26 Nisan 2012 Perşembe

Sasani milliyetçiliği ile hareket etmek İslam anlayışı olamaz

(MEHMET KURTOĞLU/Milli Gazete)          “1979’da İslam devrimiyle evrensel İslami duyarlılığa sahip söylemler geliştiren İran’ın icraatlarına bakıldığında; büyük bir tutarsızlık olduğunu, devrimin ilk yıllarından bugüne, dış politikasında mezhep (Şia) taassubu ve milli (Pers/Sasani) hassasiyetle hareket ettiğinin görüldüğünü belirten Milli Gazete yazarı Mehmet Kurtoğlu, “İslam devleti olarak devrimin ilk yıllarında, Suriye’de yaşanan Hama olayları sırasında Müslümanların katliama uğramasını görmezden gelmesi, bırakın kınamayı, üst düzey liderleriyle Nusayri rejiminin iktidara gelişinin bilmem kaçıncı yılını kutlama etkinliklerine katılması oldukça düşündürücü” olduğunu söyledi.”

Mehmet Kurtoğlu’nun yazısının tamamı:

1979′daki İslam devrimiyle evrensel İslami bir duyarlılığa sahip söylemler geliştiren İran’ın icraatlarına baktığımızda; büyük bir tutarsızlık olduğunu, devrimin ilk yıllarından bugüne, dış politikasında mezhep (Şia) taassubu ve milli (Pers/Sasani) hassasiyetle hareket ettiğini görürüz. Bir yandan evrensel İslami duyarlılığı öne çıkararak İslami hareketlerin arkasında olduğu söylemini geliştirirken, diğer yandan katliama uğrayan Müslümanların sıkıntısını görmezden gelmekte, hatta bu kıyımları gerçekleştiren diktatörlerle sıcak ilişkiler kurmaktan kaçınmamaktadır.

İslam devleti olarak devrimin ilk yıllarında, Suriye’de yaşanan Hama olayları sırasında Müslümanların katliama uğramasını görmezden gelmesi, bırakın kınamayı, üst düzey liderleriyle Nusayri rejiminin iktidara gelişinin bilmem kaçıncı yılını kutlama etkinliklerine katılması oldukça düşündürücüdür. O yıllarda İran’ın bu davranışı, devrimin henüz yeni olduğuna bağlanarak geçiştirilmeye çalışılmıştır. İran’ın bu davranışını, o yıllarda devrimin henüz yolun başında olduğunu kabul ederek sessiz kalmasını doğru bulsak bile bugün, Suriye’de on binlerce insanın öldüğü ve katı Nusayri rejiminin şehirleri bombaladığı bir dönemde ortaya koymuş olduğu tutumunu nasıl açıklamalıyız? Bırakın bu konuda İslami hassasiyet göstermesini, devrim muhafızlarını bu ülkeye göndererek bilfiil katliama iştirak etmesini nasıl meşru görebiliriz? Bu katliama iştirak etmek acaba hangi mezhebin fıkhında yazıyor? İran, devrim yaptığı günden bu yana otuz yılı aşkın bir süredir İsrail ve Amerika’ya meydan okuyor. Ama bu meydan okumanın hiçbir zaman somut bir göstergesi olmamıştır. Hatta İran Irak Savaşı’nın en şiddetli olduğu dönemde, Amerika ve İsrail’e karşı şiddetli muhalefetine rağmen, Amerika ile gizli ilişkiler kurmuş, silah almıştır. Bu anlamda İrangate Olayı, İran’ın savaş sırasında bir başarı olarak gösterilse de, gerçekte Amerika’nın başarısıdır. Çünkü sattığı silahlarla her iki Müslüman tarafın öldürülmesine yardımcı olmuş, savaşın uzamasına katkı sağlamıştır. İranlı veya Iraklı olsun ölenler Müslüman’dır, öldürenler Müslümanlardır. Sonucu ne olursa olsun burada Kuran’ın ruhuna aykırı bir davranış vardır.

İran’ın Müslüman bir devlet olarak, Amerika’nın Irak’a müdahalesinde fiili olarak yer almasa da Irak Şiilerinin Amerika ile birlikte hareket etmesinden duyduğu memnuniyet ve son olarak oğul Esad’ın bir yılı aşkın süredir Suriye’de yaptığı katliamı hem sözlü hem fiili olarak desteklemesi İran’ın İslam devleti olarak durduğu yeri göstermesi açısından oldukça manidardır. Bunu yalnızca Saddam ile olan husumetiyle açıklamak doğru değildir.

İran’ın, Golon tepelerini İsrail’e bırakan, Müslümanları neredeyse yarım asırdır inim inleten Esat rejimini desteklemesi, İslami duyarlılığın değil, mezhebi taassubun getirdiği bir durumdur. Bu anlamda Suriye’de ölen her Müslüman’ın akan kanından Esat kadar İran’da sorumludur. Mekke’de ölen 600 İranlı hacı için Humeyni; “Saddam affedilir ama Fahd affedilmez” demiş ve ardından, “Mescid-i Haram zemzemle yıkansa dahi artık temizlenmez” diye çıkışmıştı. Acaba “Suriye’de ölen on binin üzerinde Müslüman’ın kanın aktığı toprakları hangi su temizler?” diye sormak gerekir Ayetullahlara…

Suriye’de bugün büyük bir trajedi yaşanıyor. Esat rejimi kilit noktaları elinde tutarak istediği gibi insanları katlediyor, dünya ülkeleri iki bloğa ayrılmış Suriye topraklarında güç gösterisinde bulunuyorlar. Bir tarafta ‘Şii Hilali’ni destekleyen İran ve onun arkasındaki Lübnan, Çin ve Rusya, öbür tarafta ‘Sunni Hilali’ni destekleyen Türkiye, Suudi Arabistan. İsrail, Avrupa ve Amerika’nın Suriye muhalefetine desteklerindeki samimiyetleri ise oldukça şüpheli. Amerika ve Avrupa’nın bu kararsız tutumunun arkasında Esad rejiminden sonra gelecek iktidarın İsrail’e yaklaşımının nasıl olacağı endişesi yatmaktadır. Çünkü mevcut Esad rejimi İsrail’in emniyet supabıdır. Bugün Mısır’daki halk ayaklanmasının ortada kalmasının arkasında yine İsrail’in güvenlik problemi yatmaktadır. İsrail’e güven vermeyen iktidarların devrimle de olsa iktidara gelmesi engellenecektir.

Özellikle Suriye olaylarıyla birlikte gündeme gelen mezhep eksenli yorumlamaların doğru olmadığını söyleyenler bulunmaktadır. Sosyolojik bir gerçek olarak din/mezhep, fert ve toplumların refleksini/davranışını belirler. Çünkü her siyasi duruşun arkasında mutlaka bir inanç ve mezhep algısı vardır. Örneğin, İslam’ın cihat ruhunu göz ardı ederek Müslümanların siyasi davranışını yorumlamak mümkün değildir. Yine fakirliği erdem olarak kabul eden Hinduizm’in, kapitalizm karşısında direnmesi veya kazanması söz konusu değildir. Çünkü fakirliğin erdem sayıldığı bir toplumda, kapitalizmi sarsacak veya yıkacak bir hareket çıkamaz. Gandi’nin pasif direnişinin duygusal ve düşünsel arka planında Hinduizm’in etkisi vardır. Ayrıca imama kayıtsız şartsız tabi olmanın iman meselesi kabul edildiği ve muhalif bir siyasi bir mezhep olarak ortaya çıkan Şia’nın refleksiyle, sünni yorumun siyasi algısı farklıdır. Hatta Sünni yorum içinde Şafiiler ile Hanefilerin imam ve devlete tabi olma noktasında algı farklılıkları vardır. Dolayısıyla coğrafyaları tanımlarken dini/mezhebi ayrımı görmezden gelemezsiniz. Bu örnekler çoğaltılabilir.

İranlı düşünür Daryuş Şeyağan, İslam devrimini de içine katarak bugünkü İran kültür ve medeniyetinin geri planında Zerdüştlük, İslam ve Batı’nın büyük bir etkisi olduğunu belirtir. Hatta bu anlamda “İran, İslam ülkeleri arasında düşünce misyonuna her ülkeden daha fazla sahip bir ülkedir. Bu yargı, ulusal bir taassubun eseri olmayıp bir gerçeği ifade etmektedir. Düşünce yolu, İslam dünyasının batısında yani Endülüs’te İbn Rüşd ile birlikte sona erdi. İbn Rüşd felsefesinin kaderi Batı düşüncesinin kaderi ile yoğrulmuştur.” diye ifade eder. Dolayısıyla İran’ın Suriye konusundaki tutumunu İslami olarak yorumlamak mümkün olmadığı gibi, ortaya koyduğu siyasi tutumu da ait olduğu millet/mezhep anlayışından ayrı düşünemezsiniz. Bu coğrafya üzerine ciddi tahliller yapmak istiyorsanız, mutlaka din/kültür ve medeniyet birikiminiz olmalıdır. Yoksa Oryantalistler gibi coğrafya hakkında yanılgılara düşebilirsiniz.

Suriye olaylarının daha büyük katliamlar yaşanmadan amacına ulaşması öncelikle İran ve Türkiye’nin çabalarıyla olacaktır. Asıl kötü olan bu toplumsal olayı mezhep taassubuyla katliama dönüştürmektir. Özellikle Esad rejimi, azınlık ruhuyla hareket ettiğinden, hırçınlaşmakta ve Birleşmiş Milletler’e verdiği ateş sözüne rağmen şiddeti arttırmaktadır. Esad, kan tutulması yaşadığından, döktüğü her kanın başka bir kanı çektiğini ve her dökülen kanın da kendisini boğacağını görememektedir. İran, bir İslam devleti olarak burada erdemli bir tavır geliştirmesi gerekir. Zira mezhep taassubu Suriye ile birlikte İran’ın da gözden düşmesine neden olacaktır. Nasıl ki, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Bahreyn’de Şii çoğunluğa Suni azınlığın hükmetmesi doğru değilse, Suriye’de de Ssünni çoğunluğa Nusayri azınlığın hükmetmesi doğru değildir. Zira Fransa olmak üzere Avrupalıların direktifiyle iktidara taşınan Nusayri Esad rejimini korumanın İslami hiçbir açıklaması olamaz…

21.04.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder