6 Kasım 2012 Salı

İmamiyye Şiası, Akaid, Ümmetin Birliği, Mezhepçilik vesaire2

(EBUBEKİR SİFİL/Milli Gazete)          Eli kanlı Esed yönetiminin Türkiye’yi debelendiği kan gölünün içine çekme girişimlerinin tavan yaptığı bu süreçte İran hakkında yazdıklarımın bu sıcak gündemin psikolojisiyle okunmaması dileğiyle kaldığımız yerden devam edelim:

İran’ın İslam dünyasıyla ilişkilerine şöyle kuşbakışı bir bakalım:

Arap ülkeleri içinde sadece Suriye gibi kendisine “mezhep” noktasında yakın gördüğü yönetimlerle ilişkileri, diğer ülkelerle kıyak kabul etmeyecek bir ağırlık taşıyor. İran’la “kardeşliğimizi” önemseyerek ilişkileri bu romantizm sarhoşluğu içinde görme ısrarında olanlara sorarım: Mısır’la, Tunus’la, Cezayir’le, Fas’la, Körfez ülkeleriyle İran’ın ne tür bir ilişkisi var?

Ya Endonezya, Malezya ile?

Denebilir ki: “Bu ülkelerin yöneticileri küresel emperyalizme partnerliği tercih ettiği için İran’ın bu ülkelerle kardeşane ilişki geliştirmesi beklenemez.”

Elhak doğrudur.  Bilhassa yukarıda adı geçen Arap ülkeleri için bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha doğrusu “söyleyebilirdik”. Şimdi “Arap Baharı” diye ifade edilen süreçte Mısır’da “Şeriat yönetimi”ni açıktan ve yüksek sesle telaffuz eden bir ekip işbaşında bulunuyor. İran’ın bu ekiple ilişkisinin, daha doğrusu İran’ın bu ülkeyle arasına koyduğu mesafenin nasıl bir makul izahı olabilir? Benzeri soruları Tunus, Libya vb. gibi ülkeler için de gündeme rahatlıkla getirebiliriz.

Orta Asya ülkeleriyle İran’ın bizim için “anlamlı” bir ilişki tarzı bulunduğunu söyleyebilir miyiz peki? Buralarda kendisine yakın gördüğü etnik ve mezhebî gruplar üzerinden buralara “devrim ihracı”, daha doğrusu “mezhep ihracı” gayretleri dışında İran buralarda ne yapıyor?

Irak ve Afganistan’a gelince, İran’ın İslam dünyasının bu parçalarını küresel emperyalist güçlere resmen ve alenen “sattığını” kim inkâr edebilir? İran’ı ve Suriye’yi konuşurken, yine İran’ın propaganda ettiği “direniş hattı” söyleminin Irak ve Afganistan bağlamında neye tekabül ettiği düşünülüyor mu? Irak’ı İran’ın yardımıyla, “katkısıyla” işgal eden ABD İran sayesinde yanı başımıza konuşlanmış değil mi? Nerede kaldı “direniş hattı”? Bu “saflığın” izahı var mıdır?

Bu soruları sorarken Saddam’ı ya da Karzai’yi olumladığımı söyleyecek kadar aklını peynir ekmekle yemiş kimse çıkmaz herhalde!!

Yine bu meseleyi konuşurken kafaları karıştıran iki noktaya daha parmak basmam gerekiyor:

Bunlardan ilki, merhum Erbakan hocanın İran’ı ziyareti ve bu ülkeyle ilişkilere önem vermesi. Elbette bu son derece önemli bir stratejinin ifadesiydi. D-8 gibi küresel bir proje söz konusuydu ve bu proje içinde İran, İslam dünyasının 7 büyük ülkesinin oluşturduğu yapı içinde yer almak zorundaydı. İran’ın bu proje içinde tek başına herhangi bir inisiyatif yürütmesi elbette söz konusu değildi.

Ama artık ne yazık ki ne Erbakan hoca var, ne de D-8′i yürütecek bir başka irade. Dolayısıyla merhum hocanın kendi şartlarında anlamlı olan o girişimini değişen şartlar muvacehesinde İran’ın dümen suyuna girme tavrına gerekçe kılmanın akılla-mantıkla izah edilir yanı yoktur.

İkincisi:  İran konusundaki eleştirilerimi, “mevcut hükümet doğru mu yapıyor” gibi bir savunma refleksiyle karşılamak son derece saçma. Bu tarz savunmacı söylemlerin meseleyi saptırmaktan başka bir anlamı olamaz. Bu tarz saçma sapan suçlamalarda bulunanlar herhalde HAMAS lideri Halid Meşal’in Suriye yönetimi aleyhdarı tavrını da ABD ya da emperyalizm yanlılığı ile izah etmeye kalkmazlar!!

Devam edecek.

11.10.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder