(EBUBEKİR SİFİL/Milli Gazete) “Tarih boyunca olduğu gibi bugün
de Şia, İslam Ümmeti’nin “azınlık” bir kesimini teşkil ediyor. Dinden
çıktığı sadece Ehli Sünnet tarafından değil, diğer Şiiler tarafından da
itiraf edilen Batıni fırkaları da hesaptan düşersek Şia’nın gerçek
ağırlığının, bugünün dünyasında sahip olduğu özgül ağırlıktan çok daha
az olduğu görülecektir.
Özellikle gençler arasında
ektisini gittikçe artıran Vehhabi propagandası da denklemin diğer
kısmını oluşturuyor. Dikkat edilirse bu iki fırka (Şia ve Vehhabiyye)
garip bir biçimde birbirinden beslenen, birbirine hayat veren iki oluşum
olarak varlıklarını sürdürüyor. Şia, Amerikan ve batı emperyalizmi
söylemi ile Müslüman gençleri en azından duygusal olarak kendi safına
çekerken, Vehhabiler, Şia’nın Ehli sünnet karşıtı karakterini ön plana
çıkararak kendi saflarını tahkim etmeye çalışıyor. Dolayısıyla ister
onlar başarılı olsun ister bunlar, bu oyunun “kazanan” tarafını yine
kendileri oluşturuyor.”
Yazının tamamı:
Tarih boyunca olduğu gibi bugün de Şia,
İslam Ümmeti’nin “azınlık” bir kesimini teşkil ediyor. Dinden çıktığı
sadece Ehl-i Sünnet tarafından değil, diğer Şiiler tarafından da itiraf
edilen Batınî fırkaları da hesaptan düşersek Şia’nın gerçek ağırlığının,
bugünün dünyasında sahip olduğu özgül ağırlıktan çok daha az olduğu
görülecektir.
Öte yandan özellikle gençler arasında
etkisini gittikçe artırdığı gözlenen Vehhabi propagandası da denklemin
diğer kısmını oluşturuyor. Bu fırkanın da -Kerrâmiyye gibi fırkaların
devamı olduğunu dikkate alarak söylersek- özgül ağırlığıyla gerçek
ağırlığı arasında dağlar kadar fark var.
Dikkat edilirse bu iki fırka (Şia ve
Vehhabiyye) garip bir biçimde birbirinden beslenen, birbirine hayat
veren iki oluşum olarak varlıklarını sürdürüyor. Şia, Amerikan ve Batı
emperyalizmi söylemi ile Müslüman gençleri en azından duygusal olarak
kendi safına çekerken, Vehhabiler, Şia’nın Ehl-i Sünnet karşıtı
karakterini ön plana çıkararak kendi saflarını tahkim etmeye çalışıyor.
Dolayısıyla ister onlar başarılı olsun ister bunlar, bu oyunun “kazanan”
tarafını yine kendileri oluşturuyor.
Peki bu oyunun “kaybeden” tarafı var mı?
Ne yazık ki var: Ehl-i Sünnet. Yani bu ümmetin ana gövdesi, temel dinamiği, aslı, kökü…
Sanki Ehl-i Sünnet çizgi bu ümmetin
temel karakterini oluşturmamış gibi, sanki bu ümmet, Ehl-i Sünnet’in
1400 yıl boyunca sahabe ve selef ekseninde kurduğu dünyayı hiç tanımamış
gibi…
Ne garip bir tecellidir bu! Bu
topraklarda yaşayan insanlar, bizler, Osmanlı gibi bir mirasa emanetçi
kılınmamışız gibi davranıyoruz. Osmanlı’nın bu ümmete bıraktığı ilim,
itikad, medeniyet… mirası, yeni nesiller tarafından hakkı verilmiş bir
miras mıdır? Bu mirasın neresine ne kadar vakıf olduk da onun “işe
yaramaz” olduğunu ilan edercesine farklı mecralara sapıyoruz?
Hadise, bu ümmetin köklerinden
kopartılması, aidiyetlerine yabancılaştırılması meselesidir. Defalarca
yazdım, bir kere daha yazayım: Her iki fırkanın da arkasında devlet
desteği var. Her iki fırka da kendi propagandalarını yapan ekipleri
yetiştiren, bu iş için kurulmuş özel müesseselere sahip. Devasa
bütçelerle ve son derece bilinçli, planlı, programlı hareket ediyorlar.
Basılı, sesli, görüntülü medyasıyla, internetiyle ve diğer vasıtalarıyla
dört koldan çalışıyorlar.
Sadece Ehl-i Sünnet bu anlamda derin bir
mahrumiyet yaşıyor. Osmanlı’nın ilmî/itikadî çizgisine ve mirasına
sahip çıkan, onu ihya ve idame ettirmek gibi özel bir amaçla icra-yı
faaliyet eden bir müessese biliyor musunuz?
Bu topraklarda yaşayan insanların,
bizlerin, bu mirasa karşı hiç mi borcumuz yok? Amede mahkûm ettiğimiz ya
da edilmesine göz yumduğumuz bu miras bize bir emanettir. Bu ümmetin
gerçek varlık zemini bu mirasta gizlidir ve bizdeki bu aymazlık devam
edecek olursa, bir süre sonra İslam Dünyası baştanbaşa bizim varlığımıza
kast eden “Müslüman”ların işgali altına girecek. Bu ümmet, Ehl-i Sünnet
Kelamı deyince, Osmanlı deyince yüzünü buruşturan gençlerin sayısındaki
hızlı artışı fark edip üzerine düşeni yapmaya başlayana kadar bu
meseleyi yazmaya devam edeceğim…
13.09.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder