4 Şubat 2012 Cumartesi

Şiilik (Şia) nedir ?

Şii veya Şia, Arapça bir kelimedir ve “taraftar” anlamına gelir. Bu kelime, Hz. Osman’ın şehit edilmesinin ardından, Hz. Ali ve Hz. Muaviye (Haşimi ve Emevi kabileleri) arasında yaşanan hilafet krizinde, tarafları ifade etmek için kullanılmıştır.

Şia kavramı, bu krizde yer alan taraflar anlamının dışına çıkarak, bugün İran’ının resmi ideolojisi olarak kullanılan inanışın özel adı haline gelmesi, Hz. Ali ve torunlarının yaşadığı dönemden çok sonra olmuştur.

Artık bugün Şiilik; Hz. Ali’nin ve torunlarının halife olması gerektiği düşüncesini, bir eleştiri ya da muhalif görüş olmanın ötesinde, bir iman esası kabul eden, ümmeti siyasi olarak bölen ve inanç tahrifatını Müslümanlar arasında yayan bir inanışın adıdır.
Şiilik zaman içinde, İslam ordularının fetihleri karşısında İslam’ı kabul etmek zorunda kalan Pers nüfuz bölgelerinin, mevcut Emevi ve Abbasi otoritelerine muhalefet maksadıyla edindikleri bir kimlik olmuştur.

Şia ayrılıkçılığı, siyasal alandan inanç alanına kaymıştır. Ümmet çatısı altına girmemek ve İranlılık (Farsçılık) bilincini canlı tutmak için, “kavme özgü inanış” üretilmiştir. Bu haliyle Şiilik, tarihte “kendi milletine özgü tanrı ve din anlayışı üretmek için tahrifat yapan” Yahudilikle benzeşir.

Şiiler hilafet iddiasını ispat bahanesiyle, Kuran-ı Kerim’in ayetlerinden tutun, Hz. Muhammed’in (sav) hadislerine kadar tüm İslami kaynakları, gerek gördüğünde yalanlamış, değiştirmiş, eklemeler yapmış; neticede İslam görünümlü alternatif bir din kurmuşlardır. Dinde yaptıkları tahribatın, Yahudilerin kendi peygamberlerinin getirdiklerine yaptıklarından farkı yoktur.

 

Şiilik, İslam maskesiyle İslam’a saldırmaktır

Şia, İslam değildir; Hz. Ali’nin adını ve Ehl-i Beyt sevgisini istismar etmeyi metot edinmiş bir dindir. Şiilik, İslamiyet’in içine sokulmuş kanser tümörü gibidir. İslamiyet’in rağmına büyümekten başka hareket kabiliyeti de yoktur. İslam tarihinde Şia’nın yol açtığı zararları, hem ilahiyatçılar hem de tarihçiler tek tek ortaya koymaktadır.

İran, tarih boyunca itikadi ve siyasi açıdan, daima İslam ümmetinin aleyhine çaba sarf etmiştir. Hz. Peygamber’i ve Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini eksiklikle suçlayacak ölçüde çarpık itikada sahip olan Şiiler, İslam ümmetine karşı, yeri geldiğinde Haçlılarla ittifak kurmuş, yeri geldiğinde Moğollarla anlaşmıştır. Şii İran’ın, tarihi boyunca ne gayrimüslimlere karşı bir tek savaşı vardır, ne de İslamiyet onlar eliyle bir metrekare toprak fethetmiştir.

 

Şia, Oryantalistlere malzeme üretir

Oryantalist İslam düşmanlarının, İslamiyet aleyhine planladıkları dini bozma ve ifsat etme faaliyetleri, Şia ile örtüşmektedir. Oryantalistlerin en önemli referansı Şia’dır. Çünkü Şia, siyasi hesap uğruna, (haşa) Kur’an-ı Kerim’i eksik, Hz. Peygamberimiz’i yalancı, Hz. Ali’yi ikiyüzlü ve sahabeleri de hilebaz olmakla suçlayarak, oryantalistler için sürekli malzeme üretmektedir.

Şiiliğin hedefe oturtarak saldırdığı Hz. Peygamber ve sahabeler her açıdan İslam ile bütünleşmiştir. İslamiyet bizlere onların kanalıyla ulaşmaktadır. Onların çürütülmesi, İslam’ın temellerine ilişilmesi anlamı taşır.

Şiileri tanımlamak için İslam tarihinde “Rafızi” adı kullanılmıştır. Rafizi, terk eden, ayrılan, reddeden anlamlarına gelmektedir. İslam alimleri bu terimi, Kuran’da tanımlanan “Kafir” ve “Münafık” kategorilere paralel olarak, Şiileri nitelendirmek için kullanmıştır.

“Rafızilik” (Şiilik), İslam’a içine girmiş görünerek, içerde sayılmanın verdiği rahatlık ve avantajla İslam’a saldırmayı, böylece de İslam’dan tekrar kopmayı, terk etmeyi anlatmak için seçilmiş bir kelimedir.

İslam Tarihi, benzeri örtülü tahrif girişimlerinin henüz Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde başladığını ortaya koyar. Mesela, Hz. Peygamber’in mescidinin karşısına kurulan alternatif bir mescit (Mescid-i Dırar), Hz. Cebrail’in ayetleri indirmeye devam ettiği bir dönemde, İslam’a karşı “Alternatif İslam” üretme maksadı taşıdığı için, Peygamberimiz tarafından yıktırılmıştır.

 

Sasaniler’in çöküşü, öç alma arzusunu kamçıladı

Bugünkü İran toprakları binlerce yıldır Farsların (Perslerin) ülkesidir. Özgün bir havza mahiyetindeki İran coğrafyasında, tarih içinde imparatorlukların adları değişmiş, ancak İran’ın asli unsuru olan Perslerin varlığı ve egemenliği sekteye uğramamıştır.

Hz. Peygamber döneminde de İran’da Sasaniler olarak bilinen, dönemin ikinci büyük imparatorluğu bulunmaktaydı. Roma İmparatorluğu ile at başı yarışan bu imparatorluk, İslam’ın ilk dönemlerinde dünya güç mücadelesinden uzak Mekke ve Medine’deki mü’min ve kafirler arasında bilinip takip edilmekteydi.

O dönemde kâfirler Sasanileri desteklerken, mü’minler Ehl-i Kitap oldukları için Romalıları desteklemişti. Hatta Rum Suresi’nde, Roma’nın Sasaniler karşısında mağlup olmasının ardından tekrar Sasanilere üstün geleceklerinin bildirilmesi, Müslümanları sevindirmişti.

Sasaniler Roma karşısında elde ettikleri zaferle Bursa’ya kadar gelmiş ve Anadolu’yu işgal etmişlerdi. Ancak Sasaniler bu tarihten 25 yıl sonra, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın sevk ettiği ordularla tamamen yıkıldı. Yani o dönem dünyanın iki süper gücünden biri olan İran, çeyrek yüzyıl sonra tarih sahnesinden silindi.

Bu şok edici çöküş, binlerce yıllık yerleşmiş Pers bürokrasisi ve Pers kültürü açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Persler kılıç zoruyla teslim oldular, ancak İslam Devletleri karşısında var olabilmenin arayışını sürdürdüler.

 

Şiilik, Pers kalabilmek için icat edildi

Pers kültürü, binlerce yıllık yerleşik kodları sayesinde, İran’ı işgal eden güçlere rağmen ayakta kalmıştır. Pers dili, bölgede Persler dışındaki milletlerde ve saraylarda kullanılmıştır. İran havzasına gelen milletler Pers kültürü içinde erimiştir.

Bu yerleşik güç, aynı karşı varoluş mücadelesini İslam’a karşı da vermiştir. Ancak bu kez evvelkilerden farklı olarak, Perslerin İslam’a karşı mücadelesinde, İslam’ın içinden görünerek hareket etmek zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

İslam ordularının Pers coğrafyasında silahlı karşı direniş imkanını tamamen ortadan kaldırması ve Perslerin hakimiyet bölgelerindeki nüfusun tamamen İslam dinine girmesi, onları İslam içinde görünen ancak Persçiliği besleyen bir çözüm arayışına itti.

Persler, Hz. Hüseyin’in eşlerinden birinin de Perslerden olmasını fırsat bildiler. Hilafetin Hz. Hüseyin’in ve onun bu eşinden gelen soyunun hakkı olduğunu bir iman esası haline getirdiler. Hz. Ali’nin diğer çocuğu olan Hz. Hasan ve soyunu ise görmezden geldiler. Ne Hz. Hüseyin, ne eşi, ne de çocuklarının hiçbir zaman Şia ile alakalarının olmadığını ve Şia’nın çok sonraki dönemde teşekkül ettiğini hatırlatmakta fayda vardır. Dine yapılan bu ekleme, zamanla ve özellikle Safeviler döneminde bugünkü Şiiliğin zeminini teşkil etti.

Persler böylece hilafeti ele geçirmeyi ve ümmeti Perslerin kontrolüne sokmayı hedeflediler. Ehl-i Beyt, Persçilik düşüncesine kurban edilmek istendi. Bu vesileyle İran’ın Müslümanlar tarafından fethini yöneten Hz. Ömer ve sonraki dönemde de Hz. Osman ve Hz. Muaviye gözden düşürülmeye çalışıldı.

Ele alındığı üzere Şiilik İran’a (Perslere) özgü bir din olmak üzere üretildi. Tıpkı Yahudilik gibi bir “ulus dini” inşa etmek adına, ümmetin ihtilaf ve fitnenin içine çekilebileceği şekilde, “Ehl-i Beyt’e yapılan haksızlıklar” istismar zemini olarak kullanıldı. Nitekim Tevrat ve İncil dönemlerinde, yine İran’da bozgunculuk yapan Yahudi grubu Peruşim veya Ferisi’lerin ismi geçmektedir.

 

Eski İran’ın inandığı ne varsa, Şiilikte vardır

İran’ın İslam karşısındaki hoşnutsuzluğu, Pers İmparatorluğu’ndan miras emperyal güdüler ve otantik Pers inançları, Şiilik çatısı altında bir araya geldi. İranlılar, Mecusilik, Zerdüştlük, Maniheizm ve Mazdekizm gibi eski Pers inançlarının devamına imkan tanıdı. Bölgede geçerli olan Hıristiyanlık, Yahudilik ve Hermetik inançlar da yeni dinde etkili oldu.

İran, bu saydığımız inançlarda bulunan, kadının ortak olarak paylaşımını, tanrısal yetkiye sahip ruhanileri, reenkarne akideleri, havarilere benzeyen naipleri, insanı tanrı gören panteist felsefeleri, ırkçı yaklaşımları ve daha nice sapkınlıkları Şiilik üstünden İslam’a sokmak istedi.

İslam, Müslüman olan toplumların dine aykırı adet ve alışkanlıklarını ortadan kaldırırken, İran kurduğu alternatif dinle, eski inançlarını ve ritüellerini günümüze kadar taşıdı.

 

“Beşinci Mezhep”, gaflet değilse ihanettir

İslam mezhepleri, tarihte benzeri az görülen bir müzakere kültürü etrafında oluştu. Gerek mezhep imamları, gerekse onların yetiştirdiği alimler, açıklıkla tartışılmadık hemen hiçbir mesele bırakmadılar. Mezhep imamları, mevcut yönetimlerin hoşuna gitmeyecek meselelerde bile içtihatlar yaptılar ve geri adım atmadılar.

Bu zengin tartışma kültürüne rağmen, Şiilik hiçbir zaman İslam sınırları içinde görülmedi. Şiiliğin ileri sürüp de, mezhep imamlarının ele almadığı ve çözemediği tek mesele bulmak mümkün değildir. Şiilik, İslam’ın ele aldığı meseleleri sadece Persçi – politik bir duruşa çevirdi ve propaganda unsuruna dönüştürdü.

İslam mezheplerinin temel akide konularında aralarında hiçbir fark yoktur. Mezheplerde sadece günlük hayata ve amellere ait konularda basit nüanslara dikkat çekilmiştir. Bu açıdan, temel akidelerle ters düşen ve temel ibadet esaslarını tahrif eden Şiiliğin, İslam mezhebi sayılması ilahiyatçılık açısından akla aykırıdır.

Bugün “İslam birliği” fikri, İslam dışındaki inanç ve pratiklerini Müslümanlara dayatmak isteyen Şiiler tarafından suiistimal edilmektedir. Günümüzde ya gafletlerinden,  ya saflıklarından, ya tarihi ve dini bilmezliklerinden ya da bilinçli olarak İran hesabına, Şiiliği beşinci mezhep olarak seslendiren kimseler bulunmaktadır.

Çok açıktır ki, Şiilik, İslam aleyhine büyümüş bir kanser tümörü olarak, bünye tarafından kabul edildiği ölçüde öldürücüdür. Onun bünye tarafından kabul edilmesini isteyenler, gafil değillerse İslam’a ihanet içindedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder