(MUSTAFA ÖZCAN/Yeni Akit Gazetesi) Mustafa Özcan Şiilerle ABD arasındaki gizli ittifakı bir kez daha
deşifre etti. Şiiliğin tarihinden alıp son yıllardaki Türkiye’nin
Ortadoğu politikalarına da izah getiren Mustafa Özcan Irak’taki ABD İran
ittifakıyla ilgili de şunları yazdı:
“Kaldı ki Türkiye’nin bir biçimde 1 Mart tezkeresini
onaylamaması karşısında İran, görünmez tezkeresini onaylamış ve
yıllardan beri İran’da sürgünde yaşayan Iraklı muhalifler İran’ın yeşil
ışığı sayesinde Amerikan tanklarıyla birlikte Irak’a dönmüşler ardından
da Amerikan şemsiyesi altında siyasi sürecin mimarları olmuşlardır”
İşte o yazının tamamı:
Özellikle Suriye konusunda kafalar epey karışık. Netleşme zaman alacak.
Lakin kafa karışıklığı veya bulanıklığı daha ziyade zihni. Dışarıda,
hariçte böyle bir bulanıklık yok. Bilgi eksikliği ve kirliliği ve
bilgiyi düzene koyamamak kafa karışıklığının temel nedenleri arasında
bulunuyor. Bu kafa karışıklığını izah etmek için bir okur mektubunu
tahlil etmek istiyorum: “Bizim Başbakanla, Cumhurbaşkanıyla ailecek
görüşüp tatil yapabilecek seviye gelen muhabbetler, ortak bakanlar
kurulu toplantıları, neredeyse nüfus cüzdanı ile geçişlere birden bire
ne oldu?
Bunlar yaşanırken Suriye; İran’ın, HAMAS’ın, Hizbullah’ın dostu değil
miydi? İsrail’in, ABD’nin düşmanı değil miydi? Suriye’yi yönetenlerin
mezhebî kimliği bilinmiyor muydu? PKK’nın faaliyetlerini durdurmamış
mıydı? İran, Hizbullah Şii değil miydi? İran, 1400 yıldan beri Şii değil
miydi? Suriye’de Hama katliamı yaşanmamış mıydı? Bu katliamı Beşşar’ın
babası yapmamış mıydı? Bizimkiler sonradan mı öğrendi? Ne oluyor Allah
aşkına?”
Mesele hiç de okurun feryat ettiği gibi değil. Sözgelimi, geçmişte
Hizbullah’ın İran eksenli veya Şii kökenli olduğunu ifade etmek bir tabu
ve vahdete mugayir bir yaklaşım olarak tepki görüyordu. Bunun
tanıklarından biri benim.
Yeni Şafak’ta yazdığım sıralarda Hizbullah’ı tanımlamak için ‘Şii’
ibaresi kullandığımızda mezhepçilik yaptığımız ileri sürülüyordu. Şimdi
ise okur tersinden ‘madem öyleydi neden uyarılmadık?’ diye soruyor.
Dolayısıyla her iki halde de suçlanıyorsunuz. Peki fikri takibi olmayan
okurun bu kafa karışıklığında hiç mi kusuru yok?
Suriye’nin PKK’nın faaliyetlerini durdurması dostluğumuzun bir eseri
değil Atilla Ateş Paşa’nın tehditlerinin bir meyvesidir. Burada da okur
kafa karışıklığını meşrulaştırmak için süreci yanlış bir yerden
başlatıyor.
Kaldı ki, İran’ın 1400 yıldır Şii olduğu falan da yok. Bu
süreç 1501 tarihi itibarıyla başlıyor. Daha önce İran’da ekseriyet Sünni
ve ülke Selçuklular tarafından yönetilmektedir.
Akkoyunlular döneminde de ülke Sünni bir yapıya haiz. İran
kılıç zoruyla Şiileştiriliyor hatta bu zorla Şiileştirme kampanyası bir
buçuk yüzyıla yayılıyor. O sıralarda Anadolu-İran sınırları kapalı
olduğundan ve arada bir sıcak ve soğuk savaş yaşandığından Şiileştirme
kampanyası Anadolu’ya sıçrayamıyor.
‘Ne oluyor Allah aşkına?’ sorusunun yanlış bilgileri tashih etmekten
başka cevabı yok. Suriye’de temel ayrışma halk ile iktidar ayrışmasıdır.
Bu ayrışmada İran, rejimden yana düşmüş Türkiye ise halkı tercih
etmiştir. Bunu hazmetmekte zorlanıyorsanız bu sizin meselenizdir.
Hariçte böyle bir sorun yok.
Yanlışları alt alta toplayıp onlardan doğru üretmek ancak
simyacılıkla veya sihirbazlıkla veya kara büyü ile açıklanabilir. Bilgi
sahibi olmadan fikir sahibi olursanız cehl-i mürekkep sahibi olursunuz.
Yarım hoca dinden, yarım doktor candan, yarım bilgi de doğrudan eder. Bu
cehli izale ise fevkalade müşkildir. Günümüzde simyanın yerini
mugalata/aldatmaca almış vaziyettedir.
