(YAVUZ BAHADIROĞLU/Yeni Akit Gazetesi) İslam Dünyası, varlık sebebini idrak edememiş diktatörlerin elinde istikrarsızlık merkezine dönüşmüş haliyle, tüm hayatımı kuşatan “İttihad-ı İslam” hayalimi altüst ediyor.
Arap alemi keşmekeş: Kimin ne
yaptığı, ne olduğu, nereye gittiği belli değil… Arap diktatörlerin kendi
ikballerini koruma dışında hiçbir hedefleri yok…
Belli ki, hayalimin gerçekleşmesi için Yavuz Sultan Selim iradesi lazım…
Yavuz Padişah, tıpkı kendisinden
önceki bazı padişahlar gibi, çocukluğundan itibaren önüne bir hedef
koymuştu: “Dünyada İran, ahirette cinan” (cennetler) diyordu. Bunun için
önce padişah olması lazımdı. Babasını bir engel olarak görmedi:
“İdeallerimin önüne babam bile geçse yürürüm” diyecek kadar büyük bir
kararlılık gösterdi.
Bu kararlılık içinde babasının ordularını yenip padişah oldu. Ama
kimi kardeşleri isyan etti. Bu yüzden az daha devlet yıkılıyordu. Onları
da bertaraf etti.
“Ahirette cinan” (cennet) özleminin özü
“İslam Birliği”ydi, bu sebeple kendini “İttihad-ı İslam”ı sağlamaya
adadı. Yol hilafetten geçiyordu: Tabiatıyla Mısır üzerine yürüyecekti.
Ama çevresinde böyle bir ideal göremiyordu. Bazıları bulundukları
makamlarda keyif çatıyor, gününü gün ediyordu.
Bir gün hepsini yanına çağırdı ve şöyle dedi:
“Ben bu saltanatı, ümmete hizmet
içün pederumun elinden aldum ve ıslah-ı alem (insanların ıslahı ile
mutluluğu) uğruna birader ve biraderzadelerimi (kardeşlerimi ve
çocuklarını) feda eyledum… Ben uykularımı, rahat ve huzurumu terk ile
din-i mübînin te’yidine uğraşıyorum. Eğer İslamı ihya etmek
(geliştirmek, hayata geçirmek, yaşamak ve yaşatmak) maksudunuz
(isteğiniz, niyetiniz) değilse, benum de nefs-ül emirde saltanata kat’a
hevesum yoktur (eğer bu yoldan hedefe gidemeyeceksem, sizin de böyle bir
amacınız bulunmuyorsa, padişahlıkta gözüm yoktur, çekilirim).”
Onları azletmekle, katletmekle filan değil, padişahlığı bırakmakla tehdit etmesi ilginçtir.
Başbakan da son dönemi olduğunu söyleyerek böyle mi yapıyor dersiniz?
Zira baş hala zinde, ama ayaklarda
hantallaşmalar var. Kimileri iktidar yorgunu, kimileri gücün tadını
çıkarıyor. İktidar sorumluluğunun altından kalkmak için insanüstü bir
gayretle çalışması gerekenler, keyfini çıkarıyor. Başbakan bunları
görüyor ve çekilme tehdidiyle hareketlendirmeye çalışıyor.
Haklarını yemeyelim, mevcut kabine Türkiye’nin en çalışkan kabinelerinden biridir. Fakat
bu bile Türkiye’ye yetmiyor. Özellikle bürokrasi cephesi hala yürekler
acısı: Eski alışkanlıklar büyük ölçüde devam ediyor. Mesela, Esad
zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin susuzluktan,
elektriksizlikten şikayet ederek gösteri yapmaları üzerine,
yetkililerden biri “Ekmeğini yediğiniz ülkeye ihanet ediyorsunuz”
diyebiliyor.
Sorumlular susuzluk çeken Suriyelilere tankerlerle su göndermek için, isyan çıkmasını bekliyorlar: Daha önce akılları neredeydi?
Marifet olayların arkasından değil, Yavuz Padişah gibi önünden gitmektir. Marifet mazeret üretmek değil, çözüm üretmektir.
Tih Çölü’nü geçemeyeceğini söyleyenlere,
Yavuz Sultan Selim’in verdiği cevaba bakar mısınız: “Her engel
aşılabilir, her yol yürünebilir.”
Oysa çölü geçmek hiç de kolay değildi:
Nitekim tarihin kaydettiği en büyük cihangirlerden Büyük İskender deniz
yolunu seçmiş, Cengiz Han’la Timur Han ise çölün kıyısından geri
dönmüşlerdi.
Yavuz Padişah ise bitmez tükenmez bir
umutla kutsal hedefine kilitlenmişti; ayrıntılara kafasını takmıyor,
şartlara teslim olmadan ilerliyordu.
Sonunda “imkansız”ı başardı ve İttihad-ı İslam hasretine kavuştu.
Şu halde “imkansız” yoktur, imkanları değerlendiremeyenler vardır!
01.08.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder