(GÖKTÜRK TÜYSÜZOĞLU/Yeni Asya Gazetesi) Paris’teki Kürt Enstitüsü’nde geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen ve PKK’ya yakınlığı ile bilinen 3 kadının ölümüne yol açan suikast oldukça manidar bir girişim olarak görülebilir.
Türkiye’nin en yakıcı sorunu olan “Kürt
Sorunu” bağlamında atılmaya çalışılan adımların önüne geçmeyi hedefleyen
bu suikastın gerçekleştirilmesinde birçok aktör rol oynamış olabilir.
Zira biri PKK’nın kurucu kadrosunda yer alan diğerleri de Paris Kürt
Enstitüsü’nde Kürt milliyetçiliğinin örgütlenmesi noktasında çok önemli
roller üstlenen bu 3 kadının öldürülmesi, hem Türkiye’ye hem Abdullah
Öcalan’a hem de PKK’ya mesaj verebilme noktasında önemli bir girişim
olarak addedilebilecektir.
Son dönemde tek parti iktidarının
getirdiği siyasal istikrara dayalı olarak ciddî bir ekonomik büyüme
yakalamış olan Türkiye’nin önündeki en önemli engel Kürt Sorunu ve
PKK’nın varlığıdır. Türkiye’nin demokratikleşme sürecindeki en önemli
ölçüt hâline gelmiş olan Kürt Sorunu bağlamında atılacak adımlar,
ülkenin son dönemde izlediği aktif dış politika ile birleştiği noktada
Türkiye’ye yönelik algının olumlu yönde değişmesini sağlayabilecektir.
Nitekim 2000 sonrası elde ettiği ekonomik istikrar ve teknolojik
gelişime paralel olarak komşu coğrafyalar özelinde ciddî bir
toplumsal/siyasal saygınlık elde etmiş olan Türkiye’nin önündeki en
önemli engel olarak Kürt Sorunu ve PKK’nın varlığı kalmıştır.
Paris’te gerçekleştirilen suikast ise
Kürt Sorunu’nu çözebilme yönünde ciddî bir irade ortaya koymuş olan
Türkiye’nin önüne taş koymayı hedefleyen bir girişimdir. Böyle bir
girişimde birçok devletin/aktörün parmağı olabilir. Her şeyden önce
PKK’nın kendi içerisinde tutarlı bir yapı öngörmediğini görebilmek
gerekmektedir. Her ne kadar Abdullah Öcalan bu hareketin karizmatik
önderi olarak efsanevi bir kişiliğe büründürülmeye çalışılsa da, örgüt
içerisinde Öcalan’ın bazı eylemlerini/girişimlerini onaylamayan bazı
isimler de bulunmaktadır. Bunun en önemli nedeni, silâh ve uyuşturucu
kaçakçılığı ile çeşitli yasadışı işlerden PKK’nın elde ettiği pay
neticesinde örgütün ticari bir işleyiş kazanmış olması ve önder kadronun
bu işleyişten gelen ekonomik kazançtan vazgeçmeye hazır olmamasıdır.
Bunun yanı sıra, mevcut konjonktürde çok ciddî bir siyasal/toplumsal
etkinliğe sahip olan PKK yöneticileri, sorunun çözülmesi ve PKK’nın
silâhlarını bırakması hâlinde mevcut etkinliklerini sürdüremeyeceklerini
ve pasifize olacaklarını düşünmektedirler. Yani, PKK içerisindeki bazı
aktörler için düz ovada siyaset yapmak elde silâhla dağda beklemekten
daha zordur. PKK içerisinde Kandil ile Avrupa arasındaki örgütsel
çekişme ve yine örgütün “şahin isimlerinden” Fehman Hüseyin ile Murat
Karayılan arasındaki liderlik çekişmesi de bu minvalde ele alınabilir.
Suriye kökenli Fehman Hüseyin, silâhlı mücadelenin devamından yana bir
tavır takınıp özellikle bölge ülkeleri ile PKK arasındaki etkileşimin
arttırılması taraftarıyken, Murat Karayılan ve Paris’te öldürülen Sakine
Cansız gibi isimler Abdullah Öcalan’ın eylem ve söylemlerine daha
bağımlı bir tavır sergilemektedirler. BDP/KCK gibi siyasal yapılanmalar
da liderlik mücadelesini de içeren bu siyasal çatışmanın tam ortasında
bulunmakta ve bu nedenle çözüm yolunda kendilerinden beklenen etkinliği
gösterememektedirler.
PKK’nın aynı zamanda Türkiye ile sorun
yaşayan ya da bu ülkenin büyümesini ve daha etkin bir rol oynamasını
istemeyen ülkeler tarafından belli zaman aralıklarında kullanılan bir
taşeron olduğu da hesaba katıldığında, Paris’teki suikastın en temel
gerekçelerinden biri de ortaya çıkmaktadır. Bu eksende suikastı
değerlendirdiğimizde Esed Suriye’si, İran, Malikî’nin yönetimindeki Irak
ve İsrail ile bu sorunun çözülmesi halinde önemli bir ekonomik kayba
uğrayacak olan (silâh/mühimmat satışları) bazı Avrupalı aktörler/ülkeler
de muhtemel zanlılar olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin Suriye’deki
halk hareketine verdiği destek, daha önce Suriyeli Kürtleri Türkiye’ye
karşı kullanma kartını oynamış olan Esed yönetiminin bu suikast
aracılığıyla Türkiye’nin önünü tıkama girişiminde bulunmasına yol açmış
olabilir. Suriye, Paris’teki Kürt Enstitüsü ile bağlantıları olan
Suriyeli Kürtler ya da PKK içerisinden belli isimler aracılığıyla bu
suikastı düzenletmiş olabilir. Türkiye’nin Ortadoğu’da elde ettiği
bölgesel etkinlikten hazzetmeyen ve bölgedeki en önemli müttefiki Esed
Suriye’sine karşı Türkiye’nin muhaliflere destek olmasını kabullenemeyen
İran da bu suikast bağlamında ele alınmalıdır. Nitekim İran’ın son
dönemde PJAK (PKK’nın İran’daki kolu)’a karşı daha müsamahalı davrandığı
ve Türkiye’ye karşı PKK ile ittifak yapmak istediği yönünde haberler de
gelmektedir. İran istihbaratı, PKK içerisindeki “şahin” kesime
işbirliği yaparak bu suikastın gerçekleşmesine önayak olmuş olabilir.
Nuri El Malikî’nin liderliğini yaptığı Irak da bu suikast çerçevesinde
değerlendirilmelidir. Nitekim Malikî’nin Türkiye ile yakınlaşan ve
PKK’yı çözüm yönünde manipüle etmeye çalışan Bölgesel Kürt Yönetimi ile
sorun yaşadığı ayyuka çıkmış bir gerçekliktir. Malikî, PKK içerisindeki
anlaşmazlıklardan yararlanarak silâhlara veda etmeyi arzulamayan belli
bir grubu bu suikastı gerçekleştirme yönünde cesaretlendirebilir. Zira
böylece Türk Hükümeti ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşmeler, tıpkı
1993’te Bingöl Saldırısı ya da Oslo Görüşmeleri’nin sona ermesine neden
olan Silvan Saldırısı gibi sonlanabilecekti. Bu durum Türkiye ile
Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki ilişkilere de etki edebilecek ve
Malikî’nin eli kuvvetlenecekti. Bu senaryonun Irak, İran ve Suriye
tarafından ortaklaşa bir şekilde oluşturulmuş olması ihtimali de vardır.
PKK ile eskiye dayan bir bağlantısı olan
İsrail de, örgüt içerisindeki uzantılarını kullanarak bu saldırıyı
gerçekleştirmiş olabilir. İsrail’in hedefi ise, kendisiyle sorun yaşayan
Türkiye’nin Kürt Sorunu’nu çözme yönünde adım atmasını engelleme ve
Türkiye’yi kendisi ile yeniden ilişki kurmaya zorlamak olacaktır. Zira
İsrail de farkındadır ki, Kürt Sorunu’nu çözen bir Türkiye’nin İsrail
ile ilişki kurmaya olan ihtiyacı (silâh ve istihbarat temini, ABD
Kongresi’ndeki Yahudi Lobisinin etkinliği) azalacaktır. Bu Ortadoğu’da
yalnızları oynayan İsrail’in hiç istemediği bir bölgesel gerçeklik
yaratacaktır. Aynı şekilde PKK’ya silâh ve mühimmat
verdikleri/sattıkları defalarca ortaya çıkmış olan ve Türkiye’nin
küresel dengeleri etkileyebilecek bölgesel bir lider/dengeleyici
olmasından hoşnut olmayacak bazı Avrupa ülkeleri de istihbarat örgütleri
aracılığıyla bu saldırıyı planlamış olabilirler. Alman ve Fransız
istihbaratlarının bu yöndeki maharetleri de oldukça iyi bilinen bir
husustur.
Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal
Nezan’ın da söylediği üzere, saldırıyı gerçekleştiren kişi/kişilerin
maktuller tarafından tanınıyor olması çok büyük bir olasılıktır. Bu
durum, suikastın PKK’nın Avrupa kolu içerisine sızmış belli bir grup
tarafından çözüm iradesini ortadan kaldırmak amacıyla
gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor. PKK içerisinde Fehman Hüseyin’in
liderliğini yaptığı ve genel itibarıyla Suriyelilerin oluşturduğu “şahin
kesim” dikkatle incelenmeli. Ancak bu grubun İran, Irak, Suriye, İsrail
ve Avrupalı istihbarat örgütleri ile bağlantıları da önemle
irdelenmelidir.
15.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder