Milat Gazetesi yazarı İsmail Yaşa bugünkü yazısında, PKK’nın İran’daki kamplarını ele aldı.
Ne kadar belge sunulursa
sunulsun Tahran’dan PKK’ya desteğini ve kampların varlığını itiraf
etmesini beklemenin saflık olduğunu belirten Yaşa, Ankara’nın önünde
“İran gerçeğini tüm çıplaklığıyla görmek ve ona göre politika
geliştirmek” şeklinde tek bir seçeneğin olduğuna dikkat çekti.
O yazının tamamı:
PKK’nın Şemdinli’yi ele geçirme ve “Kürt
Baharı” başlatma girişiminin ardından gözler terör örgütünün İran’daki
faaliyetlerine çevrildi.
Örgütün İran’daki kolu PJAK’ın yıllarca
kullandığı Şehidan kampının PKK’nın yeni merkezi haline geldiği ve
sınırın 10 kilometre içerisindeki kampı “güvenli bölge” olarak gören çok
sayıda örgüt yöneticisinin Hakkari, Van, Bitlis ve Şırnak’taki terör
faaliyetlerini bu kamptan yönetmeye başladığı bilgisi medyada yer aldı.
Elde edilen bilgilere göre Şemdinli’ye saldıranların çoğu İran uyrukluydu.
İran güçlerinin PKK’lıların sınırı
geçmesine yardımcı olduğu, Türkiye’deki çatışmalarda yaralanan
teröristlerin İran hastanelerinde tedavi edildiği, teröristlerin İran
ordusuna ait telsizleri kullandığı ve hatta Tahran’ın orduya ait bir
karakolu PKK’ya tahsis ettiği yazıldı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın
önceki gün iftarda buluştuğu gazetecilere yaptığı açıklamalar da yine
İran’a işaret ediyordu.
“İran, PJAK’a karşı şiddetli savaş gösteriyordu, ondan sonra bu savaşın olmadığı ortaya çıktı” dedi Arınç…
Şemdinli’deki olayları Kuzey Irak’tan değil İran tarafından sızan teröristlerin gerçekleştirdiğini söyledi.
Türkiye, istediği zaman Kuzey Irak’taki PKK kamplarına hava ve kara operasyonları düzenleyebiliyor.
Terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde
yeni bir “Kandil” oluşturmasına da izin verilmeyecek ve gerekirse askeri
müdahale yapılacaktır.
İran’daki kamplar içinse aynı durum söz konusu değil.
Teslim olan bir teröristin “Ben ve
arkadaşlarım Şehidan kampında çok rahattık. Kimi zaman heronları görür,
sinek vızıltısı gibi motor seslerini duyardık ama saklanmazdık. Çünkü
Türkiye’nin İran’ı vuramayacağını iyi biliyorduk” şeklindeki sözleri de
bu gerçeğe işaret ediyor.
Şimdi Ankara’nın önünde duran ve cevaplanması gereken en önemli sorulardan biri şu:
“İran’daki kamplar ne olacak?”
Ne kadar belge sunulursa sunulsun Tahran’ın PKK’ya desteğini ve kampların varlığını itiraf etmesini beklemek saflık olur.
Bülent Arınç, İran’ın Suriye’deki Baas
rejimine ve işlediği katliamlara verdiği destek karşısında sükut-u
hayale uğradığını söylüyor.
Oysa İran’ı ve bölgeyi yakından takip edenler için Tahran’ın tavrı hiç de şaşırtıcı değil.
Bilakis Ankara’nın son dönemde İran’a yaklaşımı gereğinden fazla iyimserdi ve yanlıştı.
Hükümete yakın yazarlar da bunu itiraf ediyor.
Örneğin Yeni Şafak’tan Osman Özsoy…
“Milli Görüş’e yakın isimlerde, hatta
hükümetin bazı üyelerinde, en tedirgin edici unsur olarak da bazı İslami
kesimlerde yaygın olan İran sempatizanlığının ülkenin başına bir iş
açmasından hep endişe duymuşumdur” diyen Özsoy, “İran’a aşırı güvenme
gafleti” başlıklı köşe yazısında Tahran’a ne kadar güvenilebileceği
konusunda Ankara’nın hesaplarını yeniden gözden geçirmesi ve bu ülke ile
daha dengeli ilişki geliştirilmesi gerektiğini söylüyor.
Takiyye gerçeğini gözardı edip “Hamaney
nükleer silahın haram olduğunu söyledi, öyleyse İran’ın nükleer silah
yapmak gibi bir hedefi olamaz” mantığıyla İran’ın nükleer programının
savunulması kabul edilebilecek gibi değildi.
Gerek PKK konusunda olsun ve gerekse diğer konularla ilgili olsun Ankara’nın önünde tek bir seçenek var:
İran gerçeğini tüm çıplaklığıyla görmek ve ona göre politika geliştirmek.
Tabii bunun için de öncelikle “İçimizdeki İran”ın etkisinden kurtulması gerekiyor.
13.08.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder