9 Şubat 2013 Cumartesi

Direnişin altın halkası

(KENAN ALPAY / Yeni Akit Gazetesi)          İran’da Rehber Ayetullah Ali Hamaney’in Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti, verdiği bir demeçte, bölgedeki ‘İslâmî uyanış’ sürecinin durdurulması için Suriye’nin hedef seçildiğini iddia etti. Velayeti, İran cephesinden meselenin nasıl göründüğünü şöyle özetliyor: “Siyonistlere karşı mücadele edenlere muhalif olan bölgedeki gericiler ve Batılılar, Suriye’ye saldırarak aslında direniş hattının altın halkasına saldırıyorlar.”

Herkes biliyor ki; İran başından beri Suriye rejiminin bekasını tartışılamaz bir ‘kırmızı çizgi’ olarak görüyor. İran, İsrail’e karşı mücadelede Esed/Baas rejimini eşi-benzeri bulunmaz ve asla vazgeçilemez bir stratejik ortak olarak görüyor.

 Ya Esed’insin Ya da Kara Toprağın

Velayeti’nin ağzından dökülen şu cümleler İran İslâm Cumhuriyeti’nin Suriye’deki Baas/Esed rejimiyle nasıl bir kader ortaklığı içinde olduğunu da gözler önüne seriyor: “Suriye’ye saldırı, İran’a ve müttefiklerine yapılmış sayılır.”

‘Direnişin altın halkası’ gibi bir sıfatın İran tarafından Esed/Baas rejimine yakıştırdığı tarih Suriye’deki askeri cuntanın tam 50. yılına denk geliyor. Baba Hafız Esed ve oğul Beşşar Esed hanedanının Suriye halkını işkence ve katliam altında tuttuğu bir vasatta İran’ın Suriye rejimini ne temize çıkarabilme ne de bekasını temin edebilme imkânı var.

İran sadece ve sadece kan dökmesi ve yıkımı arttırması için Şebbiha ve Muhaberat rejimine zaman kazandırabilir. Zaman kazandırdığı rejim İran’a ne bir prestij, ne bir hayır ne de bir fayda sağlayabilir. Peki İran, Suriye’deki cinayet şebekesinin ortağı (ya da patronu) olmaktaki ısrarıyla ne kazanmayı umuyor?

Suriye’de Baas/Esed rejimi tarafından tecavüze uğrayan kadınların, boğazlanan çocukların, işkence altında inletilen onurlu insanların acı ve ıstırapları üzerinden İran ulusal menfaatlerini koruma ve kollamanın peşine düşmüş. Oysa İslâm İnkılâbı sırasında çokça söylenen bir marşın sözleri şöyleydi: “Kalkın ey halklar kalkın, Rehberiniz geldi!” Hatırladığım kadarıyla bu gibi marşların söylendiği zamanlarda halklar arasında “Suriye halkı siz kalkmayın” filan diye de istisna edilmemişti.

Muhaberat ve Şebbihaların Suriye halkına karşı küfür yerine kullandığı “tekfirci, el-Kaideci, Vahhabi” gibi birçok yaftayı aynen propaganda ederek İran’ın en küçük bir meşruiyet ve en basit bir sempati kazanamayacağı besbelli. Suriye’deki halkı beğenmeyen, halkın talep ve itirazlarına karşı despotik Esed/Baas rejimiyle safları sıklaştıran İran’ın diplomatik ayak oyunlarıyla alabileceği mesafe fazla uzak değil.

  Ne Rehbere Ne de Mehdi’ye Güvendiler

 Suriye’deki halk ayaklanmasının kan ve yıkımla bastırılmasında Esed/Baas cuntasıyla kader birliği yapmış bir İran’a kim, nasıl ve neden güven duysun? Pers-Acem diplomasisi diye birileri tarafından çokça övülen kirli-kanlı ilişki biçimlerinin ne derece köklü ve başarılı olduğunu biz takdir edemeyiz elbet. Fakat bu diplomasi stratejisinin ne insanî ne de İslâmî herhangi bir değerle ilişkisinin kurulamayacağını rahatlıkla ifade edebiliriz.

Rehber Hamaney adına konuşan Velayeti’nin “direnişin altın halkası” sıfatı katil bir rejimin katliam ve tecavüzlerini zirveye taşıdığı bir dönemde Esed/Baas rejimi için uygun görülüyor. Halkı nezdinde gayrı meşru olmaktan öte katil ve gasıp olarak isyan edilen bir rejimi kürsüye çıkarıp altın madalya ile taltif eden İran devletinin adalet ve hukuku alenen paspas ettiği aşikâr değil mi? Dünya halkları şimdi direnişin gümüş ve bronz halkalarını da merak ediyor, kimler acaba?

Suriye halkı yarım yüzyıllık bir yolsuzluk ve katliam rejimini İran ve Rusya’ya rağmen yıkmak üzere kıyama kalktı. Rehberin veya Mehdi-i Muntazar’ın gelmesini filan beklemedi. Tecavüz ve katliamla maruf Şebbiha ve Muhaberat rejimine ‘altın halka’ gözüyle bakan bir Rehber’e güvenmek için aklını peynir ekmekle yemiş olmak lazım. Böyle enayi bir toplum bulmak için epeyce araştırma yapmak gerekir. Çünkü çok nadir bulunur böyle bir toplum.

AB veya ABD’den, Rusya veya Çin’den, İran veya Suudi Arabistan’dan değil; sadece ve sadece Allah’tan ve onun yolunda onurla mücadele eden müminlerden yardım bekledi ve bekliyor. Askeri cuntaları, halk düşmanı rejimleri, eli kanlı şebekeleri ayakta tutmanın tarihini sadece batılı sömürgecilerin kirli geçmişlerinde aramak ciddi bir zaaf, telafisi zor bir usulsüzlüktür.

Adalet ve merhametten sapan her iktidarın Hakk’a ve halka rağmen “kırmızı çizgi” denilen akıl hastalığına tutulduğuna dair ibretlik bir durum var karşımızda. Allah ıslah etsin ve şifa versin…

28.01.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder