(HAKİ DEMİR/Yeni Şafak Gazetesi) İran ile İsrail’in ittifakı ilk başta akıl almaz gibi gelebilir. Bölgedeki tüm gelişmeler iki ülkenin
aleyhine işliyor. Suriye’de Esed’in gitmesi İran’ı da İsrail’i de
yalnız kalması demek. Bu ittifakı, mümkün kılan da bu ortak çaresizlik.
İsrail’in dört yıl aradan sonra Gazze’ye saldırmasının Doha’da Suriye
muhaliflerinin anlaşması sonrasına denk gelmesi dikkat çekici.
Büyük isyanı hazırlayan sebepler
listesinin birinci sırasında İsrail sorunu (kamuoyunda Filistin meselesi
diye bilinir) var. İsrail, Filistin ve Kudüs üçgenindeki duygu yığınağı
ve birikimi, ölüyü diriltecek kadar fazladır. Zaten Şehitler Piri Şeyh
Ahmet Yasin’in son mektubundaki feryadına bakıldığında, Müslümanların
ruhen ölü olduğunu kabul etmek gerekiyor, İsrail’in ürettiği kin,
nefret, düşmanlık o kadar büyüdü ki, ölü ümmet dirildi.
Bu kadar ciddi, derin ve güçlü tesiri
olan Filistin ve Kudüs meselesinde İsrail neden kanatıcı, kanırtıcı,
ayartıcı, tahrik edici politikalar takip ediyor? Yakın zamana kadar
İsrail’in, hususi olarak Filistin’de, umumi olarak da bölgede takip
ettiği politikanın özü, kuvvetin ezici ağırlığını kullanmak, insanların,
cemiyetlerin, milletlerin “iradesini” kırmak, hiçbir ruhi ve fikri
direniş mevzii bırakmamak, çevresinde “köle insan kütleleri”
oluşturmaktı. Kendiler güce tapındığı için, Müslümanların ve diğer
insanların da güç karşısında secde edeceğine dair bir kanaatleri vardı.
Uzun süre de Mısır, Suriye, Ürdün gibi ülkelerin iktidarlarını güç
karşısında diz çöktürmüş, stratejilerinin neticelerini görmüşlerdi.
İtaat çağı bitiyor
Yarım asırdır tatbik ettikleri ve Arap
ülkelerindeki diktatörlüklerin ayakta kalmaktan başka bir şey
düşünmedikleri dönemde geçer akçe olan politika ve stratejilerine iman
etmeye başladılar. Gerçekten yarım asırlık tatbikat, tecrübe ve faydaya
bakınca politikalarına iman etmelerinin zihni altyapısı anlaşılabilir.
Fakat yeni bir çağ başlıyor, yeni çağın doğum sancılarını hâlâ dünyadaki
birçok merkez görmemekte, anlamamakta, fark etmemekte ısrarlı
davranıyor.
İsrail Ortadoğu’nun merkezinde olduğu
için, büyük isyanı, bu isyanın başlattığı yeni çağı anlamamak lüksüne
sahip değil. Çok yakından ve çok sıcak şekilde hissediyor, devrim
süreçleri başladığından beri yaptığı hiçbir plan işe yaramıyor, bir
türlü istediği neticeyi alamıyor. Bütün bunlara rağmen İsrail’in yeni
bir çağın başladığını anlamadığını düşünmek, dünyadaki en ahmak beş altı
milyon insanın İsrail’de toplandığını düşünmek olur. Bu sıhhatli bir
düşünce değil.
İsrail yarım asırdır tatbik ettiği
politikanın artık devam etmediğini, edemeyeceğini görmüş olmalıdır.
Kendi çıplak gücüne dayalı olarak bölgeyi zapt altında tutamayacağını,
etrafında derin bir Ehl-i Sünnet çemberinin oluştuğunu, Şia güçleri ile
mukayese edilemeyecek kadar büyük bir kuvvet tarafından kuşatıldığını
görmemesi imkansız. Böyle bir kuşatma altında yaşayamayacağını, bu
kuşatmayı kendi çıplak gücüyle yaramayacağını biliyor.
Artık çıplak güç politikası iflas etti.
Şimdi akıllı olma zamanı. . . Yani bölgedeki dengeleri gözeterek,
bölgenin hassasiyet haritasından yeni denklemler çıkararak, bölgenin
kendi kendini dengeleyecek fay hatlarını tetikleyerek ayakta kalmak
zorundadır. Bölgenin en güçlü fay hattı nedir? Şia…
Yani Şia bölünmesi…
İsrail, Ehl-i Sünnet’in yaygın olduğu
tüm ülkeleri, o ülkelerdeki siyasi rejimlerin (diktatörlüklerin)
yıkılmasıyla kaybetmeye başladı. En laik ve batıcı ülke olan Türkiye’yi
de Mavi Marmara hadisesinden sonra geri dönülemez şekilde kaybetti,
kaybettiğine kanaat getirdi. Fakat İsrail’in talihine bakın ki, aynı
gelişmelere karşı Şia dünyası da cephe aldı. İsrail, yakın zamana kadar
Şia güç merkezleriyle karşı karşıydı, bir anda onlarla yan yana geldi.
Her ikisinin de acil tehdit algılaması büyük isyana yöneldi, dolayısıyla
Ehl-i Sünnet’in yeniden organize yaşıyor, tüm hesaplarını orada
yapıyor, tüm ittifaklarını da kanalizasyonlara inecek kadar haysiyetsiz
insan ve teşkilatlarla kuruyorlardı. Bunlar güneşi gördüklerinde
rahatsız olan türden varlıklar, işin ıstırap veren tarafı, Şia’nın da
kanalizasyonlara inmesidir. Iran ve Şia’nın Suriye hadisesinde ortaya
çıkan ümmet düşmanlığı, hepimizi korkuttu. Korkutan tarafı, Şia’nın,
Müslümanları nasıl vahşi şekilde katledebildiğiydi. Bunu İsrail de gördü
tabii ki, gördü ve anladı ki, Şia vahşette kendilerinden geri kalmıyor.
Tam bu nokta, İsrail ile Şia dünyası arasındaki ittifakın zihni
altyapısı oluştu. Yani “benzeşenler beraber olurlar” prensibi gereği,
birbirine ısınmaya başladılar. Hizbullah canilerinin İsrail karşısındaki
direnişinin olması ve bölgeyi zapt altına alması karşısında İsrail
mevzileri ile Şia mevzileri karşı karşıya olmaktan çıktı ve yan yana
durmaya başladı.
Sürekli İran’ı tehdit eden, her
konuşmasında saldıracağını söyleyen, bunun için batıyı ve özellikle de
ABD’yi harekete geçirmeye çalışan İsrail, bir anda mevziinin yönünü
değiştirdi ve Gazze’ye saldırdı. Ne demek bu? iki cephede birden
savaşacak kadar ahmak olduklarını düşünüyor muyuz? Gazze’deki Hamas
yönetimi, o yönetimin siyasi merkezi Suriye’den çıkmış, Suriye’de
halktan yana tavır almış, dolayısıyla Suriye ve Şia hattı ile yollarını
ayırmıştı. Gazze, Türkiye-Mısır hattının şimdilik manevi korumasına
girmemiş miydi? Öyleyse Şia ile ittifak yapmadan, Ehl-i Sünnet
ittifakına savaş açmak, iki cephede de savaşı göze almak değil mi?
Dünyadaki en geri ordunun generalleri ve genelkurmay başkanı (hatta
erleri bile) böyle bir stratejinin tarihin en ahmak askeri kararı
olduğunu bilir. Buna rağmen İsrail’in, Şia ile ittifak yapmadığını, her
iki cepheye karşı savaş ilan ettiğini düşünebilir miyiz? Böyle bir
düşünceye meyletmeyi nasıl izah ederiz?
İsrail, Şia kuvvetleriyle karanlık
dehlizlerde fareler gibi ittifak anlaşması yapmıştır, İsrail ve onun
yardımcısı Yahudi lobiler ve kuruluşlar, tarihten beri kanalizasyonlarda
kahramanlıktan kaynaklanmadığını, aynı İsrailliler gibi vahşi
tabiatlarının tezahürü olduğunu gören İsrail yönetimi, Ortadoğu’daki
varoluş denklemini, Iran ve Şia ile ittifakta buldu. Bunların (İsrail ve
İran’ın) dostlukları da düşmanlıkları da sentetik… Akşam dost yatıyor,
sabah düşman kalkıyor, tekrar akşama dost olabiliyorlar.
İsrail neden şimdi saldırdı
İsrail Gazze’ye neden şimdi saldırdı?
Çünkü Suriye’nin düşmesi yakın. Suriye düşerse, Şia çemberi kırılacak,
Şia çemberi kırılırsa Iran ile ittifak yapması anlamsızlaşacak, zaten
Suriye düştüğünde İran’ın da İsrail ile ittifak ihtiyacı azalacak. Iran,
Suriye’nin düşmemesi için bölge dışından Rusya ve nispeten Çin gibi
büyük güçlerle ittifak yapıyor ama bölge içinden yeni ittifaka ihtiyacı
var. Şu anda İran’ın İsrail ile ittifak yapma ihtiyacı zirvede. Doğrusu
aynı ihtiyaç İsrail için de zirvede… Adamlardaki taline bakın, her
ikisi de nazlanacak ve pazarlık yapacak durumda değil… Öyleyse ittifak
kaçınılmaz.
Suriye düştüğünde Hizbullah da düşecek
Yakın gelecekte Afganistan’daki NATO
güçleri de yenilecek ve ülkeyi terk edecek. Bu gelişmeler bir taraftan
İsrail’i kuşatırken, diğer taraftan İran’ı kuşatıyor. Kısacası zaman çok
sıkıştı. Zamanın sıkışması başka şeye benzemez. Zaman kadar büyük bir
nimet ve kaynak yok. Zaman tükenmeye başladığında, insanlar,
teşkilatlar, devletler akıl sıhhatlerini kaybetmeye başlarlar. Iran ile
İsrail’in ittifak yapmasını aklı almayanlar, zamanın tükendiğini, bu iki
ülkenin de yeni stratejiler geliştirmek zorunda olduğunu anlamalılar.
Iran ve Şia’nın ümmet havzasında yer almak gibi bir hassasiyetinin
olmadığını anladığımızdan beri bize bu tür ittifaklar garip görünmez
oldu. Iran Suriye’de ne kadar büyük bir kayıp verdiğini, bu kaybın
manevi mahiyet taşıdığını, boynuna ilmek geçince anlayacak gibi
görünüyor. Yazık… İsrail’in Gazze saldırısı, yeni ittifakın ve
genişleyen cephenin mevzilerinden birinde daha savaş çıktığını
gösteri-yor. Yani aynı cepheden bahsediyoruz, sadece mevzii farklı. Ve
Gazze saldırısı, aynı cephenin en yakın mevziine, Suriye yönetimine
destek içindir. Şimdi Gazze’ye yardım etme günüdür ama aynı şekilde
Suriye devrimine de yardım etme günüdür. Çünkü Suriye devrimi başarıya
ulaştığında Şia gücü kırılacaktır, Şia gücü kırıldığında İsrail yalnız
kalacak ve masaya oturmak zorunda kalacaktır.
İttifak kimi kurtaracak
İsrail’in İran ile ittifak yapmasının ne
kadar ağır bir psikolojik maliyet ürettiğini tabii ki biliyoruz,
İran’ın İsrail ile ittifak yapmasının oluşturduğu psikolojik maliyetin
daha ağır ve daha büyük olduğunu da biliyoruz. Normal şartlarda her
ikisinin de bu maliyeti göğüsleyeceğini düşünmek kabil değil. Fakat
meselenin başka bir boyutu var ki, ittifakı kaçınılmaz kılıyor, İsrail
bölgede sürekli bir ölüm-kalım savaşı veriyor, tüm çabaları “varoluş”
çapında. Iran ise Suriye meselesinde görüldüğü üzere “varoluş çabasını”
ümmet havzasının dışına taşıdı. Netice olarak her ikisi de “varoluş”
kavgasına girdi, varoluş veya yokoluş kavgasının eşiğinde bu tür
ittifakların yapılması garip değil, İran’a gelince, kendi havzamızın
dışına taşındıktan sonra, kiminle ittifak yaptığının fazla önemi yok.
Bir not kabilinden ekleyelim, Mavi
Marmara hadisesi vuku bulduğundan beri İsrail Gazze’ye saldırmamıştı. O
hadiseden dolayı Türkiye ile bozulan münasebetlerini yeniden tesis
edebileceği ihtimalini masadan kaldırmamış, o ihtimalin tatbik
edilebilmesinin şartlarının birinin de Gazze’yi rahatsız etmemesi
olduğunu unutmamıştır. Mavi Marmara davasının 06.11.2012 tarihinde
başlayan duruşmasıyla birlikte Türkiye ile münasebetlerini eski hale
döndürme ümidini tamamen kaybetmiş haldedir, İsrail’in İran ile ittifak
yapma kararına en büyük katkısı olan hadise, Mavi Marmara hadisesi ile
başlayan kırılmanın, davanın duruşması ile sona ulaşmasıdır.
16.11.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder