25 Aralık 2012 Salı

Maliki Kaseti komaya soktu

Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin beyin kanamasına yol açan tartışmanın arkasında Başbakan Nuri Maliki’ye ait bir ses kaydının olduğu ileri sürüldü.

Felç geçirten tartışma

İki liderin görüşmesinde, konu Talabani’nin müsteşarı Fahri Kerim’in gazetede yayınladığı ses kaydına geldi. Maliki, Talabani’den kendisine atfedilen ‘Musul’daki Sünniler düşman ve işbirlikçi” sözlerini tekzip etmesini istedi. “Hayır” cevabıyla tartışma sertleşince Talabani fenalaştı.

Talabani’yi komalık eden olayın arkasındaki Sünniler için ağır ifadeler kullandığı bir ses kaydı çıktı. Maliki, Talabani’nin müsteşarı Kerimin elinde bulunan kaydı istedi ancak olumsuz yanıt aldı. Tartışma alevlenince Talabani fenalaştı

Irak Cumhurbaşkanı Celal Talâban’nin beyin kanamasına yol açan olayın perde arkasında Başbakan Nuri Maliki’ye ait bir ses kasetinin olduğu ileri sürüldü. Irak’ta yayın yapan Bas gazetesinin haberine göre Başbakan Maliki, bu ayın 17′sinde Süleymaniye’den Bağdat’a dönen Celal Talabani’yi ofisinde ziyarete gitti. Görüşmede, Bağdat ile Erbil’deki Bölgesel Kürt Yönetimi arasında yaşanan Kerkük, petrol ve tartışmalı bölgeler gibi sorunların yanı sıra Sünniler ile yükselen gerilim de konuşuldu. Haberde, Erbil ve Bağdat arasındaki sorunların gündeme gelmesinden sonra Maliki konuyu Talabani’nin müsteşarı ve Al Mada isimli gazetenin başyazarı Fahri Kerim’in elindeki ses kasetine getirdi. Köşesinde gizli ses kaydının bir bölümünü yayımlayan Kerim, kasette Maliki’nin Talabani’ye Sünnileri şikayet ederek “Musul’daki Sünniler işbirlikçi ve komplocu. Vatansever değiller. Bu ayrılıkçıları Kurdistan bölgesine katmalısın” dediğini aktarıyor.

Sert söz düellosu 

Habere göre Maliki, Talabani’den Kerim’im köşesinde dile getirdiği bu iddiaları yalanlamasını istedi. Ancak Talabani, bu talebi reddedince iki isim arasında şiddetli bir söz düellosu başladı. Bir noktadan sonra Talabani oturduğu yerde fenalaştı ve hemen hastaneye kaldırıldı. Haberde Maliki’nin Talabani’nin ofisinden çıktıktan sonra polislerin kısa süre sonra Kerim’in evine baskın düzenlediği de kaydedildi.

‘Ses kaydı yanımda gerekirse yayımlarım’ 

Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin müsteşarı Fahri Kerim, 18 Aralık’ta Bağdat’da düzenlediği basın toplantısında, “Polisler benden devletin evini boşaltmamı istedi. Maliki’nin ses kayıtları yanımda. Eğer gerekirse dağıtırım” dedi. Suudi Arabistan’dan yayın yapan İlaf sitesi de Maliki’ye ait ses kasetinin olduğunu doğrulayarak, Talabani’nin “Fahri Kerim’in yanında ses kaydı var. Eğer ona bir şey olursa kasedi yayımlayacak” dediğini aktardı.

Kaynak: Yeni Şafak Gazetesi – 25.12.2012

İran’dan PKK’ya Lojistik Destek

KCK/PKK ve dış bağlantıları hakkında İçişleri Bakanı’ndan çarpıcı açıklamalar geldi.

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, terör örgütünün İran’ı barınma, geçiş, eğitim, tedavi, eleman-finansman temini ve propaganda açısından kullandığını söyledi.

Bazı silah aktarımlarının da bu bölgeden yapıldığını belirterek, “İran özellikle sınırdaki güvenliğe özen göstermiyor. Teröristler de önceki yıllara oranla daha rahat hareket ediyor.” dedi.

Örgütün bünyesinde Irak, İran ve Suriye uyruklu yaklaşık 400 terörist bulunduğunun altını çizen Bakan Şahin, Suriye ordusuna ait yüklü miktarda silah ve patlayıcının da PKK’nın eline geçtiğini vurguladı.

İçişleri Bakanı, PKK’nın Avrupa’da düzenlediği para toplama kampanyalarıyla yıllık 20 milyon Euro civarında gelir elde ettiğini bildirdi. Ayrıca sınır bölgelerinde, uyuşturucu ve diğer kaçak mallardan alınan haraçlar, İran, Irak ve Suriye’den bağış, kampanya, vergilendirme adı altında elde edilen gelirlerle finansman ihtiyacını karşıladığını söyledi.

KCK operasyonlarına da değinen Bakan Şahin, “Eğer örgüte karşı hukuki mücadelemizi yapamamış olsaydık, KCK muhtemelen kendine göre bir darbeye yeltenecekti. Son dönemde önlenen en önemli darbe teşebbüsü, darbe yapılanması KCK’dır. Kan dökerek yeni bir ülke kurma hayalindeler.” değerlendirmesini yaptı.

“PKK, Avrupa’da para topluyor “

İdris Naim Şahin açıklamalarını şöyle sürdürdü:

“PKK terör örgütü, varlığını devam ettirmek için farklı finansal gelirlere ihtiyaç duyuyor. Bunun için de Avrupa’da para toplama kampanyaları yapıyor. Buradan yıllık 20 milyon Euro civarında gelir elde etmektedir. Yine sınır bölgelerinde, uyuşturucu trafiğinden ve diğer kaçak mallardan alınan haraçlar, İran, Irak ve Suriye’den bağış, kampanya, vergilendirme adı altında elde edilen gelirler, terör örgütünün finansını karşılamaktadır. Bölücü örgütün Suriye, Irak gibi ülkelerdeki otorite boşlukları nedeniyle bu ülkelerde silah kaçakçılarından rahatlıkla patlayıcı madde ve silah temin ettiği alınan bilgilerdendir. Örgütün bünyesinde Irak, İran ve Suriye uyruklu yaklaşık 400 terörist bulunuyor. Ayrıca Suriye ordusuna ait yüklü miktarda silah ve patlayıcı da terör örgütünün eline geçmiştir.

“İran sınırından silah aktarılıyor”

Terör örgütü, İran’ı barınma, geçiş, eğitim, tedavi, eleman ve finansman temini ve propaganda açısından kullanıyor. Ayrıca bazı silah ve aktarımları da bu bölgeden yapılıyor. Bu kapsamda İran özellikle sınır bölgelerindeki güvenlik önlemlerine özen göstermiyor. Bölgede faaliyetlerini sürdüren teröristler önceki yıllara oranla daha rahat hareket ediyor.”

Kaynak: sondakika.com – 24.12.2012

Hama’da bu kez de ekmek kuyruğunda katliam: 100 ölü

İran, Suriye halkı için kılını kıpırdatmazken, saldırgan Suriye rejimine karşı tedbir alan Türkiye’ye karşı her gün yeni bir tehditkâr açıklama yapmaktan kaçınmıyor.

Suriye’nin Hama kentinde fırının bombalanması sonucu ekmek için kuyrukta bekleyen yüzden fazla kişinin öldüğü bildirildi. Ölü sayısının 300′ü bulduğu iddia ediliyor

 Suriye’nin Hama kentinde fırının bombalanması sonucu ekmek için kuyrukta bekleyen yüzden fazla kişinin öldüğü bildirildi.  Suriye İnsan Hakları Örgütü, rejime bağlı güçlerin, Hama’nın Halfaya kasabasında bir fırını bombaladığı ve çok sayıda kişinin hayatını kaybettiğini belirtti.

Görgü tanıkları, Mig tipi savaş uçağı tarafından düzenlenen saldırıda 300′den fazla kişinin hayatını kaybettiğini ifade etti. Suriye Yerel Koordinasyon Komiteleri adlı muhalif gruptan yapılan açıklamada, rejime bağlı güçlerin Halfaya’da katliam yaptığı, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişinin hayatını kaybettiğini ileri sürdü. Olay mahallinden elde edilen görüntülerde, sokaklarda çok sayıda ceset bulunduğu, kanlar içindeki birçok yaralının da yardım beklediği görülüyor.

İşte o katliam görüntüleri;

Kaynak: timeturk.com– 23.12.2012

“İran bölgedeki durumdan yararlanarak fitne çıkarmayı amaçlıyor”

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal, İran’ı Arap ülkelerinin içişlerine karışmakla suçlayarak bu tavrın kabul edilemez olduğunu söyledi.

Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) Bahreyn’in başkenti Manama’da dışişleri bakanları düzeyinde yapılan toplantısının ardından gazetecilere açıklamalarda bulunan Faysal, İran’ın Arap ülkelerinin içişlerine karışması konusunu birçok kez gündeme getirdiklerini ancak Tahran’ın bu tutumunun devam ettiğini söyledi.

Suudi Bakan, İran’ın bölge ülkelerindeki durumdan yararlanarak ‘fitne çıkarmayı’ amaçladığını, bu tavrın kabul edilemeyeceğini vurguladı.

KİK’in yarın başlayacak liderler zirvesinde bölgesel gelişmelerin yanı sıra İran’ın nükleer faaliyetlerinin de başlıca gündem maddeleri arasında yer alması bekleniyor.

Kaynak: sabah.com – 23.12.2012

Talabani’yi hastanelik eden, Maliki’nin Sünnilere hakareti

“Talabani’yi komalık eden olay üzerindeki sis perdesi aralanıyor. Talabani’nin danışmanı, Maliki’nin Sünnilere ağır hakaret ettiğini, bu sebeple başlayan Talabani-Maliki kavgasının da olayları bu noktaya getirdiğini yazdı. Danışmana göre Maliki, Talabani’ye bağırıp yakın dostunun evini kuşattı, bunu öğrenen Irak lideri sandalyeden düşüp, rahatsızlandı”

Edinilen bilgilere göre Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, uzun süre başkent Bağdat’ın dışında kaldı. 17 Aralık 2012′de Süleymaniye’den Bağdat’a dönünce Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Talabani’ye “hoş geldin” ziyaretinde bulundu. Görüşme Talabani’nin ofisinde gerçekleşti. İkili Erbil ile Bağdat arasında yaşanan gelişmeleri ele aldılar. Zaten Talabani ile Maliki buluşması ve ikilinin Kürtlerle Araplar arasındaki gerginliğin azaltılması konusu olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği politbüro sorumlusu Azad Cindiyani tarafından da doğrulanmış ve Irak medyasına bu konuda bir açıklama da yapılmıştı.

Sünnilere ağır hakaret 

İşte bu görüşmede Talabani ile Maliki arasında Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Fahri Kerim’in yazdıklarından ötürü çok ciddi bir kavga yaşanıyor. Kerim, Talabani’nin çok yakın bir dostu. Aynı zamanda resmi başdanışmanı. Kerim, Irak’ta çokça tanınan bir yazar. Kendi yayın grubu bile var. Kerim, Al Mada isimli gazetesindeki köşesinde Maliki ile ilgili çok çarpıcı bir yazı kaleme alıyor.

Kerim, makalesinde Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin 30 Mayıs 2012 tarihinde Musul’da gerçekleştirdiği bir toplantıda söylediklerine yer veriyor. Kerim’in yazdıklarına göre; Maliki, Musullulara, “Siz Sünniler hain ve işbirlikçisiniz. Hepiniz komplocusunuz. Gidin Talabani’ye söyleyin sizi Kürdistan Federe Bölgesine bağlasın ki sizden kurtulalım” şeklinde ağır hakaretlerde bulunduğunu dile getiriyor. Hatta Kerim, bu türden yapılan konuşmanın kaydının de kendi elinde olduğunu ver gerektiğinde yayımlayacağını da not ediyor.

Tekzip talebi kavgaya dönüştü 

Bunun üzerine Sünnilere ağır ithamlarda bulunduğu ve bunun kamuoyuna açıklanmasıyla birlikte sıkıntı yaşayan Maliki, Talabani’de Kerim’in yazdıklarını tekzip etmesini istiyor. Talabani’de Maliki’nin talebini ret edip ses kaydının olduğunu açıklayınca ipler koyuyor. İki lider yüksek sesler tartışmaya başlıyorlar. Maliki, öfkeyle bağırıp köprüleri atıp dışarı çıkıyor. Talabani, Maliki’nin Cumhurbaşkanı köşkünün yakınında bulunan dostunun evinin askerler tarafından kuşatma altına alındığı haberini alıyor ve öfkeleniyor. Ardından Talabani anı bir hareket yapıyor ve sandalyeden düşüyor. Sonrasında ise hastaneye kaldırılıyor.

Ses kaydı Fahri Kerim’de 

Yaşanan olaylarla ilgili iddialar İlaf isimli Arap sitesinde yer aldı. Almanya’da gazetecilik yapan www.avestakurd.net isimli internet sitesinin sahibi Dilbixwin Dara, “Fahri Kerim’in elinde Maliki’nin Sünniler için sarf ettiği hakaretlerin ses kaydı bulunuyor. Bu konu Avrupa’daki Arap medyasında işlenmeye başlandı. İkili arasında gerginlik yaşandığı inkâr edilse de Talabani’nin ofisinde tekzip kavgası meydana geldiği kesindir. Suudilere ait İlaf isimli yayın organında Fahri Kerim’in evinin askerler tarafından kuşatıldığı ancak Talabani’nin rahatsızlanıp hastaneye kaldırılması olayının meydana gelmesinden dolayı Kerim’in tutuklanmasından vazgeçildi” diye konuştu. Fahri Kerim’in ise Iraklı gazetecilere Talabani ve Maliki arasında kendisinin bir yazısından dolayı tartışma yaşandığını kabul ettiği ve şimdilik yazılmaması ricasında bulunduğu öğrenildi.

Kaynak: Türkiye Gazetesi – 23.12.2012

İran’dan Türkiye’ye bir küstah tehdit daha

İran Savunma Bakanı Ahmed Vahidi, Ankara’nın talebiyle NATO tarafından Suriye sınırına yerleştirilen Patriot hava savunma sisteminin sadece Türkiye’nin kendi güvenliğine zarar vereceğini söyledi.

Vahidi, İranlı Öğrenciler Haber Ajansı’na (ISNA) yaptığı açıklamada ‘Batılı yabancı güçlerin, İslam ülkelerindeki varlıkları, her zaman bu ülkeler arasında soruna ve ihtilafa yol açmıştır’ diyerek ‘Patriotların yerleştirilmesi, güvenlik oluşturması bakımından hiçbir etkisi olmayacak, bu Türkiye’nin zararınadır’ iddiasında bulundu.

Asker eğitmiyoruz

‘Batılılar, sürekli olarak kendi çıkarlarını düşünüyor. Biz, onların bu bölgedeki varlıklarına karşıyız’ diyen Vahidi İran’ın Esad güçlerine askeri eğitim verdiği iddialarını yalanlayarak ‘Suriye güçlü bir orduya sahip ve Siyonist rejime karşı hazırlığını yapmış.’ ifadesini kullandı.

İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi de Patriotlar nedeniyle Üçüncü Dünya Savaşı çıkabileceği yönünde açıklamalarda bulunmuştu.

Kaynak: Akşam Gazetesi – 23.12.2012

Nuri El Maliki, Haşimi’den Sonra şimdi de Sünni Maliye Bakanının Evini Bastı!

Irak Başbakanı olduğundan bu yana Irak’ı mezhep kavgalarının içine sokan Şii Nuri El Maliki, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi’nin ardından Sünni Maliye Bakanı İsavi’yi hedefe aldı. İsavi’nin evine ve ofisine baskın düzenleten Maliki, korumaları da tutuklattı. Sünnî liderler, muhalefeti sindirmekle suçladıkları Maliki’ye karşı güven oylaması için girişim başlattı.

Irak Maliye Bakanı Rafi İsavi, düzenlediği basın toplantısında, “milis kuvvet” olarak nitelendirdiği bir askeri gücün öğleden sonra Yeşil Bölge’nin içinde bulunan bürosuna baskın düzenleyip, bürodaki memurlar ile 150 korumasını tutukladığını söyledi.

“Baskın düzenlendiğinde Bakanlar Kurulu Genel Sekreteri ve bazı devlet yetkilileriyle toplantı halindeydim. Bu ‘milis güç’ diye nitelendirdiğim askeri güç tüm korumaları ve memurları alıp götürdü. Maliki’den, kaçırılanların bir an önce serbest bırakılmasını ve kendilerinden özür dilenmesini istiyorum. Felluce’deki evime de baskın düzenlendi. Maliki, 2 gündür Parlamento Başkanı ve benim telefonlarıma cevap vermiyordu. Devletin işlerliğini sağlayan tüm maddi şeylerin sorumluluğunu üstlenen çok önemli bir bakanlık olan Maliye Bakanlığı şu an korumasız durumda.”

İsavi, tekrar bir kriz yaratmaya çalışan Maliki’nin serbest bıraktığı kadın mahkûmlara tecavüz edilmesi ve başarısız olan Arap-Kürt krizinden sonra ülkeyi çıkarmaya çalıştığı krizlerle devleti nereye götürmeye çalıştığını bilemediğini ifade ederek, “Bu üslup hükümet üslubu değil. Bilakis bu çete davranışı. Korumasız kalsam bile tek başına yoluma devam edeceğim” dedi.

Bakan İsavi, Maliki’nin ülkeyi yönetirken ulusal birlik prensibini hiçe saydığını anlatarak, “Bu durum böyle devam edemez. Maliki’nin istifa etmesi için tekrar çağrıda bulunuyoruz” ifadesini kullandı.

Bu arada, Bakan İsavi’nin üyesi olduğu Irakiye Bloku adına yapılan açıklamada da Maliki’nin, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’ye yaptığını şimdi Rafi İsavi’ye yapmaya çalıştığı ve Sünnileri bulundukları koalisyondan silmek istediği iddia edildi.

Irakiye Bloku, taraftarlarını söz konusu olayları protesto etmesi için sokaklara inmeye de çağırdı.

Kaynak: radikal – 21.12.2012

Başbakan Erdoğan: İran Genelkurmay Başkanı Saçmalıyor


Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 21 Aralık’ta NTV’de katıldığı televizyon programında, Patiotlar için “3. Dünya Savaşı çıkar” diyen İran Genelkurmay Başkanının sözlerine sert karşılık verdi ve İranlı generalin saçmaladığını söyledi. Başbakan Erdoğan İran’da kimin ne adına konuştuğunun da belli olmadığını dile getirdi.

NTV’nin programında Başbakan Erdoğan’a son günlerde Patriot füzeleriyle ilgili İran’dan gelen sert açıklamalar ve tehditler soruldu. Özellikle İran Genelkurmay Başkanı’nın, Türkiye’yi tehdit eden “3. Dünya Savaşı çıkar” sözlerine Başbakan Erdoğan çok sert şekilde şöyle cevap verdi.

İran Genelkurmay başkanı Saçmalıyor!

“Patriotlar yerleştirilirse 3′üncü dünya savaşı çıkar’ diyen İran Genelkurmay Başkanı saçmalıyor. Gereksiz bir şey. Genelkurmay Başkanı önce kim adına konuşuyor, ne adına konuşuyor? Biz cumhurbaşkanı ile konuştuğumuz zaman ‘o kendi düşüncelerini söylüyor, bizim öyle bir düşüncemiz yok’ diyor.

Bakıyorsunuz sonra bir başkası çıkıp başka konuşuyor. Yani İran’da kim kim adına konuşuyor ne adına konuşuyor, orada söylem kimdedir, böyle devam edip gidiyor. Biz kendi kararımızı kendimiz veririz. Gerçi kendi ülkemin muhalefeti bile bizi anlayamıyor ve topraklarımızı NATO’ya devrettiğimizi söylüyor. NATO’nun amir hükmünde üye ülkelerin topraklarının savunucusu NATO’dur hükmü var” dedi.

Mezhep savaşı var 

Suriye’nin geleceğiyle ilgili olarak Esad’ın siyasi ömrüyle ilgili süre vermediğini söyleyen Erdoğan, “Esad gidicidir. Halk sizi istemiyorsa er veya geç gidecektir. Esad işi mezhep savaşına getirmiştir. Irak’ta da bir mezhep savaşı var ve Suriye’ye dönüşebilir. Bağdat hükümeti orada azınlık hükümeti halindedir. Irak’ın bölünmesi konuşuluyor ama benim temennim bunun gerçekleşmemesidir. Orada halka dayalı bir sistemin oturtulması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.

Haberin Videosu:

“Türkiye olmasaydı biz ne yapardık”

Hafız Esed ve oğul Esed’in zulmünü yaşayan, 20 yıl hapishanelerde suçsuz yere yatarak türlü işkencelere maruz kalan bir Suriyeli Abdullatif Şeyh Abdülhay’in açıklamaları;

“Hapishaneye 20 bin kişi atıldılar. 15 bini idam edildi, 5 bini de ömür boyu hapse mahkum oldu”

Konya’da yüz kadar Suriyeli aile var. Yaklaşık beş yüz kişiler. Beşşar Esed’in halkına karşı başlattığı savaştan sağ olarak kurtularak Türkiye’ye sığınan, oradan da Konya’ya yerleştirilen Suriyelilerden yalnızca biri Abdullatif Şeyh Abdülhay… Hafız Esad döneminde 18 yaşında İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) cemiyetinde bulunduğu gerekçesiyle Tedmur Hapishanesine atıldı. Gençliği işkencelerle birlikte Tedmur hapishanesinde geçti. İbadet edemedi, duyularını yitirdi. Tam hapishaneden kurtulacağı anda isim karışıklığından dolayı 6 yıl daha hapse mahkum oldu. 18 yaşında atıldığı hapishaneden 39 yaşında ‘siz masumsunuz, serbestsiniz’ denilerek çıkabildi. 20 yıl kaldığı zindanlarda onu en çok yaralayan ise hapishanedeki askerin, “Siz Allah’a biz ise Hafız Esad’a ibadet ediyoruz” sözü oldu.

20 yılın sonunda ‘siz masummuşsunuz’ denilerek serbest bırakılan Abdullatif Şeyh Abdülhay neden hapishaneye atıldığını, neler yaşadığını ve Esed’in kanlı rejimini haber7.com’a anlattı. Evine 7 füze isabet eden Riad Al Ali de yaşadıklarını paylaştı. Başbakan’ın “Birbirinizi Allah rızası için sevin” sözünü duyduğunda hıçkırıklara boğulduğunu anlatan Ali, röportaj anında da gözyaşlarını tutamadı.

15 bin idam, 5 bin ömür boyu hapis

Hakkında hiçbir suç ispat edilememesine rağmen 20 yıl hapishanede kalan Abdullatif Şeyh, zorla suçlu ilan edilerek hapishaneye atıldığını söyledi.

Hapishaneye 18 yaşında atıldığını kaydeden Abdülhay, “İhvan-ı Müslimin cemiyetinde olmakla suçlandım. Bizim cemaatimiz şeriat rejimini getirmek istiyordu. Hafız Esed bunu istemediği için bizi tehlikeli olarak görüyordu. Esed ve etrafındakiler Müslüman değil. Ben hapishaneye girdim ama hakkımda hiçbir suç ispat edilmedi. İhvan-ı Müslimin cemiyetinde olmakla beni suçlu ilan ettiler ve bana zorla kabul ettirdiler. Tedmur hapishanesine 20 bin kişi atıldık. 15 bin kişi idam edildi. 5 bin kişi hapishaneden ancak 20 yıl sonra çıkabildi. Bize 20 yıl sonra ‘siz masummuşsunuz, örgütle bir ilişkiniz yokmuş’ denildi. Çıktığımda anne-babamın 7 yıl önce öldüğünü öğrendim” dedi.

“Siz Allah’a bizse Hafız Esed’e ibadet ediyoruz”

Hapishanelerde namaz kılanının öldürüldüğünü anlatan Abdülhay, zindanda gördüğü zulmü şu sözlerle dile getirdi:

“Gece ve gündüz işkence vardı. Her gün çok korku yaşıyorduk. Her şeyden men edildik. Hapishane duvarlarının arkasında neler var bilmiyorduk. Ne televizyon ne gazete ne de kitap biliyorduk. Ailemizden habersizdik. Hapishanenin bir odası 80 metre kareydi ve 180 kişiydik. Hiçbir ibadetimize izin vermiyorlardı. Battaniyelerin altında saklanarak ibadetlerimizi yerine getirmeye çalışıyorduk. Ben bir gün kıbleye döndüm ve sadece gözlerimle namaz kılıyordum. Asker, benim namaz kıldığımı anladı ve dışarı çıkardı. Beni saatlerce dövdüler ve öldüm zannettiler. Çünkü hapishanede namaz kılanların akıbeti ölümdür. Oradaki askerler bize hep şunu derlerdi. ‘Siz Allah’a ibadet ediyorsunuz bizse Hafız Esed’e ibadet ediyoruz’.”

5 yıl sonra 50 saniyelik mahkeme

Mahkemeye gittiklerinde her 5 kişiden 4′ünün idam edildiğini belirten Abdülhay, “Ben hapishaneden çıkana kadar yani 20 yıl hiç yüzümü görmedim. Hiç aynaya baktırmadılar. Her gün kesintisiz işkence vardı. Benim birçok arkadaşım işkenceler nedeniyle organlarını kaybetti. Bulunduğumuz hapishane odasının üstünde iki tane delik vardı. 24 saat nöbetçiler bizi oradan izlerdi. Beni tutukladıklarından 5 yıl sonra mahkemeye çıkardılar. Mahkeme 50 saniye sürdü. O 50 saniyede anne-baban kim? Ne iş yapıyorsun? diye sordular. Hakim 50 saniyeden sonra ‘bunun suçu yok’ diye yazdırdı. Ama serbest bırakmadılar. Her mahkemeye gittiğimizde 5 kişiden 4′ü idam ediliyor bir tanesi ömür boyu hapse mahkum ediliyordu” dedi.

İsim yanlış okununca 6 yıl hapis daha!

İsim yanlış okununca 6 yıl daha hapishanede kaldığını ifade eden Abdülhay, “1995′te Hafız Esad’dan bin 200 kişiye ismen af geldi. Bende o kişiler arasındaydım. Çıkacak olanlarla tek tek mülakat yapıldı. İstihbarat başkanı benimle mülakat yaparken bana bir ismi sordu. Ama sorduğu ismi yanlış okumuştu. Bende tanımıyorum dedim. Ama doğru okusaydı tanıyordum. Öyle olunca beni tekrar hapishaneye gönderdi ve bu 6 yılıma mal oldu. İsmi bilerek mi yanlış okudu bilmiyorum. İşte hayatınızın ne olacağı bir kişinin iki dudağı arasındaydı” diye konuştu.

Esed yıkılmazsa hama katliamı yeniden yaşanır

‘Esed yıkılmalı’ diyen Abdülhay, şöyle devam etti:

“Bizim kurtuluşumuz ve tekrar yurdumuza ailemize dönüşümüz Esed’in yıkılmasına bağlı. Bu kesinlikle böyle olmalı. Eğer Beşşar Esed güçlenir ve galip çıkarsa binlerce insan idam edilir. 1982′de Hama katliamı olmuştu. Yaşları 15 ile 50 arası olan 60 bin Suriyeli duvara dizilerek tarandı, katledildi. Aynı Sırpların Bosnalılara yaptığı gibi Esed bunu kendi halkına yaptı. Eğer Esed yıkılmazsa bu katliamı intikam için yeniden yapar.”

Duyularını yitirdi!

Röportaj esnasında ikram edilen çayları yudumlamadan önce de ilginç bir olaya tanık olduk. İnce belli çay bardağına 10 adet küp şeker atan Abdülhay’a bunun nedenini sorduğumuzda zindanda geçen ağır işkenceli 20 yılda tüm duyularını yitirdiği cevabını verdi. Tat, tuz ve koku duyusu kaybolan Abdülhay, “Yine de tat alamıyorum ama tatmin olmak için bardak aldığı kadar şeker atıyorum” dedi.

Türkiye olmasaydı biz ne yapardık

Sözlerinin sonunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür eden Abdülhay, “Türk hükümeti ve Türk halkına çok teşekkür ediyorum. En zor anımızda bize yardım ettiler. Türkiye’nin bizim yanımızda durduğu gibi hiçbir Arap ülkesi ve halkı bizim yanımızda olmadı. Türkiye olmasaydı biz nereye giderdik, kime sığınırdık? İnşallah Esad yıkılır ve biz yeniden ülkemize dönerek hürriyetimize kavuşuruz” ifadelerini kullandı.

Halkı onu, o halkını seviyor

Suriye’de memur olan Riad Al Ali’yse, Beşşar Esed hakkında konuştukları yıllarda çok gizli davrandıklarını söyledi. 3 kişi olduklarında konuşamadıklarının altını çizen Ali, üçüncü şahısların ajan olabileceğini ve her zaman böyle ispiyonlamaların yaşandığını ifade ediyor.

Ali yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “2 ay önce Konya’ya yerleştirildik. Ben Suriye’deki yürüyüşlere katılmıştım. Suriye’den gelmeden önce evime 7 füze atıldı. Eğer evi boşaltmada bir hafta geç kalsaydık hepimiz can verecektik. Eğer ailem olmasa Suriye’de kalıp cihad edecektim. Bunu çok istiyordum. Bize Türkiye’nin yaptığını hiçbir Müslüman ülke yapamadı. Korktular. Ben şuan Türkçe öğreniyorum. Türkçeyi Suriye’ye taşımak istiyorum. Başbakan Erdoğan Pazar günü Konya’daki konuşmasında ‘Allah için birbirinizi sevin’ dedi. Bu sözler beni ağlattı. İçimden keşke bizim de böyle başbakanımız olsa dedim. Halkı onu, o halkını seviyor. Biz Türkiye’de insanlık gördük. Diğer halklara örnek olsun bu yaşananlar.” dedi.

Kaynak: timeturk.com – 21.12.2012

Maliki, Suriye PKK’sı PYD’nin lideri ile görüştü

Irak Başbakanı Nuri El Maliki, PYD lideri Salih Müslim’le Suriye’deki çatışmayı konuştu. Irak Başbakanı Nuri El Maliki Bağdat’ta aralarındaPKK’nın Suriye uzantısı olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) lideri Salih Müslim’inde aralarında bulunduğu bazı parti ve grup liderlerini kabul etti.

Kürt gruplar Kürtlere yardım talebinde bulunurken, Maliki’nin Suriye’deki gruplardan sorunun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi konusunda destek istediği belirtildi. Irak Başbakanı Nuri El Maliki Bağdat’taki makamında Suriye’li bazı parti ve grupların liderlerini kabul etti.

Maliki’nin kabul ettiği Suriyeli parti ve grupların liderleri arasında PKK’nın Suriye uzantısı olarak bilinin ve Özgür Suriye ordusu ile zaman zaman çatışan Demokratik Birlik Partisi (PYD) lideri Salih Müslim’de yer aldı.

Suriye’deki son dunumun ele alındığı görüşmede, Irak başbakanı Maliki’nin Suriye’deki sorunun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesinden yana olduğunu ve bu konuda Suriyeli parti liderlerinden bu yönde çaba harcamalarını istediği belirtildi. Grup liderler, Maliki’den kendilerine destek olunması talebinde bulunduğu öğrenildi.

Kaynak: Star Gazetesi – 21.12.2012

Ali Babacan’dan İran’a tepki

Ali Babacan, Meclis’teki bütçe görüşmelerinin son gününde hükümet adına konuştu.

TBMM Genel Kurulu’nda, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerindeki son konuşmalarda, Hükümet adına söz alan Babacan, Patriot füzeleriyle ilgili İran’dan gelen açıklamalara tepki gösterdi.

“Patriotlar savunma amaçlı”

Ali Babacan, Patriotların süresinin 1 yıl olduğunu, ama gerekirse uzatılabileceğini belirterek, bu önlemlerin savunma amaçlı önlemler olduğunu söyledi. Babacan,”Onun ötesinde kimse bir şey aramamalıdır. Buradaki amacımız da Suriye’deki krizin daha fazla tırmanmasına engel olmaktır. Türkiye, Suriye krizinin barışçıl yollardan bir an önce çözümü amacıyla da yapmış olduğu girişimlerini bundan sonra da aynen kararlılıkla uygulamaya devam edecektir” dedi.

“İran’ın tutumu kabul edilemez”

Babacan, İranlı yetkililerin açıklamalarına da değinerek, ”Kendisi 2 bin, 2 bin 500 kilometrelik füzelere sahipken, bu konuda bazı açıklamalar yapması, farklı bir tutum sergilemesi de kuşkusuz bizim için kabul edilemez” diye konuştu.

Kaynak: ensonhaber.com – 20.12.2012

Davutoğlu: Esad’ın gitmesi an meselesi

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Esad rejiminin artık hayatta kalamayacağını, gitmesinin “an meselesi” olduğunu belirterek, “Daha fazla felaketi önlemek için bu geçiş ve değişimin ne kadar hızlı olacağı uluslararası camiaya kalmış durumda” diye konuştu.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, resmi ziyaret için geldiği Helsinki’de Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja ile görüştü. İki bakan görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi.

Basın toplantısında sadece Suriye konusunda sorular sorulan Davutoğlu, radikal unsurların Suriye’de zemin kazanmaması için Türkiye’nin ne yapacağı sorulması üzerine, çatışma olan bir yerde çeşitli unsurların ortaya çıktığını ve Suriye’nin çeşitli bölgelerinde kaotik bir durumun hüküm sürdüğünü söyledi.

Aynı zamanda sahada iyi organize olmuş bir muhalefetin bulunduğunu belirten Davutoğlu, “Muhalefet şu anda çok sayıda kentin kırsal bölgenin kontrolünü ele geçiriyor. Kontrolünü artırıyor. Burada önemli olan geçiş nasıl devam edecek. Komşu ülkeler ve uluslararası toplum olarak hepimiz bu geçişin barış içinde yumuşak bir şekilde sağlanması için birlikte çalışmalıyız. Şebbiha gibi milislerin ve 45 bin Suriyelinin ölümüne neden olmuş rejim içindeki suçlulara izin verilmemeli. Aynı zamanda, bu kaotik durumu kendi çıkarları için kullanmak isteyen gruplara da izin verilmemeli. Bu bizim endişemiz ve bu yüzden düzgün bir geçiş olsun istiyoruz” dedi.

Davutoğlu, bu geçiş sürecinin mümkün olduğunca hızlı olması gerektiğini belirtti.

Kimyasal silah tehlikesi

Türk istihbaratının Suriye’de kimyasal silahlarla ilgili bir bilgi elde edip etmediğinin sorulması üzerine Davutoğlu, kimyasal silah konusunun Suriye halkı ve bölge için ana güvenlik konularından biri olduğunu söyledi. Davutoğlu, kimyasal silah saldırısı olmadığını, ancak balistik füze tehlikesi bulunduğunu söyleyerek, şöyle konuştu:

“Maalesef 10 gün önce Suriye güçleri Şam’dan Halep’e 10 füze attı. Bu Suriye halkı için asli tehlikelerden biri. Biz bu anlamda acil bir kimyasal silah tehlikesi görmüyoruz, ama her zaman olası bir tehlike var. Eğer bu füze potansiyeliniz ve kimyasal silahınız varsa, her zaman risk var demektir. Bu yüzden, uluslararası toplum olarak her türlü tedbiri almak zorundayız.”

Saddam Hüseyin’in 1990′ların sonunda Halepçe’de kimyasal silah kullandığını hatırlatan Davutoğlu, o zaman Türkiye’ye 500 bin kişinin sığındığını söyledi ve benzer bir insani felaketin yaşanmaması için tüm uluslararası kuruluşların gerekeni yapmasını istedi.

Davutoğlu, İran’ın Suriye tutumu ile ilgili bir soru üzerine, İranlıların Patriotların Türkiye’ye yerleştirilmesini eleştirmek yerine bölgedeki güvenlik konusuna ve Suriye’nin saldırgan tutumuna odaklanmaları gerektiğini söyledi.

Davutoğlu, “Ümit ederiz ki İran bu mesajı Suriye’ye iletir ve bu tip sinyaller alıyoruz” dedi.

“Kestirmek zor ama an meselesi”

Suriye’de rejimin daha ne kadar süreceğinin sorulması üzerine Davutoğlu, “Bunu kestirmek zor, ama hiçbir rejim kendi halkına karşı yürüttüğü savaşı kazanamaz” dedi.

Eski Yugoslavya’da Miloseviç, Irak’ta Saddam Hüseyin, Libya’da Kaddafi örnekleri olduğunu belirten Davutoğlu, “Eğer rejim meşruiyetini kaybedip kendi halkıyla savaşırsa sonu çok açık, kazanamaz. Zaman konusunda ise artık eskisinden daha da eminiz ki ve herkes de eminim bize katılıyordur, Esad rejimi artık hayatta kalamaz. Bu artık an meselesi. Daha fazla felaketi önlemek için bu geçiş ve değişimin ne kadar hızlı olacağı uluslararası camiaya kalmış durumda” diye konuştu.

Uluslararası askeri müdahale konusundaki bir soru üzerine Finlandiyalı Bakan Tuomioja, askeri müdahalenin masada olmadığını söyledi. Ancak Tuomioja, herkesin Esad sonrası için hazırlandığını, belki geçiş sürecinde BM gücü gibi bir uluslararası gücün oluşturularak şiddet olaylarının önlenmesi için çalışılabileceğini söyledi.

Davutoğlu da aynı konuda, Suriye halkının bu değişimi kendi başına gerçekleştirebileceğini düşündüğünü ifade etti. Önemli olanın savaş suçu sayılan hava saldırılarının durdurulması olduğunu dile getiren Davutoğlu, “Meslektaşıma katılıyorum. Sonrasında kamu düzeninin sağlanması için BM ve tüm uluslararası toplumdan açık bir destek olmalı” dedi.

Davutoğlu, Putin’in İstanbul ziyaretiyle ilgili bir başka soruya karşılık, Rusya ile Türkiye arasında 20 aydır Suriye konusunda çeşitli görüşmeler yapıldığını, geçişin nasıl mümkün kılınabileceği konusunda alternatifler üzerinde çalıştıklarını söyledi. “Paylaştığımız yeni fikirler vardı” diyen Davutoğlu, önemli olanın kozmetik değil, gerçek bir değişim olduğunu kaydetti. Davutoğlu, bir geçiş hükümetinin ancak Esad rejimi ve suçluların gitmesi halinde işlev görebileceğini belirtti.

Bakan Davutoğlu, bir gazetecinin “Rusya, Esad’ın gitmesini kabul etti mi?” sorusu üzerine, “Rus dostlarımızın adına konuşamam, ama bu konuda birkaç açıklamaları oldu. Umarız, BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Rusya ve Çin, akan kanı durdurmak için diğer üyelerle birlikte hareket eder” dedi.

Kaynak: hürriyet.com – 19.12.2012

İran: Dün Neyse Bugün de O…

(OSMAN AKYILDIZ/Milat Gazetesi)          Pragmatik Fars politikası kadim Pers medeniyetinin uzantısı olarak tarih boyunca farklı isimler altında klasik siyasetini yürütmüştür. Değişen sadece isimler olmuştur. Persliler, Safeviler, Şah dönemi ve İslam Cumhuriyeti dönemi bu minvalde hep aynı kalmıştır. Tarih boyunca bir kez olsun Batı ile savaşmayan İran, takiyyeci anlayışı sayesinde sürekli Sünnileri yanına çekmeyi bilmiştir. Özellikle devletsiz kalan Sünnilerin ilk defa Humeyni devriminden sonra heyecana kapılması ve İran’a yönelik bir sempati duymaları sonrasında İran devleti, Batı’ya karşı devrimin sıcaklığını çok iyi kullandı, Sünni coğrafyada alttan alta Şii yayılmacılığına başladı. Mesela Bosna-Sırp savaşında savaşmış olan Yahya Konuk, Bosna cihadından Afgan tecrübesine kadar, üstelik önceleri bir İran sempatizanı olmasına rağmen İran’ın rolünü ve cihad karşısındaki tutumunu, bunun yanında nasıl da işgalcilerle birlikte olduğunu çok acı bir şekilde Cihadın Mahrem Hikâyesi kitabında uzun uzun anlatır.

Yeni değil devrimin olduğu 1979 yılında şehid âlim Abdullah Azzam’ın İran hakkındaki sorulara verdiği cevaplar aslında İran’ın tarihi duruşunu gözler önüne sermektedir:

-İran Afganistan’a herhangi bir yardımda bulundu mu?

-Hayır

-Afganistan’da yedi liderlik var, nasıl olur da dünyadaki Müslümanları birleştirebiliriz?

-İran, Afganistan’da gerçek bir Sünni İslami devletin kurulmasını istemiyor. Çünkü bu İran’daki Şiilerin zayıflığını ortaya koyacaktır. İnsanlar Afganistanlı Müslümanlar ile İranlı Müslümanlar arasında yakınlaşma olduğunda İranlıların Allah Taala’ya karşı yalan söylediklerini göreceklerdir.

-İslamabad Şura’sında Mücahidlerin geçici hükümet kurulmasında ittifaka vardı. Neden sonrasında ihtilafa düştüler ve İran’ın onlara karşı duruşu neydi?

-İran’ın duruşu gerçekten son derece kötü olup kesinlikle tek bir silah dahi vermemiştir, yine Mücahidlerin çoğunun yiyecek için Herat’a ulaşmalarına izin vermemiştir.

-Peki neden?

-İlk olarak: çünkü onlar hemen yanı başında bir Sünni devletin kurulmasından nefret etmekte, bunun bölgede Şii yayılmacılığını durduracağına inanmaktadırlar. İran kendisinin İran’dan Pakistan’a oradan Irak’a, sonra Suriye, sonra Lübnan, sonra güney Türkiye’ye kadar yayılan bir Şii imparatorluğu rüyasına sahiptir. Türkiye’nin güneyinde Nusayriler (Aleviler) yaşamakta olup bunlar gelecekte İran’ın yanında duracaklardır.

Suriye Nusayri’dir, Emel ve Hizbullah Şii’dir, Irak’ta Saddam’a karşı savaş açarak onun burayı kendilerine teslim etmesini ve burada Şii devleti ilan etmelerini beklediler. Yine yaklaşık 10 ila 13 milyon arasında Şii Pakistan’da yaşamaktadır.  Bunlar Büyük Şii İmparatorluğu hayali kurmaktadırlar.

Peki, bunların rüyalarını kim durduracak, önlerinde kim duracaktır? Elbette hemen yanı başında kurulacak bir Sünni devlet, yani Afganistan’daki Sünni devlet. Bu nedenle onlar yanı başlarında güçlü bir Sünni devletin kurulmasından nefret etmektedirler.

İkinci olarak: İran ümit etmekte ve zannetmekteydi ki cihad başarısızlığa uğrayacak ve Afganistan bölünecektir. Sanırım Rusya eğer Afgan cihadına karşı durursa ve Afgan cihadına yardımcı olmazsa İran’a söz verdi. Afganistan bölündüğünde kuzey kısmını Rusya alacak, güney kısmı ölü devlet olacak ve batı kısmı da İran’a verilecekti. Şimdi yanımda bir komutanım var. Şunları söyledi: Pakistan’dan askeri elbiseler, ayakkabılar ve yiyecekler satın aldık, bunları Ribat’a gönderdik, ancak İran hükümeti bunlara el koydu ve aldı. Ribat aracılığıyla yardımları Herat’a gönderdim, dört ay boyunca İran sınırında bekletildi. Soğuktan ölen mücahidlere ayakkabıların ve elbiselerin ulaştırılmasına izin vermediler.

Neden?

Bunun Amerikan ürünü olduğunu söylediler?! Kendilerine şunu söyledik: Bunlar Pakistan’da üretildi. O zaman da şu cevabı verdiler: Onlar Amerikan uşaklarıdır!!

Bu nedenle şimdi İran içerisinde muhacirler için mülteci kampları var, ismi Muhammed, ismi Ayşe olan Afganlı mülteciler yaşıyor buralarda. Kızı Hatice ya da Hatice’nin oğlu Muhammed. Aralarında üç kilometre olmasına rağmen Muhammed’in kız kardeşi Hatice’yi ziyaret etmesine izin vermiyorlar. Sadece eğer hükümet kendisine izin verirse bu gerçekleşiyor!!! Devletin kararına göre Afganlıların çalıştırılması yasak, lokantalar ve oteller yasak, eğer herhangi bir Afganlının lokantada çalıştığı tespit edilirse lokanta sahibi İran devletine ceza olarak 4.000 tümen ödemek zorunda. Onlar Afganlılara hakaret etmekte, onları küçük görmektedirler. Gazeteleri bile yazdı, Afganlıları hastalıklı, musibet gibi görmektedirler.

İranlılardır ilk olarak cihadın başarılı olduğu ortaya çıkınca en kötü şekilde tutum sergileyenler. Irak savaşı sona erince bu sefer Afganistan’a dadandılar, şimdi Amerika ile birlikte hareket ediyor.

Onlar Amerika’ya karşı olduklarını söylüyorlar! Yalan söylüyorlar… Yalan söylediler. Onlar aynı Batı-Amerika-İran planını taşımakta; Afganistan’da bir İslam devletinin kurulmasını engellemeye çalışmaktadırlar.                       (Devam edecek)

20.12.2012

İran, Esed’e tepki göstersin

İran’dan Türkiye’ye yapılan Patriot eleştirisine Dışişleri Bakanı Davutoğlu sert cevap verdi: İran, füzeler yerine halkına zulüm eden ve öldüren Esed rejimine karşı tepki göstersin.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Kosova Dışişleri Bakanı Enver Hocay yaptıkları baş başa görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi. Davutoğlu, İran’lı yetkililerin patriot füze savunma sistemiyle ilgili açıklamalarına ilişkin, “Bizim İran’dan beklentimiz, savunma nitelikli olan böyle bir sistemin gelmesi konusunda açıklamalar yapmak değil, Suriye rejimine çok açık ve net mesaj vererek Suriye’deki zulmün durmasını temin etmek üzere etki gücünü kullanmasıdır” dedi.

“İran, füzeler yerine halkına zulüm eden Esed rejimine karşı tepki göstersin”

Suriye sınırına yerleştirilmek üzere Türkiye getirilen Patriot füze bataryalarıyla ilgili İran yönetiminin gösterdiği tepkilere Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu sert cevap verdi. Türkiye’nin NATO’dan talep ettiği Patriot füzeleri için son tepki geçen hafta İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Hasan Firuzabadi’den gelmişti. Firuzabadi, füzelerin İsrail’i koruma amacıyla Türkiye’ye yerleştirildiğini öne sürerek Türkiye’den savaş çıkmadan füzeleri geri göndermesini istemişti. Dışişleri Bakanı İranlı generalin bu açıklamasının kendilerini üzdüğünü belirterek, Suriye’den saldın olmadığı sürece füzelerin ateşlenmeyeceğini söyledi. Füzelerin kışkırtıcı olmadığını dile getiren Davutoğlu, “İran, füzeler yerine halkına zulüm eden ve öldüren Esed rejimine karşı tepki göstermeli” dedi.

Kaynak: Milat Gazetesi – 19.12.2012

İran’ın müstemleke valisi Türk Müteahhitleri engelliyor

Müteahhitleri engelleyin Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin hedefinde şimdi de Türkiyeli İşadamları var. Maliki’nin; Irak’taki inşa sürecine büyük destek sunan Türkiyeli işadamlarının önünü kesmek için Maliye bakanlığına talimat verdiği ortaya çıktı: “İhalelerde Türk işadamlarının önünü kesmek için bürokrasi uygulayın.”

Türk işadamlarını engelleyin Son süreçte Türkiye’den İP ve CHP’nin desteklediği, Esed’in sözcüsü gibi açıklamalarda bulunan Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin hedefinde Türkiyeli İşadamları var. Maliki’nin; Irak’ta ki inşa sürecine büyük destek sunan Türkiyeli işadamlarının önünü kesmek için Maliye bakanlığına “ihalelerde Türk işadamlarının önünü kesmek için bürokrasi uygulayın” talimatı verdiği iddia edildi.

IRAK Başbakanı Nuri el-Maliki’nin talimatıyla Türkiyeli işadamları ve firmalarının önüne siyasi, bürokratik ve hukuki pek çok zorluk çıkarılmaya başlandığı öğrenildi. Son süreçte Türkiye’den İP ve CHP’nin desteklediği, Esed’in sözcüsü gibi açıklamalarda bulunan Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin hedefinde Türk İşadamları var. Irak’ta ki inşa sürecine büyük destek sunan Türkiyeli işadamlarının önünü kesmek için Maliye bakanlığına “ihalelerde Türk işadamlarının önünü kesmek için bürokrasi uygulayın” talimatı verdiği iddia edildi.

Maliye Bakanlığı inkâr etmiyor 

Bugüne kadar Irak ekonomisine büyük destek sunan bazı Türkiyeli işadamları da bu iddiayı ‘Milat’a doğruladı. İsimlerinin açıklanmasını istemeyen iş adamları Irak’ın yeniden yapılandırılmasında ana yüklenici olmalarına son süreçte izin verilmemeye başlandığını, bürokratik engellerin son bir ay içerisinde tavan yaptığını açıkladılar. Irak Maliye Bakanlığı yetkilileri ile temas kurduklarını açıklayan iş adamları, “Biz bize söyleneni uyguluyoruz” şeklinde cevap aldıklarını da ifade ettiler.

Maliki rahat durmuyor

Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin Bağdat’ta PKK ile görüştüğünü yine aylar önce ilk kez Milat duyurmuştu. Toplantıda Kandilden bir grup PKK’lının Suriye’ye kaydırılarak Esed güçlerine destek vermelerinin kararlaştırıldığı da haberimiz ile deşifre edilmişti.

Kaynak: Milat Gazetesi – 19.12.2012

Baas’ı kurtarma çabaları

(İSMAİL YAŞA/Milat Gazetesi)          Suriye’de Baas rejiminin günlerinin sayılı olduğunu ve Beşşar’ın her an için devrilebileceğini Rusyadahi dile getirmeye başlamışken biri İran’dan ve diğeri Faruk El Şara’dan dikkat çekici iki çözüm önerisi geldi.

Altı maddeden oluşan İran önerisi özetle BM gözetiminde silahların bırakılmasını, taraflar arasında diyalog başlatılmasını, siyasi tutukluların serbest bırakılmasını ve cinayete karışanların adil bir şekilde yargılanmasını, halka acil yardım ulaştırılmasını ve Suriye’yle ilgili yapılan yanlış haberlere son verilmesini içeriyor.

Beşşar’ın görevini bırakmasına dair herhangi bir işaret olmadığı için Tahran’ın bu sürecin mevcut rejimin kontrolünde yürütülmesini istediği anlaşılıyor.

Suriye’de rejimle devrimciler arasındaki mücadelede uzatmalar oynanırken İran’ın ortaya attığı bu çözüm önerisi Arap sokağında “İran yönetimi ya çok aptal ya da karşısındakini aptal zannediyor” yorumuna yol açtı.

Çünkü İran, bugüne kadar binlerce kurban veren ve zaferini ilan etmek üzere olan Suriye halkına kısaca, “Devrimden vazgeçin ve kendinizi yeniden Baas rejiminin kollarına bırakın” diyor.

Devrimciler silah bırakacak, Baas güçleri ise ülkenin güvenliğini koruma adı altında silahlarını ellerinde tutmayı sürdürecek.

Siyasi tutuklu diye üç-beş kişi serbest bırakılacak ve diğerleri Baas mahkemelerinde “adil” bir şekilde yargılanacak.

Baas rejiminin Suriye’de işlediği katliamlar dünya kamuoyuna duyurulmayacak.
Tahran’ın istekleri bunlar.
Baas rejimi sona doğru yaklaşırken bir öneri de Hizbullah’a yakın Lübnan El Akhbar gazetesine konuşan Faruk El Şara’dan geldi.
Bir ara Baas rejimini terkettiği iddiaları ortaya atılan El Şara, Suriye’de siyasi ve askeri çözümden hızla uzaklaşıldığını öne sürerek taraflardan hiçbirinin savaşı kazanamayacağı görüşünde.
Faruk El Şara’nın sözlerinin bir bölümü doğru.
Baas rejiminin Suriye halkıyla girdiği savaşı kazanması imkânsız.
Devrimcilerin sonuca ulaşamayacakları iddiasıysa gerçeklerden uzak bir temenni.
Baas rejiminin hem askeri alanda ve hem de siyasi ve diplomatik alanda hızla zemin kaybettiğini – Baasçılar ve yandaşları dâhil – herkes biliyor.
Nasrallah’ın “Suriye’de muhaliflerin kontrolü ele geçireceğini düşünenler yanılgı içinde” demesine bakmayın; Beşşar’ın etrafındaki çemberin iyice daraldığının o da farkında.
Bugünlerde İran’ın son çare olarak “B planı”nı devreye sokacağı konuşuluyor.
Tahran’ın “tümünü kurtaramıyorsan en azından bir kısmını kurtar” planına göre İran, Irak, Rusya ve Çin’in Suriye’nin bölünmesine destek vereceği, Beşşar’ın sahil bölgesinde Nusayri devleti kurmak için harekete geçeceği, bu planın uygulanabilmesi için de Nusayrilerin katliama uğramasını önleme bahanesiyle bölgeler arasına “BM barış gücü” yerleştirilmesinin talep edileceği söyleniyor.
İran’ın Avrupa ülkelerini sözkonusu plana destek konusunda ikna edebilmek için İran ve Irak’tan Avrupa’ya ucuz petrol önereceği iddia ediliyor.
Baas müttefiklerinin tüm çabaları Suriye’de ölüm döşeğindeki rejimi ne yapıp edip kurtarmayı veya en azından Suriye’nin bir bölgesinde yaşatmayı hedefliyor.
Sadece bu nafile çabalar ve çırpınışlar bile Baas rejiminin yolun sonuna geldiğini ispat etmeye yeter.
19.12.2012

Başbakan Erdoğan’dan İran’a yanıt

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İran Genelkurmay Başkanı’nın Türkiye’ye Patriot konuşlandırılmasına ilişkin “3. Dünya Savaşı çıkarır” açıklamasına sert yanıt verdi

 “Aldığı devlet adabı ve edebi gereği Başbakan olarak açıklamayı muhatap almayacağını” belirten Erdoğan, “Bunun kararını verecek olan oradaki 1-2 kişi değil” dedi. Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın Şeb-i Arus törenlerine katılmamasının Patriot gerilimine bağlanması konusunda da, “Davet etmek bizden. Biz davetimizi yaptık, davete icabet edemeyişiyle alakalı olarak değişik bazı şeyler söylendi, ama Patriotlarla ilgili herhangi bir şey gelmedi” dedi.

Alman heyeti inceleme yaptı

Portekiz Başbakanı Pedro Passos Coelho ile basın toplantısında konuşan Erdoğan, İran’dan gelen Patriot tepkilerine “Bu Genelkurmay Başkanı arada sırada çıkar bazı açıklamalar yapar. İlgililere sorduğunuzda da ‘kendi düşüncesi’ derler. Nasıl kendi düşüncesiyse? Muhattap almamız Başbakan olarak hiç doğru değil. İranlı yetkililerin gereken yanıtı vermesi gerekir.  Biz ülkemizin savunması neyi gerektiriyorsa uluslararası kuruluşların vermiş olduğu yetkiye dayanarak biz bu adımları atarız. NATO bu toplantıyı kendi içinde yapmış olmakla kalmadı. Gerek ABD gerek Almanya, Hollanda kendi parlamentolarında bunu görüşüp karara varmışlardır. Bunlar geçici bir süre için, 1 yıl süre için. Eğer Suriye’de herşey tekrar süt liman olur da normalleşme süreci varsa zaten bizim ikinci teklifimiz NATO’ya olacaktır” dedi.

Dün Türkiye’nin, NATO’dan talep ettiği Patriot hava savunma sistemlerinin kurulumu için gelen Alman ve Hollandalı askerlerin yer aldığı heyet Kahramanmaraş ve Adana’da inceleme yaptı.

Kaynak: Milliyet Gazetesi – 19.12.2012

İran’ın arsızlığı

(MUSTAFA ÖZCAN/ Yeni Akit Gazetesi)         Humeyni sonrası İran, Safevilik yolunda dolu dizgin ilerliyor. Arap Baharı ve Suriye köşesiyle birlikte Türkiye’nin birinci düşmanı haline gelmiştir. Halbuki, Türkiye uluslararası mahfillerde İran’ın hamiliğini yapmıştır. Buna mukabil, Tahran bize her gün tehdit üzerine tehdit savuruyor.

Velinimetine nankörlük ediyor. İran neden böyle? Bu sorunun tek bir cevabı var. İran’ın kimyası budur ve başkasını yapamaz. ‘Adım Hıdır, becerdiğim budur’ tekerlemesinde olduğu gibi kimyası gereği İran’ın elinden gelen budur.

Halis Çelebi İran’ın pozisyonunu şöyle izah eder: “Hizbullah ve İran, Suriye devrimi konusunda müspet ve yapıcı davransaydı belki de Sünni dünya ile yeni bir siftah yapabilir ve köprü kurabilirlerdi. Tarihi yarık, ayrık ve mesafe kapanabilirdi. Sıffin’den beri olan tarihi yarık ve mesafe aşılabilirdi. Safevilerle tarihi bağı kesebilirlerdi.

Halbuki, onlar İslam adına dünyanın en katı laik rejimlerinden birisine (direniş bahanesiyle) sahiplendiler ve arka çıktılar. Böylece tarih üzerinden tarihi bir fırsatı heba ettiler ve teptiler. “Şimdi de bu destek nedeniyle açığa düşmenin sıkıntısıyla arsızlığa başvuruyorlar. Suriye halkına karşı yaptıkları bir arsızlıktır.

Türkiye’ye karşı yaptıkları artı bir arsızlıktır. Bahreyn’e karşı yaptıkları da ayrı bir arsızlıktır. Hala Ali Ekber Salihi gibi adamlar Suriye ve Bahreyn’de meselenin reformla çözülmesi gerektiğini savunuyorlar.

Bahreyn ile Suriye arasında tek benzerlik, Şiilik adına birinde muhalefete diğerinde iktidara sahip çıkmalarıdır. Başka hiçbir benzerlik yoktur. Kaybeden tarafta yer almak İranlıları çıldırtıyor. Hazımsızlıkları bundandır.

Nejad, Başbakan Erdoğan’ı Çin’e giderken ve gelirken uğradığı İran’da hastalık numarası yaparak karşılamamış ve görüşmekten kaçınmıştı.

Sonra Başbakan Erdoğan Suriye halkının hatırına Nejad ile Bakü’de görüşmüş ve Suriye konusundaki tavırlarını tadil etmelerini telkin etmiştir. Lakin bu İran yanlısı basına farklı bir şekilde aksettirilmiştir.

Lübnan’da Hizbullah’a yakın El Ahbar gazetesinde yazan Eli Şahlup adlı düzenbaz ve paralı kalem Erdoğan’ın Suriye’de kaybettiği çıkarlarını korumak ve Beşşar rejimiyle kanal kurmak için Nejad ile görüştüğünü ileri sürmüştür. Sıfır komşudan sonra sıfır imtiyaz ve çıkarla karşı karşıya kalan Türkiye’nin imtiyazlarını korumak için Nejad’ı aracı yaptığını ileri sürüyordu. Bu yorumunu da İranlı yakın kaynaklara dayandırıyordu!

Bu hem paralı hem de efendileri gibi palavracı olan Eli Şahlup, üstelik Erdoğan’ın Esat’ın çatısı ve vesayeti altında muhaliflerle Suriye rejimi arasında diyalog çatılmasına razı olduğunu yazmıştır (http://www.tartous2day.com/news/show_news.php?id=3426 ). İran böyle bir ülkedir.

İran ne tarihte ne de bugün yapıcı ve güvenilir bir ülke değildir. Gücü yıkıcılığından gelmektedir. Bunu en iyi tahlil edebileceklerden birisi olan tarihin duayenlerinden Halil İnalcık ne dün ne de bugün İran’ın güvenilir bir ülke olmadığını söylemektedir. Halil İnalcık hiçbir şekilde İran’ın güvenilir bir ülke olmadığını ortaya koymaktadır (http://www.todayszaman.com/ newsDetail_get NewsById. action?newsId=297291 ). Birileri de, Türkiye’de bu tarihi birikime rağmen hala İran’a ortak gözüyle bakmakta ve onu ortak olarak bellemektedir.

Bu politika çoktan iflas etmiştir. Yavuz ve Kanuni, İran tehlikesi geçene kadar hiçbir İran elçisini huzuruna kabul etmemiştir.

Hiç açık kapı ve hiçbir menfez bırakmamıştır. Ali İzzetbegoviç ‘tarihte kalma tarihi de unutma’ demiştir. İran tarihte ve sınıfta kalmıştır ve Halis Çelebi’nin deyimiyle tarihin olumsuzluklarını yeniden yüklenmiş ve diriltmiş ve güncellemiştir. Bize düşen de Aliya’nın tavsiyesi doğrultusunda tarihi güncellemek değil, unutmamaktır. Türkiye’de birileri İran’a çok fazla bel bağlıyor.

Bu bir yanılsamadır. Şeb-i Arus vesile yapılarak Nejad Türkiye’ye çağrılmıştır. Mevlana bile onlara göre ortak bölen değil ayırandır. Mevlana bile İran ile aramızda köprü olamaz. Çünkü onların Mevlana’sı bizimkisine benzemez. Ya da Mevlana’ya kulak vermek yerine onu kullanma eğilimindedirler.

Yine bir istiskalle Nejad önce kabul ettikten sonra neden göstermeden ziyareti iptal etmiştir. Onların yaptığını Putin bile yapmamıştır. Türkiye ile ne konuşacaktır? Sözleri bitmiştir ve kendilerine güvenleri de bitmiştir.

Kaybedecekleri bir şeyleri kalmadığından ve sıfırı tükettiklerinden dolayı Beşşar gibi önüne gelene tehdit savurmaktadırlar. Bu yüzden ‘kazan kazan’ değil ‘kaybet kaybet’ politikası izlemektedir. Çünkü bu güne kadar izlemiş olduğu politikalar onu çıkmaza sürüklemiş ve İslam dünyası önünde özelikle Suriye politikalarıyla birlikte savunulamaz bir pozisyona düşürmüştür. Yeis girdabında çırpınmaktadırlar.

Tarihin haritası bellidir. Salahaddin Eyyübi hattı Fatimileri tasfiye ettikten sonra Kudüs’e yönelmiştir. İran tarihteki eski rolüne (Fatimi) dönerken Suriye yeni bir Salahaddin çizgisine gebedir. İran ve İsrail’in Esat sonrasından korkusu bundandır. İddiaları da varlıkları da tehlikededir. ABD ile gizli dostluk ve aleni düşmanlıkla büyüdükten sonra kum saati gibi eriyip gidiyorlar.

18.12.2012

Suriye Türkmenlerine dikkat!

(HASAN CELAL GÜZEL/Sabah Gazetesi)          Gecen yıldan beri yazıp duruyorum: Suriye’de BAAS dikta rejimi devrilecek ve Beşar Esad gidecektir. Bu kaçınılmaz sonuç bu yılın başında alınabilir ve yüzbinlerce insan katliamdan, zulümden ve mülteci olmaktan kurtarılabilirdi. Lâkin BM’nin pasif kalması, Rusya’nın engellemesi, ABD’nin başkanlık seçimini beklemesi ve AB ile NATO’nun çekingenliği bu facianın uzamasına sebep oldu. Bu arada, biz, doğru bir politika takip ettik; Suriye muhalefetini destekledik ve Suriyeli mültecilere kucak açtık. Ancak, bence daha aktif ve cesur davranabilseydik, hem bu katliam bu kadar uzun sürmezdi, hem de dikta rejiminin sonunu getirme şerefi tamamen bize ait olurdu.

Gene de Suriye’deki eli kanlı dikta rejiminin ve katil diktatör Esad’ın yıkılmasında en büyük pay Türkiye’nin olmuştur. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Şebbiha milislerine taş çıkartan bizim şaşkın muhalefetin tezviratına rağmen, BAAS rejimine ve Esad’a karşı fakat Suriye halkından yana politikalarını ısrarla uygulamaya devam etmişlerdir.

Putin’in son ziyaretinde Erdoğan’ın Esad konusunda onu ikna etmesiyle Suriye’deki kanlı diktatörlüğün sonuna gelinmiştir. Bu bakımdan da dikta rejiminin sona ermesinde Türkiye’nin rolü büyüktür.

Şimdi artik en önemli husus, Esad’dan sonra Suriye’de iç savaşın bitirilmesi ve yeni yönetimin düzenlenmesidir. Bu konuda, krizin başlangıcından beri açıkça Suriye’deki muhalif güçlerin yanında yer alan Türkiye’nin söz sahibi olması normal karşılanmalıdır. ‘Yeni Suriye’nin doğumunda, Suriye Ulusal Konseyi’ni oluşturan Türkiye’nin ebelik yapması tabiidir.

Geçen hafta İstanbul’da yapılan “Suriye Türkmenleri Platformu Toplantısında Dışişleri Bakanı Davutoğlu, ‘Arzumuz, halkıyla barışık, halkına zulmetmeyen, halkını hakkıyla temsil eden yeni bir Suriye’nin doğmasıdır(…) Bütün Suriye halkı, hiçbir ayrım gözetmeden bizim kardeşimizdir ve kardeşimiz olarak kalacaktır’ demiştir.

Türkiye’nin Suriye politikası, Suriye’nin toprak bütünlüğü esasına dayanmaktadır. Dolayısıyla, Suriye’de ayrı bir Nusayri ve Kürt devleti kurulmasına izin verilmeyecek; Arapların, Türkmenlerin, Kürtlerin, Hıristiyanların. Sünnîler ve Nusayrilerin hakları korunacaktır.

Suriye’de nüfusun yüzde 15′ine tekabül eden 3. 5 milyon Türkmen yaşamaktadır. Ayrıca, kimliklerini unutmuş olan en az 3 milyon civarında Türk asıllı Suriyeli vardır. Bugün Suriye’de Araplardan sonraki ikinci büyük nüfus çoğunluğu Türkmenlerdedir. Suriye’deki muhalefetin ‘Özgür Suriye Ordusu’ndaki öncülüğünü Türkmenler yapmaktadır. Türkmenlerin, Fatih Sultan Mehmet ve Sultan Abdülhamid tugayları, hürriyetleri için aslanlar gibi çarpışıyorlar.

Bugüne kadar Suriye Türkmenleri hep ezilmişler, asimile edilmeye çalışılmışlar ve hiçbir hakka sahip olamamışlardır. Suriye Türkmenlerinin bugünkü hedefleri, yeni oluşumda haklarının -hiç değilse 1921 Ankara Antlaşmasında olduğu gibi- anayasa çerçevesinde korunmasının sağlanmasıdır. Ortaya çıkacak sivil ve demokratik bir siyasî sistemde Suriye Türkmenlerinin de haklı beklentileri vardır.

Türkiye, bu defa Suriye Türkmenlerini ihmal etmemeli; her türlü siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel haklarını alabilmeleri için bütün gücüyle gayret göstermelidir.

18.12.2012

Mülteci mi ajan mı?

İnsan Hakları İzleme Örgütü ülkesinden kaçan İranlıların en çok Türkiye’ye sığındığını açıkladı. İran’daki yönetim baskısından bunalıp kaçanların sayısının çok olduğu gerçeği bir yana, İran’ın Şia ve devrim ihracı için her türlü yolu kullandığı biliniyor. Türkiye’ye mülteci sıfatıyla sığınan pek çok İranlının da ajan olmasından endişe ediliyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), İran’da 2009′dan sonra baskıların ve ülkeden kaçan mülteci sayısının her gün arttığını açıkladı. HRW’nin dün açıkladığı rapora göre Türkiye, en çok İranlı mültecinin yaşadığı ülke.

Rapora göre Türkiye’ye yapılan sığınma başvurusu geçen yıla göre yüzde 72 artmış durumda. HRW’nin “Ülkelerini Neden Terk Ettiler?” başlıklı raporunda yüzlerce İranlı mülteciyle yapılmış görüşmeler de yer alıyor. HRW Ortadoğu direktör vekili Joe Stork, gerçek anlamda bağımsız hiçbir hak örgütünün İran’ın varolan siyasi ikliminde faaliyet gösteremediğini söyledi.

Rapora göre İranlılar 2009′da 44 ülkede 11 bin 537 yeni sığınma başvurusu yapmışken, bu sayı 2010′da 15 bin 185 ve 2011 yılında da 18 bin 128′e yükseldi. En fazla yeni sığınma başvurusu, 2009-20114′de arasında, İranlı sığınmacı sayısının yüzde 72 oranında arttığı Türkiye’ye yapıldı.

Kaynak: Sabah Gazetesi 15.12.2012

Eritre’de İran-İsrail ittifakı

“Dahası Eritre’nin İran’dan mali yardım İsrail’den ise askeri yardım aldığı belirtiliyor”

Uzun zamandır gerginlik yaşayan İsrail ve İran’ın Eritre’de gizli askeri üsleri olduğu öne sürüldü. Gölge CIA olarak bilinen bağımsız istihbarat kuruluşu STRATFOR’un raporuna göre İsrail buradaki üssünden İran’ı dinliyor, İran ise üssü silah ticareti için kullanıyor.

İsrail’in bu küçük Afrika ülkesinde gizli operasyonlar yürüttüğüne dair daha önce de haberler çıkmıştı. Ancak İsrail gazetesi Haaretz’e göre STRATFOR’un raporu bu konudaki en detaylı kaynak oldu.

STRATFOR’a göre, İsrail’in Amba Sawara Dağı’nda bir dinleme istasyonu, Dahlak Takımadaları’nda ise limanları bulunuyor.

İran’a karşı kullanılıyor

Geçmişte bu limanların, İsrail Donanması’na ait denizaltılar ve gemiler tarafından Hamas ve Hizbullah’a silah sağlayan İran merkezli gruplara karşı yürütülen gizli operasyonlar kullanıldığı öne sürülmüştü.

Silah yüklü gemilerin İran limanlarından ayrıldığı, Kızıldeniz üzerinden Sudan’a götürüldüğü, oradan da Mısır üzerinden Gazze Şeridi’ne ya da Akdeniz’deki limanlara gönderildiği bildirilmişti.

Hatta İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçaklarının geçmişte birçok kez Sudan’daki silah konvoylarına operasyonlar düzenlediği, bu operasyonların en sonuncusunun iki ay önce başkent Hartum yakınlarında gerçekleştirildiği belirtilmişti.

Dahlak Takımadaları’ndaki limanların Soğuk Savaş yıllarında Sovyet donanması tarafından kullanıldığı da gelen haberler arasında. Google Earth’ten bakıldığında da limandaki gemiler görülebiliyor.

İran’da Assab’ı kullanıyor

STRATFOR’un raporunda İsrail’in bu üslerinin yanı sıra İran’ın da Eritre’nin güneyindeki Assab şehrinde asker bulundurduğu da ifade ediliyor.

Rapora göre dünyanın en sert rejimlerinden biri olan Eritre yönetimi en büyük komşusu Etiyopya ile Cibuti ve Yemen’e karşı avantaj sağlamak için iki ülkeyle de dostluğunu sürdürüyor.

Dahası Eritre’nin İran’dan mali yardım İsrail’den ise askeri yardım aldığı belirtiliyor.

Kaynak: hürriyet.com – 12.12.2012

Maley dünyasında Şiî yayılmacılık (2)

(SERDAR DEMİREL/Yeni Akit Gazetesi)          Şiîlik sahip olduğu mesajı kendi dışındaki kitlelere ulaştırmanın zaruretine inanan bir fırkadır. Bu yüzden de tek hakikat olarak belledikleri kurumlaşmış ve sistemleşmiş Caferîliği, Müslümanlığın kahir ekseriyetini teşkil eden Sünnîlere aktarırken dînî bir vâcibeyi yerine getirdiklerine inanırlar.

Denebilir ki; fikir hürriyetinin olduğu bir yerde insanlar dînî inançlarının propagandasını serbestçe yapabilmeli değil midir? Kulağa hoş gelen bir savunma. Evet ama uluslararası ilişkilerde mütakabiliyet esas olduğuna göre inançların özgürce dillendirilmesi ve bunun gereği olan amellerin serbest olması taraflar için karşılıklı olması gerekmez mi? Ama durumun böyle olmadığını konuyla ilgili olanlar bilir.

Şia için inanç ve amel hürriyetini savunan İran, ülkenin aslî sahiplerinden olan Sünnî vatandaşlarına aynı hakları vermiyor meselâ..

Kaldı ki Maley dünyasındaki Şiî yapılanma İran’daki Sünnîlikle eşdeğer tutulamaz, zira Şiîler o coğrafyada İran Devrimi sonrası yayılmaya çalışırken, İran’daki Sünnîler Hz. Ömer döneminden beri burada mukîmdirler. 500 yıl öncesine kadar İran, Safeviler eliyle zorla Şiîleştirilene kadar, Sünnîliğin merkez bölgelerindendi. Bugün 1 milyon Sünnînin yaşadığı Tahran’da resmi olarak bir Sünnî câminin açılmasına bile izin vermeyenlerin inanç ve amel hürriyetine vurgu yapmaları ne kadar inandırıcıdır?

Hâlbuki Maley dünyasına yayılan Şiî’liğin bu coğrafyada 30 yıllık bir geçmişi vardır. Yani Şiîlik, Sünnîliğin İran’da olduğu gibi, bu bölgenin tarihî bir realitesi değildir ve ne yazık ki Malezya’da bir bölen işlevi görmektedir. Bunu açalım:

Malezya çok kültürlü, çok dinli ve çok etnikli bir yapıya hâiz bir coğrafya. Yüzde 60′ını Müslümanlar oluşturuyor. Müslümanlar ise homojen bir yapı sergilememekte; siyasi tercihlerinde ve din tasavvurlarında farklılaşmaktalar.

Din tasavvurundaki ayrışmalar genel anlamda Eş’arîlik karşısında modern ve Suud selefiliği gibi Ehli Sünnet içi bir ayrışmayı ifade etmektedir. Bir de İslâm’la sekülerizmi buluşturma sevdalıları ve toplumda pek etkileri olmayan hadis karşıtları gibi guruplar var.

Müslümanların ortak bir İslâm idrakinden beslenmesi bu ülke için hayatîdir. Bu müşterek idrak dînî inanç ve ameller açısından bir vahdeti ifade etmiyor sadece. Bu idrak gayrimüslüm toplum karşısında siyasi birliği ve dolayısıyla siyasi iktidarı sürdürmenin imkânını da ifade ediyor.

Nüfusun yüzde 60′ını oluşturan Müslümanlar eğer bir de Şiî-Sünnî merkezli bölünürse, bunun Müslümanların siyasi birliğini zayıflatacağına, bundan da evvelemirde ekonomik gücü elde tutan ve nüfusun yüzde 33′ünü oluşturan Çinlilerin, sonra da Hintlilerin istifade edeceğine kuşku yoktur. Bu yüzden Şiî yayılmacılık özellikle de hükümeti tedirgin etmektedir. Bir şey hükümeti tedirgin ettiğinde muhalif yapılar o konuda sessiz kalmayı tercih ederler.

Eş’arîlik ve selefilik en azından kaynak birliğine sahip iki ekoldür. Eş’arîlik ve Şiîliğin ihtilafları ise; itikad, kaynak ve metod itibarıyla iki yakası bir araya getirilemeyecek cinstendir. Bu yüzden Şiîlikle selefi nüfuzun bölgede yayılması aynı anlama gelmez.

Son olarak Şiî etkisinin Maley Müslümanları nasıl böldüğüne dair bir örnek verelim. Bölge Müslümanları Suriye Baas rejiminin katliamlarına uzun süre tepkisiz kaldı. Hâlâ önemli bir kesim sessizliğini sürdürmekte. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, İran’ın ve bölgedeki Şiî nüfuzunun etkisidir.

13.12.2012

Maley dünyasında Şiî yayılmacılık

(SERDAR DEMİREL/Yeni Akit Gazetesi)          Geçen yazımızda Maley dünyasında (Malezya, Endonezya, Güney Filipin, Güney Tayland, Singapor ve Bruney) Eşarî / Şafiî olan İslâmî toplumsal yapının çözülmeye zorlandığını yazmış, bu bağlamda selefilik hareketinin etkisini tahlil etmiştik. Bugün ise Şiîliğin etkisini ele alıp bunun ne anlama geldiğini izaha çalışacağız.

Önce bir gerçeğin altını çizelim; Maley takımadaları tarihî olarak Şiî fırkalardan hep âzade yaşamış geniş bir coğrafyadır. İran İslâm Devrimi sonrası bütün Sünnî dünyada olduğu gibi Maley dünyası da bu devrimden etkilendi.

Bu coğrafya halkı Şiîliği, bu fırkanın oluşumunu, temel kaynaklarını, usûl prensiplerini, masum imamlar inancını, tarihî Ehli Sünnet ve Şiî ilişkilerinin tabiatını bilmez. İslâmî literatüre vâkıf insanların bile pek bilmediğini söyleyebilirim. Toplumda Şiîliğe müntesip insanlar yaşamayınca meseleye ilgi duyulmaması da doğal karşılanmalı.

Biraz da bu yüzden olsa gerek İran İslâm Devrimi sonrası büyük ümitler oluştu bu dünyada. Devrimin tüm dünya Müslümanlarının hamiliğini yapacağını, dar Şiî çıkarları Ümmetin çıkarlarının önüne geçirmeyeceğini, bu devletin inisiyatifiyle Şiî Sünnî kardeşliğin pekişeceğini, 20 yüzyılda İslâm devlet fıkhının ete kemiğe bürünerek İslâmî devlet modelinin bir çekim merkezi olacağını umdular.

Eşarî geleneğin temsilcisi birçok liderin İran inkılâbına duydukları sempatiyi açıktan dile getirdiği, devrimin çakıl taşı kadrolarının kitaplarını okuduğu bilinir. Hindistan Diyobend medresesi çıkışlı, aynı zamanda Mısır Ezher mezunu Malezya İslâm Partisinin (PAS) rehberi, yaşayışıyla da örnek bir kişiliğe sahip Allâme Nik Abdulaziz bin Nik Matın duruşunda bunu görmek mümkün.

Maley dünyasındaki bu sempati ve güzel temenniler, bu fırkanın tanınmaması, tarihî olarak Şiîliğin girmediği bu coğrafyada Şiî yayılmacılığa kapıların açılmasını kolaylaştırdı diyebiliriz.

Gençler devrim sonrası Şiî ilmî havzalara dini eğitim almak üzere gitmeye başladılar. Tabii, Kumda Sünnî medreselerin de olduğu ve eğitimi kendi mezheplerine göre verdiği propagandasının da bunda etkisi vardı.

Dini eğitim amaçlı gidişler sonraki yıllarda dikkat çekmemek için daha organizeli yapıldı. Kum medreselerini ziyaretimde dini eğitim almak üzere orada bulunan birçok Maley öğrenciyi bizzat kendim görmüş ve çok şaşırmıştım. Şiîleşmiş Maley gençler buralarda molla olup geçiş yaptıkları yeni fırkanın doktrinlerini yaymak üzere geri dönmekteler.

Şiî camilerden âzade Maley dünyasında, Şiî camiler Sünnî asıllı Maley mollaların dönüşüyle açılmaya başladı. Devlet bu gidişattan rahatsız olduğu için bir defasında eğitimini İran’da tamamlayıp dönen 11 kişiyi havaalanında yakalayıp sorguladığını bazı dostlar anlatmıştı. Bunun üzerine eğitimini tamamlayan gençler artık dikkat çekecek şekilde topluca geri dönmüyorlar.

Bir diğer husus da Avrupa ve Amerika’ya eğitim amacıyla gidemeyen ama yurtdışında üniversite okumak isteyen İranlı gençler Malezya’yı tercih ediyorlar; hem daha ucuz hem de eğitim İngilizce yapılıyor diye. Bugün 150 binin üzerinde İranlı Malezya’da yaşıyor. İranlıların önemli bölümünü üniversitelerde okumak amacıyla gelmiş gençler oluşturmakta. Bu gençlerin bir bölümünün ise Şiîliğin bu coğrafyada kök salması için çaba sarf ettiği bilinen bir olgudur. Bir kıyaslama yapılması için zikretmekte fayda var; burada yaşayan Türkiyeli sayısı binin altında.

Yeni dönemde, Şiîlik, Sünnî Maley toplumunda ağırlığını hissettirebilecektedir. Gelecek yazımızda konuya devam edeceğiz.

09.12.2012

Maley dünyada değişen tarihî dinî yapı

(SERDAR DEMİREL/Yeni Akit Gazetesi)          Tarihsel olarak Müslüman Maley takımadalarında yerleşik İslâm yapısı genelde üç saç ayağı üzerine kuruludur: Akidede Eşarî, fıkıhta Şafiî ve sulukta da Nakşibendî.

Bu ülkeler Müslüman coğrafyanın periferisinde olduklarından Ortadoğu’nun çok mezhepli yapısından yüzyıllarca etkilenmemiştir. Ancak bu dinî homojen yapı özellikle de son otuz yılda değişime zorlanmaktadır.

Maley takımadalarından kastedilen Malezya, Endonezya, Güney Filipin, Güney Tayland, Singapor ve Bruney’dir. İslâm bu bölgeye akidede Eşarî, fıkıhta da Şafi mezhebine müntesip Yemenli Arap tâcir sufiler vasıtasıyla gelmiş ve istikrar bulmuştur.

Gezme imkânı bulduğum yerel medreselerde bu tarihsel İslâmî yapının hâlâ devam ettirildiğini görmüştüm. İmam Gazali’nin kitaplarının özel bir yere sahip olduğu ise çok âşikâr.

Bu üçlü yapı yüzyıllarca medrese hocalarının önderliğinde halka nüfuz etmiş, camilerde de halka öğretilen hâkim anlayış olmuştur. Bu bölgeye göç etmiş Hindistan asıllı Müslümanlar ise Hanefi mezhebine müntesiptirler. Anayapı içerisinde Hanefiler azınlığı oluşturmaktalar.

Eşarî ve Şafî olan toplumsal dinî yapı 80’lerden sonra ağır ağır değişmeye başlamıştır. Bir taraftan Suud menşeyli Selefi / Vahabi hareketi (bölge halkı Vahabi olarak tanımlar) diğer taraftan da yayılmacı Şiîlik oturmuş dinî yapıyı paranteze almaktadır. Bunu ifade ederken Şiîlik ve Suud selefiliğini aynı kefeye koyduğum anlaşılmasın.

Suud selefiliği yukarıda değindiğimiz geleneksel yapıyı bidat ve kimi radikal unsurları şirk olarak gördüğünden kendi çizgilerini gerçek İslâm diye yaymaya çalışmaktalar. Bu çalışmalar iki koldan devam ediyor.

İlki, S. Arabistan’a dinî eğitim almak üzere gitmiş ve orada selefileşmiş hocalar üzerinden. Bunların bir kısmının halkın üzerinde hatırı sayılır etkisi var.

İkincisi ise, Avrupa ve Amerika’da örgütlenmiş davet eksenli selefi hareketleri üzerinden. Mesela Al Mağrib ve El Kevser hareketleri. Malezya’da eğitimli kesim İngilizce bilir. Özellikle de İngiltere’deki selefi davet hareketlerinin İngilizce konuşan kesimde etkisi azımsanamaz. Bu coğrafyada sık sık kurslar, seminerler düzenleyerek itikattan fıkıha selefi öğretileri muhatap kitlelerine anlatmaktalar.

İnternet dünyasında da aktif olan bu yapılar interneti hayatlarının bir parçası hâline getirmiş İngilizce konuşabilen eğitimli genç kesime günlük olarak ulaşıp yönlendirebilmektedir.

Batı’da örgütlenmiş selefiler İngilizce eğitim almış Maleyler üzerinde etkili olurken Arapça ve yerel dille konuşan S. Arabistan çıkışlı hocalar da avam üzerinde etkili olmaktadır.

Tarihî dini yapıyı göreceli olarak ilk sarsan aslında Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh öğretileri olmuştur. Afganî ve Abduh çizgisi yüzyıldır Türkiye’de de en çok konuşulan meselelerden birisidir. Afganî ve Abduh rasyonel selefi anlaşıyı, Maley dünyasında, 1957 bağımsızlık dönemi ve sonrasında göreceli olarak etkili olmuştur. Daha çok Ezher mezunlarının temsil ettiği bu rasyonel çizgiyle Suud selefiliği arasındaki farkı da görmek gerek.

Süreç içerisinde Afganî / Abduh çizgisi akademik dünyada modernist / gelişmeci bir çizgiye evrilmiştir. S. Arabistan menşeyli selefilikle beraber tarihsel dinî idraki hedef aldığından sonuç olarak bölge ülkelerinde tarihî Eşarî / Şafî yapıyı çözülmeye zorlamaktalar. Bu da taraflar arasında bir kutuplaşma meydana getirmektedir.

Gelecek yazıda ise Şiîliğin bu meyandaki etkisi üzerinde duracağız.

06.12.2012