Yeni Akit Gazetesinden Mustafa Özcan yine mükemmel bir İran analizi yaptı, Batı’yla arasındaki gizli işbirliğini anlattı:
“İran devriminden önce mezhep kavgası filan yoktu. İran kendisine her karşı çıkanı Amerikan işbirliğiyle suçlamaktadır. Oysa İranAmerikan düşmanlığını veya İsrail düşmanlığını istismar etmektedir. Amaçları bu yolla İslam dünyasına ulaşmak ve kitlelerin gözüne girmek ve devşirmektir. ABD Afganistan’a girmeden önce İran’la anlaşma halindeydi, bunu İranlılar itiraf ettiler. Keşke Beşar İsrail’in elindeki Golan tepelerini kurtarmaya çalışsa, niye yapmıyor? Çünkü asıl yaptıkları göz boyamaktan ibaret.”
İşte o yazının tamamı:
Hasan el Benna, risalelerinde kamuoyu oluşturmanın öneminden bahseder. Said Havva dahi öyledir. Bunun yolu basın ve yayına ehemmiyet vermektir. İyi ve inandırıcı bir dil geliştirmek ve bu dille değerlerinizi savunmak ve yerleştirmektir. En azından aşınmasını engellemektir.
Lakin Türkiye’de bunun tersi olmuştur. İran devriminden beri maalesef Türkiye’de sistematik bir faaliyet yürütülmüş ve bunun sonucunda kitlelerde en azından İran ve çıkarlarına yakın bir algı oluşturulmuştur. Yani onlar tarafından kamuoyu oluşturma çabaları meyvesini vermiştir.
İçte ve dışta İran düşüncesini dengeleyen kaynaklar da yavaş yavaş azalmış ve bu akımı dengeleyemez hale gelmiştir. Dışta bunu besleyen kaynaklar Suriye İhvanı idi ve 1980’den sonra kurutulmuştur. Zıt kamuoyu oluşturma yoluyla bazı kavramlar suiistimal edilmiş ve içi boşaltılmıştır. Ümmet kavramı gibi. Fiiliyatta ümmet, azınlık anlayışına indirgenmiştir. Ümmetin esenliği elbette ki her itibarın üzerindedir. Lakin ümmet nedir ve kimdir?
İran’ın mezhep üzerinde nüfuz kazanma ve kart oluşturma siyaseti ümmetin birliğine mi yoksa parçalanmasına mı hizmet ediyor? Dolayısıyla bu tezi kabul ettiğinizde mugalata anaforuna düşmüş oluyorsunuz. Ümmet adına ümmeti parçalayan bir süreç başlatılmış oluyor. İran ise gerek direniş adına gerek Amerikan karşıtlığı adına İslam milletleri veya devletleriyle işbirliği yerine zıtlaşmacı ve zıtlaştırmacı politikalar izlemektedir.
Bunun acı meyvelerinden birisi 8 yıl süren İran-Irak savaşıdır. Başlangıcından Saddam’ı sorumlu tutabilirsiniz lakin 8 yıl sürmesinden kim sorumludur? Ayetullah Humeyni Saddam’ın devrilmesine kadar savaşı sürdürme niyetinde olmuştur. Ve bugün Saddam’ın farklı bir benzeri olan Beşşar’ın kalmasını isteyenler o gün Ayetullah Humeyni’nin bu yaklaşımını makul buluyorlardı. Irak’ta devir, Suriye’de tut! O gün ise üstelik Suriye’deki gibi meydanlarda bir halk hareketi de yoktu. ‘İşbirlikçi ve hain ve Amerikancı’ edebiyatı ve mugalatası üzerinden ümmeti kucaklamak yerine aksine ümmet birbirine düşürülmüştür.
Ehl-i Sünnet fırka değildir ve Abdullah FehdNefisi’nin ifadesiyle ümmetin kendisi veya ortak paydası ve bölenidir. Ümmetle birleşmek isteyen onu dikkate alır ve altını oymak yerine onunla bütünleşmenin ve kucaklaşmanın yollarını arar. Lakin kendilerini siyasi merci görenler nahak yere onun üzerine oturmak istemişlerdir. Bunun gaspçı Emevi anlayışından farkı nedir? Kucaklaşma noktasında tam tersi yapıldığı halde Yavuz döneminde Yavuz’u suçlayanlar gibi bugün de kendilerini dövenler ve zıt akıma kaptıranlar var. Bu işimizi zorlaştırır ama nihai dengeyi değiştirmez. Kimileri Türkiye’nin Suriye politikasının mezhep politikalarına hizmet ettiğini varsaymaktadır. Halbuki, İran’ın Afganistan’da Hazaralar, Yemen’de Husiler ve Irak’ta Davet ve diğer partiler üzerinden bu politikası perçinlenmiştir. Suriye’de ise Nuseyriler ve seküler laik Baas Partisi’ne destek çıkarak hem kendi prensipleriyle çelişmiş hem de mezhebi politikalarına tüy dikmiştir. Böyle olunca dürbünün tersinden bakanlar Türkiye’yi suçlamaktadır. Elbette dürbünün tersinden de bir şeyler görünür. Ama hacmiyle mütenasip olmayan şeyler görünür. Dürbünün tersinden bakanlar da bir şeyler görüyorlar. Lakin Peygamberimizin duasının zıt suretinde görüyorlar. ‘Allahümmeerine’leşyaekemahiye’ buyurmuşlardır. Yani Peygamberimiz Allah’tan varlıkları kendisine olduğu gibi göstermesini dilemiştir.
İran-Irak savaşı sırasında İran’ın bu savaşla ilgili bir sloganı vardır. El harb el mafrude yani dayatılmış savaş. Mezhep kavgasında da İslam ümmeti ve bölge ülkeleri, dayatılmış bir savaşla karşı karşıya.
Bizler mezhep savaşı açan değil maruz kalan tarafı temsil ediyoruz. İran devriminden önce mezhep meselesinin lafı mı vardı? Hatta iki tarafın mazlumları da ortak çatı altında buluşuyorlardı. Hasan el Benna vesaire gibiler iki tarafın yararına projeler üretiyorlar ve bu kavgaların geride kalmasını arzuluyorlardı. Fakat İran devrimiyle birlikte yeniden başlayan deneyim bizi realitede ve vakıada farklı bir noktaya taşıdı. 30 yıldan beri bu noktada giderek tırmanarak ümmet olarak yeniden Yavuz öncesi tabloya dönmüş olduk.
Bugün de Sofi Beyazıtçıların sesi gür çıkıyor. Daha İran devrimi kopmadan da Mustafa Sıbai, Şiilerle yakınlaşma ile ilgili yaşamış olduğu acı deneyimini Es Sünne kitabında paylaşır. Said Havva’dan sonra Yusuf Karadavi de en hararetli buluşma çizgisini savunanlardan birisi olmasına rağmen 2008 yılından beri gerçekçi bir çizgiye oturmuştur. Hizbullah’la ilgili ifadelerini arkadaşımız İsmail Yaşa sütunlarına taşımıştır. Yani deneyenler parmaklarını ısırıyorlar.
Temenniyat başka vakıa daha başkadır. Abdulkadir Geylani’nin Fethurrabmani’sinde ifade ettiği gibi boş temenni cehennemdeki vadilerden birisinin adıdır. İran karşıtlarını, hep Amerikan işbirliğiyle suçlamaktadır. İdeolojik olarak buradan beslenmekte ve güç almaktadır.
Lakin 2003 yılında Irak ve öncesinde Afganistan işgallerinde Rahim Safevi gibiler bizzat ABD ile muvazaa içinde olmuşlardır. Bunu itiraf edenlerden birisi Muhammed Abtahi diğeri de bizzat Rafsancani olmuştur. Kendilerini Amerikan karşıtı pehlivan olarak göstermek için bu yönlerini azami derecede gizlemektedirler. Kısaca Amerikan düşmanlığını veya İsrail düşmanlığını istismar ediyorlar. Amaçları bu yolla İslam dünyasına ulaşmak ve kitlelerin gözüne girmek ve devşirmektir. Keşke bunu samimi bir şekilde yapsalar.
Mesela Beşşar Esad kentlerden çektiği veya çekmesi gereken tanklarını GolanTepeleri’ne yığsa ve İran, Hizbullah ve Husilerle birlikte İsrail’e cephe açsa. O zaman işin seyri değişecektir. Niye yapmıyorlar? Yoksa yaptıkları göz boyamaktan mı ibaret? Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür;
İhsan Sabri Çağlayangil, 1971 yılı için şöyle söylemiştir: “CIA altımızı oymuş, farkına varmamışız.” Merhum Muhsin Yazıcıoğlu da “Tarlamızı önceden sürmüşler haberimiz olmamış” demiştir. Türkiye’yi bu kadar mezhep savaşına hevesli gösterenler acaba bilmeden zihin tarlalarını başkalarına mı sürdürdüler? Son olarak modern Fatimi devleti Suriye rejimidir. AmusGilad’ın ifade ettiği gibi o gitmeden İsrail’e bir şey olmaz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder