milli Gazete – 16.01.2013

Maliki karşıtı Iraklı milletvekili öldürüldü

Irak batısında yer alan Felluce ilçesinde hizmet projelerini teftişi sırasında Milletvekili Ayfan Sadun El İsavi’nin yanına yaklaşan işçi kılığındaki bir intihar eylemcisi üzerindeki bombayı patlattı. İntihar eylemcisinin da parçalanarak öldüğü saldırıda El İsavi ile beraberindeki 2 koruması öldü, 3 koruması da yaralandı. İfan Sadun El İsavi milletvekili seçilmeden önce Felluce’de El kaide terör örgütüne karşı savaşan Sahva kuvvetlerinin başkomutanı görevini yapmıştı. El-İsavi, daha önce 3 kez suikast girişimine maruz kalmıştı.

Irak Bloku ve Türkiye saldırıyı kınadı 

Irak Meclisi’nde Sünnilerden oluşan Irakiye Bloku, El-İsavi’ye düzenlenen intihar saldırısını kınadı. Yayınlanan bildiride “Tüm sorumluluğu Silahlı Kuvvetler Başkomutanı Başbakan Nuri Maliki’ye yüklüyoruz. Sembol şahsiyetleri hedef alan namert saldırılar, eylemcileri yıldıramayacaktır” denildi. Öte yandan Türkiye de El-İsavi’ye saldırıyı kınadı. Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Milletvekili Ayfan Saadun el-İsavi’yi hedef alan intihar saldırısının nefretle kınandığı belirtildi.

Kaynak: Star Gazetesi – 16.01.2013

İranlılara 24 saat mühlet

Hür Suriye Ordusu, ülke içindeki İranlıların Suriye’den ayrılması için 24 saat süre verdi. HSO “Aksi halde hayatlarından sorumlu değiliz” uyarısında bulundu

Suriye’de 22 aydır devam eden ve 60 binin üzerinde insanın hayatına mal olan isyan dalgasında en başından beri Beşşar Esed yönetimine en büyük desteği veren ülkelerden biri de İran oldu. Tahran yönetiminin Şam’a hem maddi hem de askerî anlamda destek olduğu ve İran askerlerinin Suriye ordusuna eğitim ve taktik verdiğine dair iddialar ortaya atılıyordu. Son olarak Türkiye ve Katar’ın arabuluculuğuyla 9 Ocakta Suriyeli muhaliflerin bir süredir ellerinde tuttukları 48 İran vatandaşına karşılık olarak, Suriye’de aralarında Türk vatandaşlarının da bulunduğu 2 bin 130 sivil tutuklu serbest bırakılmıştı.

Sivil olduklarını iddia ediyorlar 

Esed rejimine karşı silahlı mücadele yürüten Hür Suriye Ordusu Birleşik Komutanlığı Genelkurmay Başkanı General Selim İdris, Suriye’deki İranlıların ülkeden ayrılmaları için 24 saatleri olduğunu, aksi halde hayatlarından HSO’nun sorumlu olmayacağını ifade etti. İdris, “Suriye’de bulunan bazı İranlılar HSO tarafından esir alınıyor ve İran Hükümeti onların asker değil sivil olduğunu iddia ediyor. Bu sebeple uyarıda bulunmak ihtiyacı duyduk” dedi. İdris, İranlılara 24 saat içinde ülkeden ayrılmaları çağrısında bulundu. l Zannedildiğinin aksine Rusya ve İran’ın, Suriye rejimine verdiği desteğin azalmadığını bilakis arttığını ifade eden İdris, Suriye rejiminin güvenlik birimlerinin yönetiminin Rus ve İranlı uzmanlar tarafından idare edildiğini öne sürdü. İdris, Şam’daki esir değişimi sırasında serbest kalan HSO askerlerinden bazılarının “İranlıların soruşturmalarına maruz kaldık” dediklerini de dile getirdi.

Üniversitece hava saldırısı: 46 ölü 

Suriye’de Halep Üniversitesi’ne düzenlenen saldırıda ilk belirlemelere göre 46 kişinin öldüğü belirtildi. Suriye Genel Devrim Konseyi (SRGC), üniversitenin Mimarlık Fakültesi’ne düzenlenen hava saldırısında onlarca kişinin de yaralandığını duyurdu. Saldırı nedeniyle hem muhalifler hem de rejim birbirini suçladı.

Halep’te sarılık salgını 

Suriye’de muhaliflerle Esed güçleri arasında en sert çatışmaların yaşandığı kentlerden Halep’te sarılık hastalığının yayıldığı ve kent sakinlerinin ilaç sıkıntısı nedeniyle tedavi imkânı bulamadığı belirtildi. Suriye Devrim Komiteleri Sözcüsü Muhammed el Halebi, Hür Suriye Ordusu’nun Halep’te rejim güçlerine ait birçok noktayı ele geçirdiğini bunun da ordunun mühimmat sevkiyatına darbe vurduğunu ifade etti. Halebi, “Rejim güçleri, Suriye halkından intikamını meydanlarda gerçekleştirdiği infazlar, elektrik kesintileri ve ilaç üreten laboratuarların çalışmasını engelleyerek alıyor” dedi. Bölgede sarılığın yayıldığını söyleyen Muhammed Halebi, Halep halkının, ilaç bulma konusunda büyük sıkıntı yaşadığını söyledi.

Kaynak: Taraf Gazetesi – 16.01.2013

İran’da Türk dizileri ‘Hükümet baskısıyla kesildi’ iddiası

Kanalın, sırf abonelik ücreti almaya yarayacak bir modele dönmek için bu işe bizzat kalkışmış olabileceği de öne sürülüyor. Halkın büyük bölümü, yayınların hükümet baskısıyla kesildiği kanısında. İran’da sakıncalı damgasını yiyen Türk dizilerinden biri de Muhteşem Yüzyıl. Dizide dublaj yapan birkaç kişi gözaltına alınınca, dublajın değişmesi izleyicileri bir hayli şaşırttı. Memnuniyetsizlik oluşunca dizi yayından kaldırıldı.

İran‘da ‘Lale Devri’ isyanı 

Türk dizileri İran’da da oldukça popüler, “Lale Devri” dizisi de bunlardan biri. Fakat “Lale Devri”ni yayınlayan ve merkezi Dubai’de bulunan GEM TV adlı kanal, pazar günü bir anda dizinin yayınına son verdi ve izleyicileri isyan ettirdi. Kanaldan konuya ilişkin bir açıklama yapılmazken olayda Tahran yönetiminin etkisi olmuş olabileceği belirtiliyor. New York Times’a konuşan “Lale Devri” meraklısı 52 yaşındaki Şehnaz adlı kadın, “Diziler kalbimi rahatlatıyor. Onları benden alan kim?” diye sordu.

Kaynak: Habertürk Gazetesi – 16.01.2013

İran 2014’te kritik kapasiteye ulaşacak

Amerikan Bilim ve Uluslararası Güvenlik Enstitüsü (ISIS), İran’ın nükleer kapasitesini 2014′te artıracağını ve en az bir nükleer bombaya yetebilecek “kritik kapasite”ye ulaşacağını savundu.

Merkezi ABD’de bulunan ve nükleer silahların yayılmasını önleme çalışmaları alanında faaliyet gösteren enstitünün raporunda, İran’ın bir ya da daha fazla nükleer bomba inşa etmeye yetecek uranyum ve plütonyum üretebilecek olması “kritik kapasite” olarak tanımlanıyor. ISIS raporunda, “İran’ın nükleer program konusundaki mevcut ilerleyişine dayanarak, 2014 ortalarında bu kritik kapasiteye ulaşacağını tahmin ediyoruz” ifadesi yer aldı.

Raporda İran’a uygulanan yaptırımların artırılması ve Tahran’ın ticari olarak izole edilmesi çağrısında bulunuldu.

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi – 16.01.203

Türk: infazın adresi İran

İmralı’da Öcalan ile görüşen Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk, Paris infazları için iran’ı işaret etti: “Derin devlet olduğunu düşünmüyorum. Kürt sorununun çözümü Türkiye’yi bölgede tek güç yapar. Bu nedenle İran yapmış olabilir.

İran yaptı

İmralı’da Öcalan ile görüşen Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk, Paris’te 3 PKK’lı kadının öldürülmesiyle ilgili adres olarak İran’ı gösterdi. TBMM kulisinde gazetecilerle sohbet eden Türk, şunları söyledi:

“Bu kez ben derin devlet olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’nin bölgede tek başına uluslararası güç olmasını istemeyen uluslararası güçler söz konusu olabilir. Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi Türkiye’nin bölgede tek güç olmasını sağlar. Bu nedenle İran yapmış olabilir. Daha önce de oldu. Suriye istihbaratı, İran istihbaratıyla birlikte çalışır. Bu Suriye’nin de işine yarar. Bilgiye dayalı söylemiyorum ama tahminim İran yaptı.

Tabii burada ‘İran istihbaratı yaptı’ derken belki başka istihbarat adına yaptı, bunu da bilemeyiz. Ama sonuçta Fransa, sürekli takipte olan bu yerde bu olayı kimlerin yaptığını açığa kavuşturmak zorunda.

‘Tek silah kullanıldı’ 

Fransız TF1 News kanalı, polis kaynaklarına dayandırdığı haberinde, cinayetlerin tek silahtan çıkan 7.65′lik mermilerle gerçekleştirildiğini duyurdu. İki kişinin kafalarına sıkılan 3 kurşunla, üçüncüsünün de 4 kurşunla öldürüldüğü belirtildi.

Kaynak: Habertürk Gazetesi – 16.01.2013

Esad’ın vasiyeti: Mısır’ı bombalayın

Beşar Esad’ın generalleri ile yaptığı gizli bir toplantıda vasiyetini açıkladığı ileri sürüldü, İsrail kaynaklı habere göre Esad, generallerine “Eğer muhaliflerin bombalarıyla veya Kaddafi gibi öldürülürsem “Mısır’ı vurun” emri verdi.

Ölürsem Mısırı vurun

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın generalleri ile yaptığı gizli bir toplantıda vasiyetini açıkladığı ortaya çıktı. İsrail merkezli internetten yayınlanan Inyan Merkazi sitesinin Suriyeli kaynaklarına dayandırdığı haberde Beşar Esad’ın, generallerine “Eğer beni muhaliflerin bombalan öldürür veya Muammer Kaddafi gibi bir serseri tarafından öldürülürsem “Mısır’ı vurun” dediği öne sürüldü.

El Vatan gazetesi de Esad’ın yakın çevresine “Her ne olursa olsun, gemisini terk eden kaptan olmayacağım” dediğini aktardı. İngiliz yayın kuruluşu BBC’ye açıklama yapan Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal Mikdat ise “Beşar Esad’m 2014′teki seçimde yeniden aday olmaması için hiçbir engel yok. Bu onun en doğal hakkı” dedi. Rusya ise Halep Konsolosluğu’nu kapattı.

Üniversiteye bomba: 46 ölü

Suriye’de Halep Üniversitesi’ne düzenlenen hava saldırısında aralarında kadınlarında bulunduğu 46 kişinin öldüğü bildirildi. Suriye Genel Devrim Konseyi (SRGC), üniversitenin Mimarlık Fakültesi’ne düzenlenen hava saldırısında onlarca kişinin yaralandığını duyurdu.

Kaynak: Sabah Gazetesi – 16.01.2013

Emperyalizmden İran’a: Düşman görünelim…

İran ve Şia ile alakalı bu değerlendirme Müslümanların mevcut algılarına aykırı olduğundan bazı zihinlerde idrak sıkıntısına yol açabilir. Bu yüzden hadiseyi örnekler bağlamında muşahhaslaştıralım.

“Emperyalizmden İran’a: Dostlar Kazan!” “Düşman Görünelim Sen Müslüman"

Ümmetin siyasi, ve ictimai manada yek vücut olduğunun muşahhas sureti olan Osmanlı’nın mirasına sahip çıkan bir Türkiye ile İran’ın karşı karşıya geleceği malumdu. Bu malumiyet belli çevrelerin hakikati tahrif ameliyelerine rağmen, bugün o derece zahir olmuştur ki, en basit nazarla dahi iki devlet arasındaki derin ihtilafı görmek mümkündür.

Aynı idealleri taşıdığımızı zannettiğimiz, bütün olanlara rağmen kucakladığımız İran gördük ki bir yüzüyle ümmet coğrafyasında, diğeriyle ise şer cephesinde yer almakta. Yani sahnede farklı, mahfilde farklı bir İran var. Surette ABD ve İsrail’le derin bir anlaşmazlık içerisinde olan fakat ABD’nin işgal ettiği yerlerde her nasılsa sürekli kazanan, kendisine atiyyeler verilen bir İran…

Emperyalizma, kendi menfaatleri çerçevesinde kurduğu dengeyi koruyabilmek için, elini sahnede Ehl-i Sünnet Müslümanların yaşadığı devletlere, mahfilde ise İran’a uzatmakta. Fakat zaman zaman da iki yüzlülüğünü örtememekte. Emperyalizma, geçen asırda Anadolu’yu, Mısır’ı, Şam’ı, Hindistan’ı işgal etti fakat Şii nufusun yoğun olduğu yerlere neredeyse hiç müdahil olmadı. (Ehl-i Sünnet tarafından ehl-i kıble olarak görülen ve İslam dairesi içerisinde kabul edilen Şiilere emperyalizmanın müdahil olmaması her Müslüman için sevindirici bir durumdur.) Çünkü Batı için asıl tehlike İslam coğrafyasındaki büyük çoğunluğu temsil eden Ehl-i Sünnet’tir. Bu yüzden emperyalizma planlarını azınlık olan Şiilere yeni yayılma alanları hazırlamak ve Ehl-i Sünnet Müslümanlarını farklı değerleri öne çıkararak yeni parçalara ayırabilmek esası üzerine tasarlamaktadır. Bunun için hemen her kesimden müslümanın nefretini kazanan ABD ve İsrail, İran’la düşman görünerek, İran’ın Ehl-i Sünnet Müslümanları nezdinde itibar kazanmasını temin etmektedir. Yani emperyalizma icraatlarıyla İran’a, “Sürekli düşman görünelim ki sen yeni dostlar kazan.” demektedir.

İran ve Şia ile alakalı bu değerlendirme Müslümanların mevcut algılarına aykırı olduğundan bazı zihinlerde idrak sıkıntısına yol açabilir. Bu yüzden hadiseyi örnekler bağlamında muşahhaslaştıralım:
ABD, zahirde İran’a nisbetle Ehl-i Sünnet Müslümanların çoğunlukta olduğu devletlere daha yakın duruyor. Ne var ki aynı ABD işgal ettiği Irak’tan çekilirken yönetimi İran’la her nevi birlikteliği olan Şiilere bıraktı. Nuri el-Malikî’nin hukuksuz uygulamalarından bunalan halk Saddam’ı arar hale geldi. İhvan-ı Müslimin’e yakınlığı ile bilinen Tarık el-Haşimî idama mahkum edildi. Sunnilerin yaşadığı bölgelerden sürekli katliam haberleri geliyor.

Lübnan, İran devrimini desteklemek için kurulan Hizbullah’ın kontrolünde. Suriye’de iktidar onlarca yıl önce azınlık olan Nusayriler’e teslim edilmişti. En zalim idarecilerin dahi yapmaya cüret edemeyeceği katliamları Batı, Nusayriler eliyle yaptı. Dün Hama, Hıms yerle bir edildi. Bugün aynı azınlık kendisini iş başına getiren emperyalizmanın gizli, İran’ın ise açık desteğiyle Müslüman katliamına devam ediyor.

Ehl-i kıble nazarıyla baktığımız Şia hakkında böyle bir mütaala, “ümmet bilincine ne kadar uygun?” diye sorabilirsiniz. Aslında bu soruyu, yazıyı yazmadan önce ben de kendime sordum. Fakat bina çökerken çatlayan duvarlara mücamele yapmanın büyük kayıplara yol açacak olması beni bu satırları yazmaya icbar etti. İsterseniz hadiseye Şam’da, Halep’te ya da Hama’da “Özgür Suriye Ordusu” saflarında savaşan mücahitler zaviyesinden bakalım. Geçen yıla kadar onların araba, ev ve işyerlerinin camlarında Hizbullah lideri Nasrallah’ın posterleri asılıydı. Şii olduğuna bakmadan onun zaferiyle iftihar ederlerdi. Hatta Butî’nin duasından etkilenip, “Ya Rab! beni Nasrallah’ın bedeninde bir parça yap” diye dua edenler de vardı. Fakat aynı Nasrallah, aynı Müslümanları Lübnan’da mülteci, kendi topraklarında ise mukim olarak hunharca katletti. Şimdi onlar, muzaffer olması için dua ettikleri “Hizbullah”a “Hizbuşşeytan”, Nasralllah’a “Nasrallât” diyorlar.

Ehl-i Sünnet, Şia’yı her şeye rağmen tarihin hemen her döneminde defalarca kucakladı. Yakın dönemde Ehl-i Sünnet’e mensup bazı alimler, “Mukaren Fıkıh” kapsamında Şia Fıkhını da okuttu. Son dönemde telif edilen İslam Fıkhı kitaplarının bir kısmında Şia fıkhı’na yer verildi. Mustafa es-Sibaî (rahimehullah) akademik hayatı boyunca gerek dersleriyle, gerekse de eserleriyle rıza-i ilahi için bu oluşumu destekledi. Fakat Merhum, Şii alimlerin gerçek hayatta, ittihad-i İslam gündemli meclislerdeki konuşmalarının zıddına davrandıklarına şahit olunca yine ilah-i rıza için desteğini çekti. Hoca, Şia’nın söz-amel farklılığına müşahhas bir örnek olarak 1953 yılında Sur şehrindeki evinde ziyaret ettiği Şii alim Abdulhüseyin Şerefuddin’den bahseder. Evde, ittihad-ı İslam için neler yapılabileceği konuşulur. Belli esaslarda anlaşma da sağlanır. Her iki taraftan alimlerin birbirlerini ziyaret etmeleri ve bu yakınlaşmayı temin edecek eserlerin telif edilmesi öncelikle yapılması gerekenler olarak not edilir. Sibaî bu çerçevede bir takım girişimlerde bulunur, Beyrut’ta Şia’nın önde gelen isimlerini ziyaret eder. Ne var ki bir zaman sonra ittifakın müessisi kabul edilebilecek Abdulhüseyin’in, Ebu Hureyre (radiyallahu anh) hakkında sövgülerle dolu bir kitap neşrettiğini görür. Sıbaî’nin başlattığı, Şia ile Ehl-i Sünnet’in ittihad-ı İslam ameliyesi öncekilerde olduğu gibi yine Şiilerin sözlerine muhalif amelleriyle inkıraza uğrar (Sibaî, es-Sünne ve Mekânetuha fi’ş-Şeriati’l-İslamiyye, Beyrut, 1985, s. 8-10).

Şia, amel planında muahede esaslarını değil, gizli ajandasını esas aldı. Muhammed Takî el-Kummi adındaki Şii bir alim 1945 yılında Kahire’de “Dâru’t-Takrib beyne’l-Mezahibi’l-İslami”yi kurdu. Kurumun amacını, Ehl-i Kıble’yi tevhit etmek olarak açıkladı. Sunni alimlerin bir kısmı da zahirde iyi niyet taşıyan bu kurum içerisinde görev alarak katkı sağladı. Dâru’t-Takrib’in yayın organı olan “Risaletü’l-İslam” mecmuası Ezher Rektörü Mahmud Şeltut’un verdiği bir fetva ile kurumun gizli ajandasını deşifre etti. Sahabeye sövmekten vazgeçmeyen Şia, Ezher Rektörü olan Şeltut’a; “Ehl-i Sünnet mezhepleri gibi İmamiyye ya da İsna Aşeriyye Şiası olarak anılan Caferiyye mezhebinin hükümleriyle de amel etmek caizdir. Müslümanlar bunu bilmeli ve bazı mezhepler hakkında taassuptan kurtulmalıdırlar.” (Mahmud Şeltut, Fetva Tarihiyye, Risaletü’l-İslam, XI, 1378/1959 s. 227) şeklinde fetva verdirmeyi başardı. Pek çok Şii, bu fetvayı kitaplarının ilk sayfalarına aldı. Fetvanın etkisiyle bazı sunni gençler şiî oldu.

İran devriminden sonra İslam gençliği, şiileri, “Ne Sünniler ne Şiiler yaşasın İslam ümmetinin birliği” ifadesiyle kucakladı.

Hadiseye dair hükmü, realite yerine, sadece emperyalizmanın surette İran’la kesintisiz bir krizi tercih etmesine bakarak tayin edenler, ray değiştirdi. Şia’nın gizli ajandası çerçevesinde yaptığı ihanetlere bakmadan onu desteklemeyi tercih etti. Filozofların Yunan Felsefesi’ne ait metinleri Arapçaya aktarırken “felsefe” kelimesini “hikmet” olarak tercüme etmeleri gibi, onlar da, Şia’yı, Ehl-i Beyt olarak isimlendirdi. İran’dan etkilenen yazar-çizer taifesi Suriye’deki katliama ya sessiz kalarak ya da bizzat İran’ın dolayısıyla da katil Esad’ın yanında yer alarak destek oldu. Hama,’da, Hımıs’ta, Şam’da her gün yüzlerce Müslüman şehit olurken, Suriye davası Filistin, Arakan ya da Somali için oluşan komuoyu desteğinin çok gerilerinde kaldı. Mazlumlarla dayanışma için düzenlenen mitinglerde Suriye gündeme bile alınmadı. Bütün bunların arkasında Türkiye’deki İran sever yazar-çizer taifesinin önemli bir rolü vardır. “Ehl-i Sünnet sabır ve temekkün okuludur. İhtilali benimsemez. Dolayısıyla meşru otoriteye başkaldıranlar desteklenemez.” diyen Müslümanlara gelince, onlar, emperyalizmanın Müslümanları katletme karşılığında kendisine iktidar verdiği Esad rejimini hangi esaslara dayanarak meşru addediyorlar ki ona başkaldırıyı gayr-ı meşru görüyorlar.”

Kaynak: timeturk.com aracılığıyla Hüküm Dergisi – 16.01.2013