Şimdi Türkiye’nin Suriye’deki aktif politikasından rahatsız olanlar
Türkiye’nin Şii-Sünni savaşına kapı araladığını vehmediyorlar. Bu takım
2006 veya 2007 yılında da Türkiye’nin Lübnan’da görev yapacak BM barış
gücüne istihkam birliği göndermesini de Hizbullah’la çatışma zemini
üretmek olarak değerlendirmişti.
Bütün ulusalcı kesimler ve İran yanlıları bugünkü gibi o gün de
vaveyla koparmışlardı. Sadece Fadlallah bu koroyu bozmuştu. Amaç,
Türkiye’nin Ortadoğu’dan uzak tutulması ve İran için de dikensiz bir gül
bahçesi haline çevrilmesiydi.
Yine o dönemde Lübnan’a asker sevki kararı, 1 Mart tezkeresi ve
Amerika’nın Irak’ı işgaliyle karşılaştırılıyordu ve yansıtılıyordu. Bu
kesimler bu meseleyi niye unuttular? Korktukları başlarına geldi mi? BAK
adlı bir grup Türk askerinin dışarıya sevkine kategorik olarak karşı
çıkıyordu. Sadece BAK’a bak denilebilir! Dünün muhasebesini yapmayanlar
yine basmakalıp ve ezber suçlamalarla karşımıza çıkıyorlar. Türkiye’yi
Ortadoğu’da İran’ın gündemine hapsetmek istiyorlar. Beşşar geçmişte
Türkiye’yi geniş fezasından ve çevresinden yalıtacak mihverler
öneriyordu. İran, Irak, Suriye ve Türkiye mihverinden bahsediyordu.
Türkiye bu mihverde tek kalınca elbette ki onların uydusu olacak ve
dümen suyundan gidecekti. Ali Ekber Salihi de Davudoğlu’na benzer
teklifler sunuyordu. Türkiye’yi çembere almak istiyorlardı.
Suriye konusunda baştan Türkiye’nin Amerikan gündeminin parçası
olduğunu ilan edenler meselenin netleşmesiyle birlikte bu sefer de
Türkiye’nin yalnız kaldığını söyleyerek düzünden vurdukları gibi
tersinden de vuruyorlar. Halbuki Türkiye 2005 yılında Suriye’nin
yalnızlığını kırdı. Lakin o zaman Arap Baharı ve halkın galeyanı yoktu.
Yani hangi politikayı izleseniz nazarlarında yanlışa düşüyorsunuz.
Türkiye mi yanlış yoksa onlar mı tatminsiz? Varsın Türkiye doğru yolda
yalnız ve tek başına kalsın. 1 Mart tezkeresi günlerinde aynısı
söylenmedi mi? Bu sizi niye rahatsız ediyor? Bedel ödemekten mi
korkuyorsunuz yoksa Suriye rejimini kayırma gibi gizli ve şifası olmayan
bir derdiniz mi var? Türkiye’yi bölgeden dışlamak isteyenler bir
biçimde İran tekelistanına müzahir oluyor ve onun gündeminin parçası
oluyorlar.
Yine bazı yazar ve çizerler Türkiye’nin Suriye meselesiyle
ilgilenmesini Irak meselesiyle karıştırıyorlar. Irak’ta bir milyon kişi
ölmüş Suriye’de de tekerrür edebilirmiş! Türkiye Irak’ta ölenlere
seyirci kalmış burada ise tersini yapıyormuş. Türkiye’nin Irak
politikaları elbette ki eleştirilebilir. Zira öyle noktalar da var.
Lakin Türkiye Amerikan işgaline aktif bir destek sunmamıştır. Bundan
dolayı Rumsfeld Irak’ta başlarına gelenlerin Türkiye yüzünden olduğunu
söylemiştir.
Kaldı ki Türkiye’nin bir biçimde 1 Mart tezkeresini
onaylamaması karşısında İran, görünmez tezkeresini onaylamış ve
yıllardan beri İran’da sürgünde yaşayan Iraklı muhalifler İran’ın yeşil
ışığı sayesinde Amerikan tanklarıyla birlikte Irak’a dönmüşler ardından
da Amerikan şemsiyesi altında siyasi sürecin mimarları olmuşlardır.
Bunların bir milyon kişinin ölümünde hiç mi dahli yok? Bugün
de Irak’ı onlar yönetiyor. Kimileri bunu siyasi uyanıklık olarak
görebilir ve meşrulaştırabilir. Lakin ahlaki olarak meşrulaştırıp da
insanlığı öldürmeyelim! İkinci olarak, Irak’taki bir milyonluk kaybı
Suriye’ye uyarlamak kuruntu ile Esat’a ölüm fetvası vermektir. Vicdan
bunun neresinde?
Meseleye İran zaviyesinden bakanlar hakkaniyetten uzak
duruyorlar ve mevhum korkularla Suriye halkının katline cevaz
veriyorlar. Ortadoğu’ya İran penceresinden bakanlar onun projelerinin de
maşası olmuş oluyorlar. Ama vicdanlarını karartanlara söyleyecek
sözümüz yok.
Kaynak: Yeni Akit Gazetesi- 22.04.2012