İstanbul’da gerçekleşen Suriye’nin Halkının Dostları Grubu toplantısı, Pazar gününe damgasını vurdu. İlki Tunus’ta gerçekleşen zirvenin İstanbul halkası, Suriye’nin geleceğine dair önemli işaretler verdi. Fakat bir o kadar da kafa karışıklığının ve belirsizliğin yansımasıydı.
İstanbul toplantısında Türkiye’nin sesinin daha gür çıkmasının elbette ‘saha’ avantajıyla ilgisi var. Ancak Ankara’nın ‘Gerek bölgesel anlamda, gerekse uluslararası düzeyde yaşanan kafa karışıklığının bedelini Suriye halkının ödediği’ yönündeki duruşu önemli.
Diğer yandan Türkiye bir gerçeğin de farkında olmak zorunda. Suriye’deki rejimin gitmesi ve yeni bir sistemin kurulması yönündeki çabalar, küresel ve bölgesel ölçekte çok sayıda farklı tezin ortaya çıkardığı kafa karışıklığı yüzünden, beklenenden çok daha ağır ilerleyecek bir süreç. Hesapları buna göre yapmakta fayda var.
Kifayetsiz muhterisler
Arap dünyasının ‘kifayetsiz muhterisleri’ni vitrine çıkarmaktan başka bir işe yaramayan Arap Ligi’nin temsilcileri, dün olduğu gibi bugün de, petrol ve büyük banka hesapları denkleminde bağlı oldukları uluslararası sistemin ardına saklanmaktan başka birşey yapmıyorlar.
Yapamazlar da. Kimin hangi dengeyle kime yakın olduğunun önemi yok. Arap dünyasındaki herhangi bir özgürlük, adalet ve haysiyet mücadelesinin başarıya ulaşması, onların tahtının da sallanması anlamına geliyor.
İran’daki kritik görüşmelerin ardından İstanbul’da önemli bir zirve gerçekleştiren Türkiye, masanın etrafında kimlerle oturduğunun elbette farkında. Özellikle de Arap Ligi’nin Suriye sorununda ‘sadra şifa’ bir katkısı olmayacağını biliyor.
Eğer bu toplantının ve ardından ortaya çıkacak gelişmelerin, ‘Dostlar Suriye’de görsün’e dönüşmesini istemiyorsak, sorunu gerçek muhataplarıyla konuşma yönünde daha fazla adım atmamız gerekiyor. Türkiye; Moskova-Tahran hattındaki gücünü ve ilişkilerini, ‘Böyle bir Suriye’nin arkasında durmak size artık zarardan başka bir şey getirmez’ tezi üzerinden kullanmalı.
Suriye Ulusal Konseyi (SUK), İstanbul toplantısının ardından pek çok ülke nezdinde ‘meşru’ temsilci pozisyonunu elde etti. Kuşkusuz bu muhalefet açısından önemli bir adım. Ancak muhalifleri bir araya getiren konseyin, bir hedef ve görüş birlikteliği sağladığını söylemek hala çok zor. Tunus ve İstanbul’un ardından üçüncü toplantının Paris’te yapılması üzerinde ayrıca durmaya değer.
Hemen altını çizmekte yarar var. Fransa, Suriye’deki rejimin gitmesi konusunda kararlıymış gibi görünse de, özellikle Beşer Esad sonrası kimin iktidar olacağı sorusunun getirdiği endişeler yüzünden sık sık savruluyor. Fransızların, Müslüman Kardeşler hareketinin merkezinde olduğu bir Suriye’ye özlem duyduklarını söylemek, herhalde gerçekle alay etmek olur.
Paris, muhalif hareketlerin, daha laik karakterli bir liderlik altında yola devam etmesini savunuyor. Daha önce Esad rejimiyle birlikteyken, iktidar kavgası yüzünden ayrılmış kimi isimleri masada tutmasının nedeni de bu.
02.04.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder