(MİNE ŞENOCAKLI/Gazetevatan) Pek tereddüt etmiyor sonuca varmak için… Bölgeyi de, örgütü de, devleti de iyi bilen, yıllarca devlet
ve Öcalan arasında arabuluculuk yapan, uzun süre ‘Balıkçı’ lakabıyla
tanıdığımız İlhami Işık… Ona göre, bu ne bir iç infaz ne de derin devlet
işi… 50 bin kişinin hayatını kaybettiği Suriye’deki iç savaşın
dayandığı bir hesaplaşma… “Suriye’yi bugüne kadar dizayn eden
Fransa’ydı. Bu gücünü kaybetmek istemiyor. Oysa barış süreci 900
kilometrelik Türkiye-Suriye sınırının düzene girmesini sağlayabilir.
Bunu isterler mi? İşte bunun için bu infazları gerçekleştirdiler” diyor.
Belki hiçbir zaman çözülemeyecek bu
cinayetler… Beklenmiyor değildi provokasyonlar, ancak bu üçlü infaz
kimsenin aklına gelmemişti. Şöyle biraz düşününce ince ince planlandığı
ortaya çıkıyor. Bir anda üç kişiyi birden öldürmek, üçünün de kadın
olması, hiçbir iz bırakılmaması… Tam da devlet İmralı’da Öcalan’la
görüşmüş, Ahmet Türk ve Ayla Akat Aka Öcalan’ı ziyaret edip, barış
yolunda umutla dönmüş, CHP sürece destek çıkmış, halkın önemli bir
bölümünün de onayı alınmışken…
Provokasyon olduğu konusunda kimsenin
şüphesi yok. Ama kimine göre ‘örgüt içi infaz’, kimine göre derin devlet
işi… Aslında akla yatkın onlarca komplo çıkarılabilir. Her zaman olduğu
gibi ilk şaşkınlığın ardından herkes kendi komplosunu yazmaya başladı.
Bilen de bilmeyen de…
Bu tartışmalar iyiden iyiye birbirine
karışmadan en azından barış sürecini iyi bilen, taraflar arasında
arabuluculuk yapan ve kamuoyunca bilinen tek isme sormak istedik
sorularımızı… ‘Balıkçı’ olarak tanımıştık onu, Taraf’ta Yıldıray Oğur
sayesinde! Çok detaylar veriyordu müzakere sürecine ilişkin, ama bir
muammaydı. Gördük ki her açıklaması bir süre sonra gerçeklerle
örtüşüyordu, daha da önemlisi öngörüleri de tutuyordu.
Öcalan’la ne zaman görüştüğümü söylersem sadece bu konuşulur!
O görevini tamamladı! Devlet artık
arabulucuya gerek görmeden görüşmeye başlamıştı hem İmralı ile hem de
örgütle… Ve bugünlere geldik. Bu süreçte öğrendik ‘Balıkçı’nın gerçek
ismini; İlhami Işık. PKK’lı değildi, ama solcuydu. Geçmişte Batman’da
eski TKP’nin gençlik örgütü İlerici Gençlik Derneği’nde adım atmıştı
siyasete, sonrasında TKP ile yoluna devam etmişti… PKK ile tek bir
ilişkisi olmuş, onun sonucunda iki kez kurşunlanmıştı. Hâlâ PKK’dan
yadigâr bir kurşun dizinde duruyor!
Arabulucuğuyla ilgili geçmişe yönelik
sorularıma yanıt vermek istemedi. Bir giz perdesi yaratmak için değil,
şu anda yazdığı ve şubat ayında çıkacak kitapta hepsini bir arada
okuyalım diye! Yanıt alamadığım soruları söyleyeyim… “Öcalan’la ilk ne
zaman tanıştınız?” diye sordum, “Onu kitaba saklıyorum” dedi. “Peki en
son ne zaman görüştünüz?” diye sordum bu kez, “Yok onu sormayın” oldu
cevabı… Bu soruyu cevapsız bırakmasının sebebi kitap değildi. “Eğer buna
cevap verirsem, barışla ilgili tüm konuştuklarımız ölür, Televole’de
olduğu gibi sadece bu konuşulur. Asıl fotoğraf ölür! Bunu kitapta bile
açıklamayacağım, bu bizim için mahrem bilgidir” diye açıkladı
gerekçesini…
Üç ay eve kapanıp Lenin ve Stalin’in kitaplarını ezberledim ama yetmedi…
Uzun uzun konuştuk… Sakine Cansız ile
nasıl tanıştığından tutun da, üç ayda Stalin ve Lenin’in kitaplarını
nasıl ezberlediğine ve tüm bu çalışmasına rağmen siyasi bir tartışmada
yenilmesine kadar… Yenildiği ismi de verelim size ki bağlantısının
gücünü anlayın. Tartıştığı kişi PKK’nın ideoloğu ve kurucularından
Mazlum Doğan… Bir de hatırlatma yapalım, Doğan 1982’de bir Nevruz günü
cezaevinde kendisini yaktı. İşkenceleri protoste etmek için…
Gelelim buluşma sebebimize, yani bu üçlü
infazın ardında yatanlara… Pek tereddüt etmeden bir adres gösterdi
Işık, Fransa ve Suriye! Başbakan Erdoğan da biraz daha diplomatik olarak
böyle bir şey ima etti. Paris’ten ilk gelen haberler de böylesi bir
komployu haklı çıkarır nitelikte. Zira nasıl olur da 24 saat Fransız
polisi tarafından gözetim altında tutulan bir binada üç kişi birden
öldürülür? Fransa Devlet Başkanı Hollande’ın infaz edilen üç kadından
biri olan Fidan Doğan ile görüşecek ne meselesi olabilir? Bunlar gibi
daha pek çok soru çıkacak karşımıza, ama İlhami Işık neredeyse emin,
“Bir PKK’lıya bile tetikçilik yaptırılmış olabilir, ama tetiği çeken
bence Paris-Şam ittifakı” diyor. Ama sonuçta şimdilik hepsi komplo
teorisi!
Sakine Cansız’la Behçet Cantürk’ün bürosunda tanıştım
- Sakine Cansız’ı tanıyorum dediniz. İlk ne zaman tanıştınız?
1991’deki İnfaz Yasası çıktıktan sonra.
Yüz yüze ilk o zaman karşılaştım… Birkaç sefer karşılaşmıştık
Diyarbakır’da ama hiç konuşmamıştık…
- Çok cesaretli olduğu, Diyarbakır
Cezaevi’nde kendisine işkence yapan komutanın yüzüne tükürdüğü, Öcalan’a
da başkaldırdığı söyleniyor…
Yiğit bir kadındı. Çok ağır işkenceler
gördü… Biliyorum, çünkü ağabeyim de benden sonra, Sakine Cansız
döneminde 4 sene kaldı Diyarbakır Cezaevi’nde. O da anlattı, Sakine’nin
çok ağır işkenceler gördüğünü, ki ağabeyim de çok ağır işkenceler gördü,
ama kadınlara daha çok zulmettiler… Ayrıca onların kitaplarını da ben
bastım zamanında… Oradan da biliyorum Sakine’yi ve çektiklerini…
- Nasıl? Hangi kitapları?
Daha doğrusu, o zaman bir yayınevine
bakıyordum İstanbul’da. Sakine Cansız ve Selim Çürükkaya’nın Diyarbakır
Cezaevi’ni anlatan kitaplarını bastım.
- Size mi getirdiler kitaplarını?
PKK’nin yayınlarını basan bir yayınevi vardı. Birkaç ay ben baktım. O zamana denk geliyor bu…
- Nasıl biriydi? İncecik bir kadın bizim fotoğraflarından gördüğümüz… İlk karşılaşmanızda ne düşündünüz?
Faili meçhul cinayete giden ünlü bir Kürt işadamının bürosunda karşılaştık ilk biz, 1991’den sonra.
- Kimin?
İlk öldürülen Kürt işadamının…
- Behçet Cantürk’ün mü?
Evet… Onun bürosunda… Sakine Cansız
arkadaşlarıyla birlikte orada kalıyordu… Severdim onu… Kendinden emin,
cana yakın bir insandı… Ama sonuç olarak PKK’lıydı. Sonra birkaç sefer
burada, Bahçelievler’de karşılaştık… Çamlıkahve’de akrabaları vardı.
Bizim de bir işyerimiz vardı orada… 4-5 sefer karşılaştık. O zamanlar
başka bir rüzgâr esiyordu. Sovyetler Birliği dağılmıştı. Bir yumuşama
vardı. Şiddete bulaşmışları bile o zamanki SHP- DYP iktidarı kısmi bir
afla serbest bırakmıştı. Gelecekten konuşmuştuk, umutluydu…
- Sonuç itibariyle PKK’lı dediniz… O da bizzat kanlı eylemlere katılmış mıydı?
Hayır. Sakine o tür şeylere girmedi.
Zaten cezaevindeydi… O 1980 öncesi, darbeden evvel yakalandı. 11 seneye
yakın hapis yattı. Ondan sonra da yurt dışına gitti. Bazen Kandil’de
çekilmiş fotoğrafları çıkıyordu ama toplantılar, kongreler, konferanslar
olduğunda gelip katılıyor, sonra yine gidiyordu. Dağda da kalmadı öyle
uzun zaman… Benim tanık olduğum dönemde barışcıl yöntemler konusunda çok
istekliydi. 1991’deki PKK içindeki ayrışmada bile barışçıl mücadeleyi
savunuyordu.
- Öcalan’a yakınlık derecesi nedir? Çok yakın olduğu söyleniyor…
PKK’nın kurucularındandır. Yakınlığı daha ne kadar olsun?
- Nişanlısı Mehmet Şener de infaz edilmiş…
Mehmet Şener, benim çocukluk arkadaşım.
Diyarbakır’da hapiste de birlikte yattık. Aynı koğuşta… Ama bu
Sakine’yle nişanlılık konusunu ben de basından öğrendim. Nişanlısı oldu
mu bilmiyorum. Bunu ilk defa duyuyorum. Bana göre bunun doğruluk payı
sıfır.
- Neden?
Hayatın bir alanında karşılaşmadılar…
Diyarbakır Cezaevi’nde insan ilişkisi zaten yoktu. Ondan sonra ayrı
cezaevlerinde kaldılar. Çıktıktan sonra da yolları ayrıldı. Zaten 1 sene
sonra Mehmet Şener öldü, öldürüldü PKK tarafından. Yani zamansal olarak
da mümkün değil bu…
PKK ilk beni vurdu
- Paris’teki cinayetler derin devlet işi mi, yoksa iç infaz mı? Sizce hangisi?
Bu ikisi siyahlar ve beyazlar… Ama arada
griler var. Çok ünlü bir roman var ya, ‘Grinin 50 Tonu’ diye, işte
burada 50’den de fazlası var. Sadece gladyo veya PKK’nin iç infazı
olarak adlandırdığımız zaman bu cinayetleri yanılma payımızın çok yüksek
olduğuna inanıyorum ben. Çünkü bu insanlar sıradan insanlar değil. Biri
PKK’nin 20 kurucusundan biri. Ve onların arasındaki iki kadından biri.
- Diğer kadın kimdi?
Kesire Yıldırım.
- Yani Öcalan’ın eski karısı…
Evet. Dolayısıyla Sakine Cansız önemli
bir şahsiyet. Artı Türkiye’de büyük umutlarla deklare edilmiş, Kürt
meselesinin çözümüne yönelik bir duruşla da karşı karşıya olduğumuzu
düşündüğümüz zaman, Kürt meselesinin çözümünün ve PKK’nin silahtan
arındırılmasının hem Türkiye’deki iç dengelerde hem de bölge
dengelerinde inanılmaz değişikliklere yol açacağı muhakkak. Her
cinayette olağan şüpheliler olur. Adli bir suç bile olsa… Şöyle bir
baktığımız zaman PKK’nin tarihine, kimi yorumculara göre binlere varan
örgüt içi infaz var. Bu örgüt içi infazlarda PKK’nin çok önemli üst
düzey yöneticileri de var, sıradan PKK militanları da… Bu cinayetleri
işleyenler bunu hesaba katmışlardır. Dolayısıyla iç infazlarla ünlü bir
örgütün tarihi bu kadar açıkken ilk olağan şüpheli PKK’nin kendisidir.
Çünkü bu konuda uzmandır, ustadır.
- Sadece iç infazlarda değil, diğer solcuların infazları konusunda da…
Evet, doğrudur. Ben de PKK tarafından
iki kez vuruldum. Hâlâ bir kurşunu da vücudumda taşıyorum. Dolayısıyla
bunu benim söylememin bir anlamı var…
- Zaten isminiz de böyle deşifre olmuştu değil mi? “PKK’nın Batman’da vurduğu İGD’li Kürt” diye tanıtıldığınızda…
İlk benim vurulan PKK tarafından… Beni
vuran da PKK’nin efsaneleştirdiği komutanlarından Mahsun Korkmaz. Onun
da ilk silahlı eylemidir bu… Ama asıl konumuza dönecek olursak, ikinci
olağan şüpheli Türk gladyosu deniliyor.
- Peki Türk gladyosunun böyle bir geçmişi var mıdır?
Evet, bunu yakın zamanlarda 1993-1996
yılları arasındaki inanılmaz vahşi süreçte hep beraber yaşadık. Bana
göre de bir sürü cinayetin organizatörü Türk gladyosudur.
- Mesela?
En başta Musa Anter, Kürt işadamları,
Eşref Bitlis, Uğur Mumcu… Bir hayli kabarıktır dosya… Üçüncü olağan
şüpheliye gelince, çok ciddi bir Suriye problemi yaşanıyor bölgemizde.
1.5 yıl içinde 50 bin insan öldürüldü. Milyonlarca insan evsiz barksız
kaldı. 600 bin insan göç etti. Burada Esad’ın iktidarda kalmasını uzatan
problemlerden biri de Kürtlerin muhaliflerle şimdiye kadar olmayan
ilişkisi. Bu barış süreci doğal olarak Kürtler ve Esad arasında bir
kopuşa neden olabilecek bir durumu yaratacağından, Suriye’nin bundan
ciddi anlamda rahatsızlık duyacağı açık. Dördüncü olağan şüpheli İran…
Çünkü İran için Suriye çok önemli bir pozisyondur. Şii koridoru
açısından… Sıranın Suriye’den sonra kendisine gelebileceği endişesinden
ötürü çok önemlidir. Kürt meselesi çözülürse İran’ın ciddi anlamda mevzi
kaybedeceği açıktır. Beşinci olağan şüpheli; İsrail… Kürt meselesini
sonuçlandıracak bir Türk istihbaratının bölgede güçlenmesinden İsrail’in
rahatsızlılık duymaması mümkün mü? Ki, daha Hakan Fidan MİT’in başına
gelmeden, kendisine karşı büyük bir kampanya başlatan ülke de İsrail.
Irak yönetiminin de çok ciddi anlamda Kürtlerle gerginliği var. Avrupa
Birliği ülkelerinden birinin olmaması için de bir neden yok. Zira Kürt
meselesinin çözümü Türkiye’ye hem ekonomik hem siyasal inanılmaz bir
ivme kazandıracağından Türkiye’nin bu güçlü pozisyonundan rahatsızlık
duymamaları saflık olur. Mesela Almanya’nın… Artı Türkiye’nin Suriye ile
900 kilometrelik, Irak’ı da katarsanız toplam 1400 kilometrelik sınır
boyunda insan öldürme üniversiteleri oluştu. Günde 200-300 Suriye’de,
bir o kadar da Irak’ta insan ölüyor ve çok uzun zamandır devam ediyor
bu. Böylesine bir sınır boyunun düzlüğe çıkması hem silah tüccarlarını
rahatsız eder hem de enerji koridorlarının güvenliğinin Türkiye’nin
pozitif duruşuna yönelik olarak gelişmesi pek çok ülkede ciddi
rahatsızlık yaratır. O kadar çok olağan şüpheli var ki… Eğer Türkiye’de
barış süreci başarıyla sonuçlanırsa, bu saydığımız yapıların hareket
kabiliyeti bir o kadar azalacaktır. Böyle bakmak lazım bu üç infaza.
Yani bize tekrar bir dejavu yaşatmak istediler. Ama bu dejavuyu
yaşamayacağız. Nitekim PKK’den gelen sinyaller, devletin bu konudaki
tanımlamaları bir dejavu daha yaşamayacağımızı gösteriyor.
Mesaj Kürt diasporasına çünkü en şahin onlar
- Peki bu griler arasında en güçlü olasılık nedir sizce? Tetiği kim çekmiştir?
Bu sürecin barışla sonuçlanmasından
bugün itibariyle en çok zarar görecek bölgedeki kompozisyon hangisidir?
Suriye. Çünkü kompozisyonu değişecek. Ben bu infazların Suriye kaynaklı
bir rahatsızlığın alelacele dışavurumu olduğunu düşünüyorum.
- Peki infazı yapan kimler? PKK içindeki Suriye kanadı mı?
Hayır. Cinayet nerede işleniyor?
Fransa’da… Fransa ile Suriye arasında ne gibi bir bağ var? Baktığınız
zaman her türlü bağ var. Fransızların elindeydi Suriye ve gitti. Suriye
devletinin bütün iç mekanizmalarını Fransızlar oluşturdu. Suriye’yi
şekillendiren, organize eden devlet Fransa. Devlet işleyişini,
istihbarat ilişkilerini iyi biliyorlar… Ben geçmişten gelen deneyimi iyi
aktarabilen birilerinin bu infazı yaptığını düşünüyorum.
- Ama Sakine Cansız ve diğer iki
kadının, infazı yapanları tanıdığı, kapının zorlanmadan açılmasının da
bunu gösterdiği söyleniyor… Bu nasıl olabilir?
Bu kriminal bir durum tabii… İstihbarat
örgütleri açısından kapı açmak, şifreleri kırmak çocuk oyuncağı… Onlar
için kapı ile kapısızlık arasında hiçbir fark yoktur… Bu anlamda bunlar
ayrıntıdır.
- Bir bağırış çağırış da duyulmamış…
Çok profesyoneller işledikleri cinayetlerde bağırış çağırışa müsaade etmezler. Saniyelik iştir bu onlar için…
- Dolayısıyla siz tetiği Fransa ve Suriye çekmiştir diyorsunuz. Bu sonuca bir duyum sonucu mu ulaştınız, yoksa analizle mi?
Zamanlamayı, yeri ve hedefi iyi takip
ettiğim için böyle diyorum. Sakine Cansız’a bakıldığı zaman, evet, PKK
içindeki dengelerin koruyucusudur… Ama süreci olumsuz ya da olumlu
anlamda etkileyecek, mekanizmanın içinde şu anda karar verici durumda
olan bir aktör de değil. Öyle bakıldığı zaman hedef olarak PKK kaynaklı
bir hedef ve kadın düşünülmüş. Çünkü her ölüm kötüdür ama çocuk ve kadın
olunca etkisi başka olur. İnsan üzerinde yarattığı duygunun
yoğunlaşması ve mobilize hale gelmesi açısından… Sonra diaspora
seçilmiş. Çünkü barış görüşmelerinde, bu tür müzakerelerde en katı
tutumu takınanlar diasporadakiler olur. Diaspora görüşmeleri hep taviz
olarak algılar. En şahin odur… Sadece bize özgü bir şey değil bu,
dünyadaki bütün diasporalar öyledir, çok daha serttir… Bu sebeple
diasporayı mobilize hale getirmek için de Avrupa seçilmiştir.
Ortadoğu’da yapılmamasının nedeni bu. Oysa Ortadoğu’da bu tür infazlar
çok daha rahat yapılırken, üstelik PKK’nin, karar vericilik anlamında,
Sakine Cansız’dan daha önemli, daha güçlü şahsiyetleri, yani hedefleri
varken, bu infazları Avrupa’da yapmayı düşünmüşlerdir. Avrupa en
güvenlikli yer. Demek ki PKK’ye şu denilmek isteniyor;
“Silahsızlanırsanız sizin bir değeriniz yoktur. Bu süre sizi
silahsızlandırmayla sonuçlandırılacak. Bu sonuç sizin artık bir anlam
ifade etmenizi bütünüyle ortadan kaldıracak.” İşte bunu en berbat
şekilde, ölümle gösterdiler. Dediler ki, “Eğer barış yaparsanız bir
değeriniz kalmaz. Elinizde silah olduğu için bir değersiniz siz.” Benim
algıladığım, benim okuduğum mesaj bu.
- Ve diyorsunuz ki ne derin devlet işidir bu ne de PKK’nın kendi iç hesaplaşması?
Değildir… Bu cinayetle ilgili bir
PKK’linin yakalanması, tetiği bir PKK’linin çekmesi bile bu olayı benim
açımdan bir iç infaza götürmez. Çünkü şunu iyi biliyorum; uluslararası
istihbarat örgütlerinin sızmadığı yapı yoktur. Hele bu kadar bölgesel
rol oynayan, İran’da, Suriye’de, Irak’ta, Türkiye’de, Avrupa’da
örgütlenen ve önemli bir güce sahip olan, ülkelerin dış politikalarını
bile etkileyebilecek PKK’ye sızmadığını düşünmek saflıktır. Böyle
bakıldığında tetiği çeken PKK’nin içinden biri olarak bile lanse edilse
bu benim düşüncemi değiştirmez…
14.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder