(KENAN ALPAY / Yeni Akit Gazetesi) İran’da Rehber Ayetullah Ali Hamaney’in Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti, verdiği
bir demeçte, bölgedeki ‘İslâmî uyanış’ sürecinin durdurulması için
Suriye’nin hedef seçildiğini iddia etti. Velayeti, İran cephesinden
meselenin nasıl göründüğünü şöyle özetliyor: “Siyonistlere karşı
mücadele edenlere muhalif olan bölgedeki gericiler ve Batılılar,
Suriye’ye saldırarak aslında direniş hattının altın halkasına
saldırıyorlar.”
Herkes biliyor ki; İran başından beri
Suriye rejiminin bekasını tartışılamaz bir ‘kırmızı çizgi’ olarak
görüyor. İran, İsrail’e karşı mücadelede Esed/Baas rejimini eşi-benzeri
bulunmaz ve asla vazgeçilemez bir stratejik ortak olarak görüyor.
Ya Esed’insin Ya da Kara Toprağın
Velayeti’nin ağzından dökülen şu
cümleler İran İslâm Cumhuriyeti’nin Suriye’deki Baas/Esed rejimiyle
nasıl bir kader ortaklığı içinde olduğunu da gözler önüne seriyor:
“Suriye’ye saldırı, İran’a ve müttefiklerine yapılmış sayılır.”
‘Direnişin altın halkası’ gibi bir
sıfatın İran tarafından Esed/Baas rejimine yakıştırdığı tarih
Suriye’deki askeri cuntanın tam 50. yılına denk geliyor. Baba Hafız Esed
ve oğul Beşşar Esed hanedanının Suriye halkını işkence ve katliam
altında tuttuğu bir vasatta İran’ın Suriye rejimini ne temize
çıkarabilme ne de bekasını temin edebilme imkânı var.
İran sadece ve sadece kan dökmesi ve
yıkımı arttırması için Şebbiha ve Muhaberat rejimine zaman
kazandırabilir. Zaman kazandırdığı rejim İran’a ne bir prestij, ne bir
hayır ne de bir fayda sağlayabilir. Peki İran, Suriye’deki cinayet
şebekesinin ortağı (ya da patronu) olmaktaki ısrarıyla ne kazanmayı
umuyor?
Suriye’de Baas/Esed rejimi tarafından
tecavüze uğrayan kadınların, boğazlanan çocukların, işkence altında
inletilen onurlu insanların acı ve ıstırapları üzerinden İran ulusal
menfaatlerini koruma ve kollamanın peşine düşmüş. Oysa İslâm İnkılâbı
sırasında çokça söylenen bir marşın sözleri şöyleydi: “Kalkın ey halklar
kalkın, Rehberiniz geldi!” Hatırladığım kadarıyla bu gibi marşların
söylendiği zamanlarda halklar arasında “Suriye halkı siz kalkmayın”
filan diye de istisna edilmemişti.
Muhaberat ve Şebbihaların Suriye halkına
karşı küfür yerine kullandığı “tekfirci, el-Kaideci, Vahhabi” gibi
birçok yaftayı aynen propaganda ederek İran’ın en küçük bir meşruiyet ve
en basit bir sempati kazanamayacağı besbelli. Suriye’deki halkı
beğenmeyen, halkın talep ve itirazlarına karşı despotik Esed/Baas
rejimiyle safları sıklaştıran İran’ın diplomatik ayak oyunlarıyla
alabileceği mesafe fazla uzak değil.
Ne Rehbere Ne de Mehdi’ye Güvendiler
Suriye’deki halk ayaklanmasının kan ve
yıkımla bastırılmasında Esed/Baas cuntasıyla kader birliği yapmış bir
İran’a kim, nasıl ve neden güven duysun? Pers-Acem diplomasisi diye
birileri tarafından çokça övülen kirli-kanlı ilişki biçimlerinin ne
derece köklü ve başarılı olduğunu biz takdir edemeyiz elbet. Fakat bu
diplomasi stratejisinin ne insanî ne de İslâmî herhangi bir değerle
ilişkisinin kurulamayacağını rahatlıkla ifade edebiliriz.
Rehber Hamaney adına konuşan
Velayeti’nin “direnişin altın halkası” sıfatı katil bir rejimin katliam
ve tecavüzlerini zirveye taşıdığı bir dönemde Esed/Baas rejimi için
uygun görülüyor. Halkı nezdinde gayrı meşru olmaktan öte katil ve gasıp
olarak isyan edilen bir rejimi kürsüye çıkarıp altın madalya ile taltif
eden İran devletinin adalet ve hukuku alenen paspas ettiği aşikâr değil
mi? Dünya halkları şimdi direnişin gümüş ve bronz halkalarını da merak
ediyor, kimler acaba?
Suriye halkı yarım yüzyıllık bir
yolsuzluk ve katliam rejimini İran ve Rusya’ya rağmen yıkmak üzere
kıyama kalktı. Rehberin veya Mehdi-i Muntazar’ın gelmesini filan
beklemedi. Tecavüz ve katliamla maruf Şebbiha ve Muhaberat rejimine
‘altın halka’ gözüyle bakan bir Rehber’e güvenmek için aklını peynir
ekmekle yemiş olmak lazım. Böyle enayi bir toplum bulmak için epeyce
araştırma yapmak gerekir. Çünkü çok nadir bulunur böyle bir toplum.
AB veya ABD’den, Rusya veya Çin’den,
İran veya Suudi Arabistan’dan değil; sadece ve sadece Allah’tan ve onun
yolunda onurla mücadele eden müminlerden yardım bekledi ve bekliyor.
Askeri cuntaları, halk düşmanı rejimleri, eli kanlı şebekeleri ayakta
tutmanın tarihini sadece batılı sömürgecilerin kirli geçmişlerinde
aramak ciddi bir zaaf, telafisi zor bir usulsüzlüktür.
Adalet ve merhametten sapan her
iktidarın Hakk’a ve halka rağmen “kırmızı çizgi” denilen akıl
hastalığına tutulduğuna dair ibretlik bir durum var karşımızda. Allah
ıslah etsin ve şifa versin…
28.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder