(SERDAR DEMİREL/Yeni Akit) Suriye halk ayaklanması başlayınca Türkiye’de süreç boyunca üç temel farklı duruş ortaya çıktı. Bunlardan ilki, Baas rejimini Amerika ve Siyonizm karşısında İran-Hizbullah-Hamas safında bir direniş hattı olarak sunmaktaydı. Bu tezin asıl sahibi önce Suriye rejimi sonra da İran’dı.
Bu kesim Filistin davasını duruşlarını meşrulaştırmak üzere tavzif etti. Mukavemet hattı iddiasını ısrarla gündemde tutsalar da Filistin direniş hareketi Hamas vitrin olmayı kabul etmedi. Suriye’den ciddi anlamda çekildiler ve Suriye halkıyla beraber olduklarını liderleri aracılığıyla yaptıkları açıklamalarda bütün dünyaya ilan ettiler.
Baas rejiminin İsrail’in işgali altındaki topraklarını savunmada dudak servisi yapmaktan öteye geçen bir icraatı olmadığı malûm. Filistin davasına olan desteği değerlerden kaynaklanan bir destek değil, çıkarcı yaklaşımının bir gereğiydi hep. Kendi halkını sürekli baskıyla yönetmeyi İsrail varlığını bahane ederek başarmıştır.
Bunun verdiği rahatlıkla olsa gerek direniş hattında ön cephede olduğu için uluslararası sistem tarafından cezalandırdığını söyleyince tabiatı itibarı antisiyonist olan bölge halklarını yanında bulacağını sandı.
Uluslararası sistemin herdem cezalandırdığı Hamas’ın duruşu; İran’ın milli çıkarlarının, Suriye diktasının antiemperyalist yalanlarının Filistin davasının arkasına saklanmasına müsaade etmedi. İran maalesef fiilen Suriye halk ayaklanmasını bastırmak için ön cephede savaşıyor. Silah başta olmak üzere her türlü yardımı veriyor.
Meselenin trajikomik yanı ise, Suriye halkına karşı Baas rejiminin yanında fiilen savaşan İran’ın yaptığını zaruri gören bu kesim Türkiye’nin halkın güvenliğini sağlama amaçlı bir müdahale ihtimalini bir taraftan BOP gibi manipülatif kavramlara sığınarak diğer taraftan da yeni Türkiye’nin emperyalist niyetleriyle izah etmeye yeltenmesi. Birbiriyle çelişkili iki izah!
BM mülteciler Örgütü’nün açıklamalarına göre Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteci rakamı 17 bine ulaşmış durumda. Bu rakam her geçen gün artıyor. Baas rejiminin yanında duran Irak El Maliki hükümeti ise bir tek Suriyelinin topraklarına sığınmasına izin vermiyor. Kısacası Iran, Irak, Hizbullah hattı Suriye halkını Baas dikta yönetimine kurban veriyor. Buna ses çıkartmayanlar Türkiye’nin bir şeyler yapmasına ise her türlü etiketi yapıştırıyorlar.
İkinci kesim başından beri Suriye direnişinin yanında yer almayı tercih eden başlangıçta sayılan az olsa da sonrasında artan kesimdir. Biz Suriye halkının haklı davasında onlardan yana olmayı başından beri tercih ettik ve bunun gerekçelerini de defaatle yazdık. Halkların katılımı olmaksızın ne gerçek bir direniş hattı ne de bölge istikrarı sağlanabilir. Bu bölgeye yönelik komploların farkında olmadığımız anlamına gelmez elbette.
Üçüncü kesimi ise kafası karışık kesimler oluşturuyor. Söylemleri bazen birinci kesime meyletmektedir bazen de ikinci kesime. ABD ve şürekâsının bölge oyunlarının piyonları olmamak adına pasif kalmayı tercih eden ve Suriye mukavemet hareketine kuşkuyla bakan kesim. Haklı oldukları birçok argüman var, bundan kuşku duymuyorum.
Ancak İslâm âleminin antiemperyalist söylemleriyle bilinen etkili âlim ve mütefekkirlerinin, İslâmî hareketlerinin Suriye mukavemetini destekleyen duruşları karşısında, bunlar, mukavemetin bir çırpıda mahkûm edilemeyeceğinin farkındalar.
Sürekli öldürülen kadın ve çocukların da epey olduğu siviller karşısında vicdanları kanasa da tereddütlerine yenik düşmekteler. Kimi zaman birinci kesimi eleştirirken kimi zaman da ikinci kesimi eleştirerek kendince orta bir yol bulma çabasındalar; ne şiş yansın ne kebap misâli!
Yalnız bu kesimin handikapı, bir çözüm arayışı içinde olmamalarıdır. Hâlihazırda gelinen noktada sükût etmek akan kanın durmasına hiçbir katkı sunmuyor oysa. Bu kesimin olaylar karşısında eleştirel ve seyirci olarak durması Baas rejiminin elini bile güçlendirmektedir denebilir. Suriye meselesinde hâl-i pür mealimiz maalesef bu. Unutmamak gerekir ki, Suriye’nin imtihanı bir anlamda bizim de imtihanımızdır.
25.03.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder