Suriye-Baas lobisinin Türkiye’de kamuoyunu muhtemel belirleme gücünü fazla küçümsemiş olduğumu itiraf etmem gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun
Erdoğan’ı Amerika’nın taşeronu olarak niteleyen sözleri İran’a ait
Press TV’de aydınlatıcı bir haber olarak defalarca döndürülüyor.
İşte yazının tamamı:
(YASİN AKTAY/Yeni Şafak Gazetesi)
Arap Baharı’nın rüzgarlarının Suriye’ye
ilk ulaştığı dönemlerde konuyu tartışmak üzere katıldığım değişik
çalışmalarda işin uzmanı olan birilerinden duyduğum farklı muhtemel
gelişmeler arasında fazla şans vermediğim biri Türkiye’de faaliyete
geçip etkili olacak güçlü Suriye-Baas lobisi idi. Böyle bir lobinin varlığının elbette farkındaydım ama bunun Türkiye’de kamuoyunu muhtemel belirleme gücünü fazla küçümsemiş olduğumu itiraf etmem gerekiyor.
Sonuçta Baas rejiminin protestolara
karşı bu kadar kısa sürede ve bu çapta bir şiddetle mukavemet edeceğini
de düşünmemiştik. Ama söz konusu lobinin Baas rejimi ne yaparsa yapsın,
her halükarda ona sahip çıkma konusunda gösterdiği maharet ve
performans, doğrusu inanılır gibi değil.
Baksanıza neresinden bakarsanız ortada
14 bin ölüm, onbinlerce yaralı, yüzbinin üstünde tutuklu ve Ürdün,
Lübnan ve Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmış en az 140 bin mülteci var.
Ancak, neredeyse bütün bu tablonun tek sorumlusunun ak sütten çıkmış
masum bir rejime karşı ayaklanan terörist muhalifler olduğuna
inandıracaklar.
Bazı kesimlerdeki AK Parti’ye karşı “ne
olursa olsun muhalefet” duygusunun bu olayda tuhaf ittifaklar ortaya
çıkardığını da ibretle seyrediyoruz. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı
Amerika’nın taşeronu olarak niteleyen sözleri İran’a ait Press TV’de
aydınlatıcı bir haber olarak defalarca döndürülüyor. CHP’nin baas rejimine olan yatkınlığı meçhul değildi ama biz bunu tek taraflı bir aşk zannediyorduk. Bu aşkın taa İran’dan bir karşılık bulması da Suriye olayının bize bir promosyonu oldu şimdi.
Baas lobisinin tipik çalışma tarzı
vesvese yaymak. Vesvese, adı üstünde, hiç bir zaman geçerli ve karşılığı
olan bir bilgiye, sağlıklı bin kıyasa veya argümana dayanmaz. Bir
imgeyi akla düşürmesi yeterlidir.
Örneğin, Esed ve Baas rejiminin
katliamlarına, işkencelerine dikkat çektikçe NATO’nun Afganistan’da
yaptıkları hatırlatılıyor. Suriye’deki katliamlardan bahsedilince Suudi
Arabistan-Katar, Bahreyn hatırlatmaları yapılır bir anda. Her biri “ne
alaka?” dedirtecek şeyler, ama vesvese işte. Bu vesvesenin ciddiye
alınması aslında vicdanın nasıl bir pazara çıktığının resmini veriyor
sadece. “Kimden gelirse gelsin zulme karşı, kim olursa olsun mazlumdan
yana” olma ilkesinin suyu mu çıktı? NATO’nun Müslümanlara veya başka
mazlumlara şu veya bu coğrafyada yaptığı zulümlere karşı olmak sanki çok
mu zor?
Bir defa, daha önce de söyledik,
Türkiye’nin derdi kimsenin rejimi falan değildi. Bölgede bir sürü
değişik rejim var ama Türkiye’nin bu rejimleri değiştirmek gibi bir
misyonu yok ve olamaz da. İşlerin Suriye’de bu raddeye nasıl gelmiş
olduğunu asla unutmayalım. Türkiye’nin Suriye’ye tavsiye ettiğini Esed
dinlemiş olsaydı işler bu raddeye gelmiş olmazdı ve Suriye’nin bu rejimi
kendi halkıyla barışık olarak ve Türkiye ile de sağlanmış güçlü
ilişkilerle devam ederdi. Nitekim Esed’in dinlemediği tavsiyeleri, o
kadar yoğun bir mesai harcanmamış olduğu halde Ürdün dinledi ve Arap
Baharının yıkıcı etkisini atlatmış oldu.
Arap Baharı ve Devrim süreçlerini çok
iyi izleyen Ürdünlü akademisyen sosyolog Prof. Muhammed el-Havrani TRT
Arapça’da Beyne’t Turas ve’l Hadâthe programında Arap ülkelerinin bahar
rüzgarlarına karşı sergilediği tutumu çok güzel karşılaştırarak
anlatıyordu. Suriye rejiminin işleri bu noktaya getiren şiddet merkezli
yaklaşım tarzına karşılık Ürdün yönetiminin tavrı bu açıdan çok dikkat
çekici. Başlangıçta, hepimiz hatırlayalım, Ürdün yönetimi de Arap Baharı
rüzgarlarının etkisiyle belki çok daha ağır protestolara sahne oldu.
Ancak Ürdün polisi protestoculara hiç bir şekilde müdahale etmediği gibi
güneşin altında kavrulan protestoculara su ve meyve suyu ikram etti.
Üstelik Ürdün kralı bu protestoları duymazdan gelmeyerek onlara cevap
olduğunu ilan ederek epeyce reforma gitti. Protestocuların yolsuzlukla
suçladığı bir çok bakanlık görevlisi, istihbarat görevlileri tutuklandı.
Sonuçta bugün Arap Baharı Ürdün’ü elbette etkilemiş oldu ama rejimin
akıllı yaklaşımı sayesinde kendi mecrasını buldu.
Arap baharının domino etkisiyle Suudi
Arabistan’ı da aynı şekilde etkileyeceği beklendi. Oysa Suudi Arabistan
da Ürdün’den bile atak davranarak kendi halkı nezdindeki muhtemel
hoşnutsuzlukları maaşları yükselterek ve bol bol para dağıtarak
gidermeye çalıştı. Halihazırda Suudi Arabistan’da halkın rejime karşı
güçlü bir hoşnutsuzluğuna dair bir işaret yok. Sonuçta Türkiye’yi
tutarlı olmak adına rejimini beğenmediği her ülkeye karşı Suriye’ye
karşı takındığı tutumu takınmaya davet edenlerin aklı gerçekten fazla
karışık, hatta bir hoş.
Tekrar başa dönüp hatırlatalım
ki, Suriye ile Türkiye’nin sorunu baştan beri rejimi değildi, sadece ve
sadece vicdan sahibi hiç kimsenin seyirci kalamayacağı cinayetleriydi.
21.05.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder