Şii Devrimi’ne İslam Devrimi adını veren İran, İslam coğrafyasında etkin aktörlük fırsatı yakalamıştır. İran Devrimi, İslam ülkelerinin totaliter baskı altında ezildiği, materyalizm ve ideolojilerin İslami yaşamı zorladığı yıllarda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla İslami kimlik ve çıkış arayışı içindeki kitleler açısından, İran Devrimi dış görünüşü itibariyle bariz bir adres olarak ortaya çıkmıştır.
Dinsel Devşirme (Şiileştirme) Stratejisi, aslında İran için tarihi derinliği olan bir konudur. İran’ın geçmişten bu yana, Şii peykler kurmak, ayaklanmalar çıkarmak ve ajanlık faaliyetlerinde bulunmak için, Anadolu ve diğer İslam ülkelerine Şii mollalar ihraç ettiği bilinen bir husustur. Mesela Şii mollalar, Moğolların sebep olduğu fetret döneminde Timur ile anlaşarak, Anadolu ve İran’da İslam medreselerini kapattırmış; sadece kendileri için genel bir izin çıkararak, tüm Anadolu ve İran’da yoğun Şiileştirme faaliyeti yürütmüştür. Büyümemizi ve istikrarımızı asırlarca baltalayan Anadolu ayaklanmalarının altında, köylere kadar sızan Şii mollaların gizli faaliyetleri yatmaktadır.
Yakın tarihe kadar, Ortadoğu, Kafkas ve Asya halklarına İslami yaşam alanından kaçış yolu olarak sunulan Şiilik, ne hikmetse, 1979 Şii Devrimi’nden sonra emperyalizm, materyalizm ve diktatörlüklerle boğuşan bölge halkına İslami bir çıkış yolu olarak yutturulmaya çalışılmıştır.
Devrim sonrası, İran merkezli yayınlar tercüme edilerek İslam coğrafyasında dolaştırılmış; İslam dünyasında içeriği bilinmeyen İran Devrimi hakkında sempatizan bir merak ve ilgi uyandırılmıştır. Özellikle siyasal çözümleri benimseyen jenerasyon arasında, ilk etapta siyasal bir örnek olarak temayüz eden İrancılık, zamanla ve etkileşimle inanç açısından menfi neticeler doğurmuştur. İrancılığa siyasal düşünceyle yakınlık duyanlar, İran’ın Şiilik propagandalarına açık hale gelmişlerdir. Politik bir arayış, zamanla imani ve ameli meselelerde Şia dinine doğru kaymalar meydana getirmiştir.
Bu kayma, öncelikle müminlerin samimi duygular beslediği Ehl-i Beyt’in yaşadığı mağduriyet ve haksızlıkların istismarı üzerinden gerçekleştirilmiştir. Kerbela olayında Sünnileri de derinden üzen mağduriyet, Şia dininin Sünni İslam karşısında farklığı ve üstünlüğü gibi gösterilmiştir. Ehl-i Beyt’i gerçek anlamda seven, fakat Şia propagandasına alet olacak ölçüde bu olayın istismarına sıcak bakmayan Müslümanlar, Yezit zihniyetli kimseler olarak karalanmıştır.
Sonrasında ise, propagandadan etkilenmeye başlayan Müslüman kitlelere, Sünni İslam içinde olmayan, mesela, Humeyni’yi kutsallaştıran “velayet-i fakih” inancı ve İran’ı İslam dünyasının lideri kabul etme, İslam ilmihali ve hak mezhepler yerine tabii olunacak “imamet” uygulaması, Şiilerin işine gelmeyen kimi ayetlerin ve sahih hadislerin inkârı, fuhuş maksatlı yapılan “mut’a nikâhı” ve büyük sahabelere hakaret etme gibi, yüzlerce imani ve ameli sapkınlık empoze edilmiştir. O dönemdeki kaymaların etkisini, günümüzün İslami bilinen bazı isimlerinde ve akımlarında görmek, maalesef halen mümkündür.
İran diğer yandan özellikle Batı ülkelerinde İslam’ı tanımaya / tanıtmaya yönelik çalışma grupları ve araştırma merkezleri üzerinde etkilidir. Batıdaki İslami Araştırma Merkezlerinin yönetim ve kadrolarında, -göstermelik düşmanlıklarının tam aksine- Yahudilerle birlikte söz sahibi olan ve ortak hareket eden İranlı Şiiler, hem kendilerini İslam dünyası içinde göstermekte, hem de dünyaya İslam diyerek Şiiliği tanıtmaktadır. Bu merkezler, gayrimüslimlere İslam’ı ve güzelliklerini tanıtmak yerine, hem oralardaki saf Müslümanları iğfal etme, hem de dinimizi tanımak isteyen Batılıları İslam’dan soğutma fonksiyonu görmektedir.
Yine İnternette, İslami terim ve kavramların içeriğinin bir kısmı Şiilerin çarpıtma ve yalanlarıyla doldurulmuş durumdadır. Pek çok Sünni Müslüman veya İslam’ı tanımak isteyenler, İnternette yaptıkları aramalarda, farkına varmadan Şiiliğe ilişkin hususları İslam diye öğrenmektedir. Aynı şekilde, ülkemizde dini eğitim ve kültürden uzak bazı bölgelerde, halka Şafii mezhebi adı altında Şiiliğin anlatıldığı da bilinmektedir. Oysa Şiiler, İmam-ı Azam Ebu Hanife ve İmam-ı Şafi Hazretlerini kadim düşman, Hanefi ve Şafileri ilelebet kafir olarak görmektedirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder