(MEHMET KURTOĞLU/Milli Gazete) “1979’da İslam devrimiyle evrensel İslami duyarlılığa
sahip söylemler geliştiren İran’ın icraatlarına bakıldığında; büyük bir
tutarsızlık olduğunu, devrimin ilk yıllarından bugüne, dış
politikasında mezhep (Şia) taassubu ve milli (Pers/Sasani) hassasiyetle
hareket ettiğinin görüldüğünü belirten Milli Gazete yazarı Mehmet
Kurtoğlu, “İslam devleti olarak devrimin ilk yıllarında, Suriye’de
yaşanan Hama olayları sırasında Müslümanların katliama uğramasını
görmezden gelmesi, bırakın kınamayı, üst düzey liderleriyle Nusayri
rejiminin iktidara gelişinin bilmem kaçıncı yılını kutlama
etkinliklerine katılması oldukça düşündürücü” olduğunu söyledi.”
Mehmet Kurtoğlu’nun yazısının tamamı:
1979′daki İslam devrimiyle evrensel İslami bir duyarlılığa sahip
söylemler geliştiren İran’ın icraatlarına baktığımızda; büyük bir
tutarsızlık olduğunu, devrimin ilk yıllarından bugüne, dış politikasında
mezhep (Şia) taassubu ve milli (Pers/Sasani) hassasiyetle hareket
ettiğini görürüz. Bir yandan evrensel İslami duyarlılığı öne çıkararak
İslami hareketlerin arkasında olduğu söylemini geliştirirken, diğer
yandan katliama uğrayan Müslümanların sıkıntısını görmezden gelmekte,
hatta bu kıyımları gerçekleştiren diktatörlerle sıcak ilişkiler
kurmaktan kaçınmamaktadır.
İslam devleti olarak devrimin ilk yıllarında, Suriye’de yaşanan Hama
olayları sırasında Müslümanların katliama uğramasını görmezden gelmesi,
bırakın kınamayı, üst düzey liderleriyle Nusayri rejiminin iktidara
gelişinin bilmem kaçıncı yılını kutlama etkinliklerine katılması oldukça
düşündürücüdür. O yıllarda İran’ın bu davranışı, devrimin henüz yeni
olduğuna bağlanarak geçiştirilmeye çalışılmıştır. İran’ın bu
davranışını, o yıllarda devrimin henüz yolun başında olduğunu kabul
ederek sessiz kalmasını doğru bulsak bile bugün, Suriye’de on binlerce
insanın öldüğü ve katı Nusayri rejiminin şehirleri bombaladığı bir
dönemde ortaya koymuş olduğu tutumunu nasıl açıklamalıyız? Bırakın bu
konuda İslami hassasiyet göstermesini, devrim muhafızlarını bu ülkeye
göndererek bilfiil katliama iştirak etmesini nasıl meşru görebiliriz? Bu
katliama iştirak etmek acaba hangi mezhebin fıkhında yazıyor? İran,
devrim yaptığı günden bu yana otuz yılı aşkın bir süredir İsrail ve
Amerika’ya meydan okuyor. Ama bu meydan okumanın hiçbir zaman somut bir
göstergesi olmamıştır. Hatta İran Irak Savaşı’nın en şiddetli olduğu
dönemde, Amerika ve İsrail’e karşı şiddetli muhalefetine rağmen, Amerika
ile gizli ilişkiler kurmuş, silah almıştır. Bu anlamda İrangate Olayı,
İran’ın savaş sırasında bir başarı olarak gösterilse de, gerçekte
Amerika’nın başarısıdır. Çünkü sattığı silahlarla her iki Müslüman
tarafın öldürülmesine yardımcı olmuş, savaşın uzamasına katkı
sağlamıştır. İranlı veya Iraklı olsun ölenler Müslüman’dır, öldürenler
Müslümanlardır. Sonucu ne olursa olsun burada Kuran’ın ruhuna aykırı bir
davranış vardır.
İran’ın Müslüman bir devlet olarak, Amerika’nın Irak’a müdahalesinde
fiili olarak yer almasa da Irak Şiilerinin Amerika ile birlikte hareket
etmesinden duyduğu memnuniyet ve son olarak oğul Esad’ın bir yılı aşkın
süredir Suriye’de yaptığı katliamı hem sözlü hem fiili olarak
desteklemesi İran’ın İslam devleti olarak durduğu yeri göstermesi
açısından oldukça manidardır. Bunu yalnızca Saddam ile olan husumetiyle
açıklamak doğru değildir.
İran’ın, Golon tepelerini İsrail’e bırakan, Müslümanları neredeyse
yarım asırdır inim inleten Esat rejimini desteklemesi, İslami
duyarlılığın değil, mezhebi taassubun getirdiği bir durumdur. Bu anlamda
Suriye’de ölen her Müslüman’ın akan kanından Esat kadar İran’da
sorumludur. Mekke’de ölen 600 İranlı hacı için Humeyni; “Saddam
affedilir ama Fahd affedilmez” demiş ve ardından, “Mescid-i Haram
zemzemle yıkansa dahi artık temizlenmez” diye çıkışmıştı. Acaba
“Suriye’de ölen on binin üzerinde Müslüman’ın kanın aktığı toprakları
hangi su temizler?” diye sormak gerekir Ayetullahlara…
Suriye’de bugün büyük bir trajedi yaşanıyor. Esat rejimi kilit
noktaları elinde tutarak istediği gibi insanları katlediyor, dünya
ülkeleri iki bloğa ayrılmış Suriye topraklarında güç gösterisinde
bulunuyorlar. Bir tarafta ‘Şii Hilali’ni destekleyen İran ve onun
arkasındaki Lübnan, Çin ve Rusya, öbür tarafta ‘Sunni Hilali’ni
destekleyen Türkiye, Suudi Arabistan. İsrail, Avrupa ve Amerika’nın
Suriye muhalefetine desteklerindeki samimiyetleri ise oldukça şüpheli.
Amerika ve Avrupa’nın bu kararsız tutumunun arkasında Esad rejiminden
sonra gelecek iktidarın İsrail’e yaklaşımının nasıl olacağı endişesi
yatmaktadır. Çünkü mevcut Esad rejimi İsrail’in emniyet supabıdır. Bugün
Mısır’daki halk ayaklanmasının ortada kalmasının arkasında yine
İsrail’in güvenlik problemi yatmaktadır. İsrail’e güven vermeyen
iktidarların devrimle de olsa iktidara gelmesi engellenecektir.
Özellikle Suriye olaylarıyla birlikte gündeme gelen mezhep eksenli
yorumlamaların doğru olmadığını söyleyenler bulunmaktadır. Sosyolojik
bir gerçek olarak din/mezhep, fert ve toplumların refleksini/davranışını
belirler. Çünkü her siyasi duruşun arkasında mutlaka bir inanç ve
mezhep algısı vardır. Örneğin, İslam’ın cihat ruhunu göz ardı ederek
Müslümanların siyasi davranışını yorumlamak mümkün değildir. Yine
fakirliği erdem olarak kabul eden Hinduizm’in, kapitalizm karşısında
direnmesi veya kazanması söz konusu değildir. Çünkü fakirliğin erdem
sayıldığı bir toplumda, kapitalizmi sarsacak veya yıkacak bir hareket
çıkamaz. Gandi’nin pasif direnişinin duygusal ve düşünsel arka planında
Hinduizm’in etkisi vardır. Ayrıca imama kayıtsız şartsız tabi olmanın
iman meselesi kabul edildiği ve muhalif bir siyasi bir mezhep olarak
ortaya çıkan Şia’nın refleksiyle, sünni yorumun siyasi algısı farklıdır.
Hatta Sünni yorum içinde Şafiiler ile Hanefilerin imam ve devlete tabi
olma noktasında algı farklılıkları vardır. Dolayısıyla coğrafyaları
tanımlarken dini/mezhebi ayrımı görmezden gelemezsiniz. Bu örnekler
çoğaltılabilir.
İranlı düşünür Daryuş Şeyağan, İslam devrimini de içine katarak
bugünkü İran kültür ve medeniyetinin geri planında Zerdüştlük, İslam ve
Batı’nın büyük bir etkisi olduğunu belirtir. Hatta bu anlamda “İran,
İslam ülkeleri arasında düşünce misyonuna her ülkeden daha fazla sahip
bir ülkedir. Bu yargı, ulusal bir taassubun eseri olmayıp bir gerçeği
ifade etmektedir. Düşünce yolu, İslam dünyasının batısında yani
Endülüs’te İbn Rüşd ile birlikte sona erdi. İbn Rüşd felsefesinin kaderi
Batı düşüncesinin kaderi ile yoğrulmuştur.” diye ifade eder.
Dolayısıyla İran’ın Suriye konusundaki tutumunu İslami olarak yorumlamak
mümkün olmadığı gibi, ortaya koyduğu siyasi tutumu da ait olduğu
millet/mezhep anlayışından ayrı düşünemezsiniz. Bu coğrafya üzerine
ciddi tahliller yapmak istiyorsanız, mutlaka din/kültür ve medeniyet
birikiminiz olmalıdır. Yoksa Oryantalistler gibi coğrafya hakkında
yanılgılara düşebilirsiniz.
Suriye olaylarının daha büyük katliamlar yaşanmadan amacına ulaşması
öncelikle İran ve Türkiye’nin çabalarıyla olacaktır. Asıl kötü olan bu
toplumsal olayı mezhep taassubuyla katliama dönüştürmektir. Özellikle
Esad rejimi, azınlık ruhuyla hareket ettiğinden, hırçınlaşmakta ve
Birleşmiş Milletler’e verdiği ateş sözüne rağmen şiddeti arttırmaktadır.
Esad, kan tutulması yaşadığından, döktüğü her kanın başka bir kanı
çektiğini ve her dökülen kanın da kendisini boğacağını görememektedir.
İran, bir İslam devleti olarak burada erdemli bir tavır geliştirmesi
gerekir. Zira mezhep taassubu Suriye ile birlikte İran’ın da gözden
düşmesine neden olacaktır. Nasıl ki, Birleşik Arap Emirlikleri’nde,
Bahreyn’de Şii çoğunluğa Suni azınlığın hükmetmesi doğru değilse,
Suriye’de de Ssünni çoğunluğa Nusayri azınlığın hükmetmesi doğru
değildir. Zira Fransa olmak üzere Avrupalıların direktifiyle iktidara
taşınan Nusayri Esad rejimini korumanın İslami hiçbir açıklaması olamaz…
21.04.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder