Bağdat’ta, İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Şiilerce kutsal sayılan Kerbela ve Necef de yine burada yer almaktadır. Bu sebeple Bağdat, hem Osmanlılar, hem de Safeviler için hassas bir bölgeydi.
Bu şehir, Osmanlı Devleti için son derece stratejik bir öneme sahipti. Basra Körfezi ve Şiilerin de olduğu Irak topraklarının hâkimiyeti, Bağdat hâkimiyeti ile mümkündü. Kaldı ki, yüz yıla yakın bir zamandır, Osmanlı ülkesinin bir parçası ve önemli bir kültür merkeziydi.
İran Şahı Abbas, Bağdat’ta Bekir Subaşı İsyanı’nı körükledi, gönderdiği askerlerle isyanı destekledi ve Bağdat eyaleti Osmanlı’nın elinden çıkarak Safeviler’e bağlandı. Böylelikle İran, Osmanlı’nın en önemli eyaletlerinden biri olan Bağdat’ı, Müslümanı Müslümana kırdırarak, savaşmadan elde etti.
IV. Murad, Safevilerin çıkardığı karışıklıklar ve Bağdat’ın Osmanlı elinden çıkması sebebiyle, İran Seferi için hazırlıkların yapılmasını emretti. İran Şahı I. Safi ise, kazandığı Revân Zaferi’ne rağmen, Padişahın İran seferine çıkacağını haber alması üzerine, Maksud Han adında bir elçisini İstanbul’a göndererek barış istedi. IV. Murad, Şah Safi’nin mektubuna cevabın Bağdat’ta bizzat verileceğini bildirerek, elçiyi huzura kabul etmedi.
Osmanlı Ordusu çok hızlı bir şekilde, yüz doksan yedi günde Bağdat’a vardı. Padişah IV. Murad otağını Dicle kenarına, İmâm-ı Azâm’ın türbesi önüne kurdurdu. Bağdat’ı fethetmeden türbeyi ziyaret etmeyeceğini belirterek Bağdat kuşatmasını başlattı.
IV. Murad bütün gücünü Bağdat kuşatmasına ve fethine yoğunlaştırdı. Şia ile savaşı bir din savaşı olarak görüyor; vezirlere, subaylara ve askerlere, siperleri dolaşarak, “Göreyim sizi, din-i mübin uğruna sa’yû gayrette kusur etmeyesiz; gayret vaktidir” diyerek cesaretlendiriyordu.
14 yıldır İranlıların elinde bulunan Bağdat’ın, 1638’de geri alınmasından sonra,1639′da Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı. Kasr-ı Şirin, bugünkü Türkiye – İran sınırını belirleyen antlaşma olarak bilinmektedir. Antlaşmayla Bağdat, Basrave Şehrizor Osmanlı’da kaldı; Ahıska ve Reva Safevi Devletine bırakıldı.
Antlaşma metinlerinde, toprak paylaşımının haricinde yer alan bir madde, dünü ve bugünüyle “İran ve Şii tehlikesinin anlaşılması” bakımından önem arz eder. Osmanlı, maddeler arasına Sünni düşmanlığının önüne geçilmesi yönünde şart koydurdu:
ø “Safevîler, İran’da, Eshâb-ı kirama, İslâm âlimlerine ve eserlerine sövülmesini yasaklayacaktır”
İran, günümüze kadar geçerliliğini koruduğu söylenen Kasr-ı Şirin Antlaşması’na hiçbir zaman sadık kalmadı; bu maddeye hiçbir zaman uymadı. Şia sahabeye laneti halen ibadet sayarak bu antlaşmaya aykırı hareket etmektedir.
Bağdat’ın alınmasından sonra Şii halka kesinlikle zulmedilmedi. Sonrasında buraya Sünni Osmanlı tebaasından aileler yerleştirildi. Tarihçiler, sonraki dönemde Osmanl İran savaşlarıyla ortaya çıkan sınır meselelerinin Kasr-ı Şirin Antlaşması temelinde çözümlendiği ifade ederler.
Bu antlaşmayla çizilen sınırın, Osmanlı-İran sınırından çok, Müslüman ve Şii toplumları birbirinden ayırarak karşılıklı müdahaleleri engelleyen bir düzenleme olduğu görülür. Nitekim İran’ın Şii yapısı ile Irak’taki Sünni Osmanlı dokusu bu antlaşma ile birbirinden ayrılmıştır.
Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla İslam topraklarına katılan Irak, Osmanlı’nın son yüzyılında elimizden çıktı. Osmanlı’nın zayıflaması, Şii misyonerlerin bölgedeki faaliyetleri, Şii terör örgütleri ve Amerika’nın işgali gibi nedenlerle, Iraktaki Şii nüfus gittikçe artarak %60′lara ulaştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder