Ambargonun etkisi günlük hayata ve
sokağa henüz çok yansımamış. Oysa ki bu yaptırımların bir hedefi İran
halkını rejime karşı ayaklandırmak ve “Acem Baharı”nı tetiklemek.
Bir toplantı sonrası İranlı lisans üstü
üniversite öğrencilerine “pat” diye bu soruyu soruyorum. Amacım hem
tepkilerini görmek hem düşüncelerini öğrenmek. Arap dünyasında yaşanan
olaylara “bahar” demekten hoşlanmasam da uluslararası kod bu olduğundan,
çabuk reaksiyon alabilmek için böyle soruyorum.
Sorumu duyan öğrenciler önce
birbirlerine bakıyor, sonra kaçamak bakışlarla etrafı kolaçan ederek
hızlı hızlı konuşuyor. Cevap verirken çok rahat değiller ve bunu
gizlemekte zorlanıyorlar. Belli ki onlar da “bahar” kelimesini kabul
etmiyor. Biri şu ifadeyi kullanıyor: “Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da
olanlar, bahar ya da her neyse, Suriye’de olmadı. Çünkü Suriye’de güçlü
bir devlet mekanizması var (istihbaratı kast ediyor). O sayede Esad iki
yıldır iktidarını koruyor. İran Suriye’den çok daha güçlü bir devlet.”
Bu kısa konuşmadan anlaşılması gereken
şu: İran’da istihbarat çok güçlü. Böyle bir şeye kolay kolay izin
vermez. Zaten özel sohbetlerden öğrendiğimiz kadarıyla Yeşil Hareket’in
2009’daki başkanlık seçimlerinden sonra sokaktaki gösterileri düzenleyen
liderlerinin çoğu tutuklu. Dolayısıyla İran’da yeni bir eylem serisi
başlaması için yeni sokak liderlerinin ortaya çıkması gerek. Bu da kısa
vadede olacak gibi görünmüyor. Ama 2009’daki olayların bastırılması,
İran’ın Arap dünyasında yaşanan olaylardan endişe etmediği anlamına
gelmiyor. Çünkü rejim hücre yenileyemiyor. Gençlerle rejim arasında
güçlü bir bağ olmadığını söylemek yanlış olmaz.
Tahran’ın eteklerine bakan zirvesi karlı
Elbruz Dağları’na ve yoğun trafik dolayısıyla adeta uçsuz bucaksız bir
otoparka dönmüş geniş bulvarlara bakarken bunları düşünüyorum. Dağdan
gelen temiz havayı içime çekmek istiyorum ama ciğerlerime dolan sadece
egsoz dumanı oluyor. İran’daki durum da biraz böyle. Başka bir şey
görüyor, beklenti içine giriyorsunuz, ama sonuç hiç de umduğunuz gibi
olmuyor. Acem diplomasisi denilen şey tam da bu değil mi?
İran pek çok anlamda göründüğü gibi
değil. Batı basınında görmeye alıştığımız “çarşaflı kadın ve molla
imajıyla” değerlendirilecek bir ülke hiç değil.
Gecenin geç saatlerinde, akan derenin
sesini dinleyerek Tahran’ın meşhur eğlence yeri Derbent’e tırmanırken,
kızlı erkekli İranlı gençler, renkli ışıkların, kendilerini davet eden
garsonların sesleri arasında şakalaşıyor, fotoğraflar çekiyorlar.
Kaldığımız İstiklal Oteli’nin Lobisi’nde
İran İslam Devrimi’nin Rehberi Ayetullah Humeyni ile Dini Lider
Ayetullah Ali Hamaney’in fotoğraflarının arasında bir başka aksakallının
maskotu gelenleri selamlıyor: Noel Baba! Tehran Times gazetesinin
manşetinde de “Mutlu Noeller” yazılı bir fotoğraf var. Vitrinlerde süslü
yılbaşı ağaçları göze çarpıyor. Bu, ülkedeki nüfusun yaklaşık yüzde
0,155’ini oluşturan (yaklaşık 100 bin) Hristiyan’ın geleneklerini saygı
duruşundan daha öte bir durum.
Aralık ayında gülümseyen güneşi görüp
dışarı çıkan insanlar, sevgililer, evet belki biraz tedirgin, belki
biraz mesafeli ama sokakta. Kadınlar bakımlı. Otobüslerde harem selamlık
uygulaması olsa da bunu delenler de yok değil. Daha küçük servis
araçlarında böyle bir ayrım zaten yok. Ünlü Golestan Sarayı’nın
duvarlarında hafif müstehcen sayılacak tarihi minyatürler, çiniler
kapatılmamış. İran rejimi bir Taliban taassubuna sahip değil. İran İslam
rejimi, tarihine, derin devlet kültürüne sahip çıkıyor.
Ambargonun etkisi günlük hayata ve
sokağa henüz çok yansımamış. Oysa ki bu yaptırımların bir hedefi İran
halkını rejime karşı ayaklandırmak ve “Acem Baharı”nı tetiklemek.
Ambargo şu ana kadar sadece büyük yatırımların önünü kesmiş durumda,
altyapı ve modernizasyon gibi konularda sorun var. Finansal açıdan makro
düzeyde sıkıntılar yaşanıyor. Ama bu durum şu ana kadar insanları
doğrudan vurmuş değil. Elbette İran riyalinin dolar karşısında yüzde üç
yüze varan değer kaybı, enflasyon etkiliyor ama bu etki, içine kapalı
bir ekonomide azar azar hissediliyor. Devlet dar gelirli çalışanlarına
yüzde 15 civarında yaptığı artışla etkiyi zayıflatmak istemiş. Bir de
1800 cc’den geniş hacimli motorlu araçlara yapılan benzin sübvansiyonu
kaldırılıyor.
Ama Arap dünyasındaki gelişmeler İran
rejiminin göz ardı edemeyeceği bir risk. Geçtiğimiz günlerde “İslami
Uyanış” adı altında düzenlenen uluslararası toplantıya Dini Lider
Hamaney de katıldı. Burada savunulan tez, Arap ülkelerindeki olayların
“İslami Uyanış” olduğu ve bu hareketin aslında İran’da 30 yıl önce
başladığı. İranlılar “Biz bu süreci 30 yıl önce yaşadık, tekrar etmeye
gerek yok” savının arkasına sığınıyor. Suriye’deki olayları ise “sahte
İslami uyanış” olarak değerlendiriyor. Bu toplantıya katılan Gazi
Üniversitesi’nden Doç.Dr. Mehmet Şahin’e göre bu girişimler ne kadar
gizlenmeye çalışılsa da İran’ın endişelerini ortaya koyuyor: “Bu
korkunun ortaya çıkardığı bir durum. Ateşin bize sıçramasını nasıl
engelleriz çabası. Ben bunu mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya
benzetiyorum.”
Gerçekten de bu izlenimlerin hepsinde
bir gerçek payı var. Evet rejim güçlü, evet istihbarat sağlam, evet 2009
seçimlerinden sonra başlayan Yeşil Hareket bastırıldı. Ama rejimle
gençler arasındaki kopukluk da bir gerçek. Tekrarlamakta sakınca yok:
Rejim hücre yenilemekte zorlanıyor.
Demokrasinin gelişememesi, rejimin
tutucu özellikleri, sosyal medyanın yasaklanması, Batı’dan kopukluk
İran’ın gerçek potansiyelini ortaya koymasını engelliyor. İran enerji
zenginliği, asırlara uzanan devlet aklı ve devlet kültürü, yüksek insan
kalitesi, gelişen teknolojisi ve büyük nüfusu ile müthiş bir potansiyele
sahip. Dünya ile daha entegre bir İran’ın şu ankinden çok daha güçlü ve
etkili olacağı kesin. Ama bunun önündeki engelleri aşması da çok kolay
görünmüyor.
Kaynak: timeturk.com – 29.12.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder