Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Naci Koru, Türk dış politikasındaki en önemli değişimi bölgemizdeki gelişmelerin
bizde yarattığı sorumluluk duygusu ile artan imkan ve
kabiliyetlerimizin getirdiği özgüven ve aktivizm olarak tanımladı.
Koru,
Türkiye’nin doğrudan etkilenme konumunda bulunduğu bölgesindeki
gelişmelere kayıtsız kalmasının mümkün olmadığına işaret etti, ayrıca
Türkiye’nin yakın çevresinin ötesinde, küresel ölçekte de ön planda
sorunlara yapıcı çözümler getirmeye çalışan bir ülke olduğuna dikkat
çekti.
Yeni Şafak Gazetesi’nden Murat Aksoy’un Naci Koru ile yaptığı o röportajın tamamı:
Suriye konusunda son durum nedir?
Suriye’de süren krize uluslararası
düzlemde siyasi ve diplomatik çözüm arayışları sürmektedir. Bu
çerçevede, BM-Arap Ligi Suriye Ortak Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın
ortaya koyduğu 6 maddeli plan bir fırsattır. Annan Planı ile Suriye
Yönetimi’ne tanınan süre 12 Nisan sabahı dolmuş ve Suriye Yönetimi,
sözkonusu tarih itibariyle operasyonları durdurduğunu açıklamıştır.
Peki operasyonlar durdu mu?
Suriye’nin birçok şehrinde Rejim’e bağlı
birliklerce halka karşı ağır silahlarla yapılan saldırıların özellikle
Humus, Hama, Deir Zor, İdlip, Daraa ile Şam ve kırsalında sürdüğü
yönünde duyumlar alınmaktadır. 12 Nisan’dan bu yana ülkede yaşanan
olaylar neticesinde meydana gelen ölüm vakalarının sayısı 500′e
dayanmıştır.
Gelişmeleri yakından izliyoruz
Esed rejimi Annan Planı’na uymuyor diyebilir miyiz?
Bu tablo, Suriye Yönetimi’nin Annan
Planı’ndan kaynaklanan taahhütlerine sadık kaldığı hususunda derin şüphe
uyandırmaktadır. Kaldı ki, Annan Planı uyarınca, Suriye Yönetimi’nin
şiddetin durdurulması bağlamında birden fazla koşulun tamamını yerine
getirmesi gerekmektedir. Gelen bilgiler, bu koşulların henüz tam olarak
yerine getirilmediği yönündedir. Gelişmeleri yakından ve büyük bir
hassasiyetle izlemeyi sürdürüyoruz.
Uyulmamasına rağmen Annan Planı hala yürürlükte mi?
BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 14 Nisan
günü kabul ettiği 2042 sayılı karar, Suriye Ortak Özel Temsilcisi
Annan’ın planına verilen desteği teyit etmiş ve planın uygulanmasını
yerinde denetlemek üzere bir BM Gözetim Misyonu oluşturulmasını da
öngörmüştür. 21 Nisan günü kabul edilen Suriye hakkındaki 2043 sayılı
ikinci BMGK kararı ise, ilk aşamada 90 gün süreyle görev yapacak ve ilk
etapta 300′e kadar silahsız askeri gözlemci ve uygun sivil unsurlardan
oluşacak BM Gözetim Misyonu’nun (UNSMIS) süratle ülkede
konuşlandırılmasını kararlaştırmıştır. Türkiye olarak, Annan Planı’nın
uygulamaya konulmasına yönelik BMGK’nın 2042 ve 2043 sayılı kararlarında
Suriye Yönetimi’ne yapılan tüm çağrıların ve dile getirilen taleplerin
eksiksiz ve derhal uygulanmasını ve UNSMIS ile tam işbirliği yapılmasını
bekliyoruz. Ayrıca, Rejim’in UNSMIS’i zaman kazanmak amacıyla istismar
etmesine göz yumulmaması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye Annan Planı’nı
tüm unsurlarıyla hayata geçirmeye dönük gelişmelerin yakın takipçisi
olmaya devam edecektir.
Ateşkesi sağlama Suriye yönetiminin sorumluluğu
Şiddet devam ederken Annan Planı nasıl uygulanacak?
BM gözetiminde ateşkes tesis
edilmesindeki ve Annan Planı’nın tüm unsurlarıyla birlikte
uygulanmasındaki asli sorumluluk Suriye Yönetimi’ne düşmektedir. Suriye
Yönetimi’nin bu bağlamda gerekli işbirliğini sergilemediği ve daha önce
de yaptığı gibi bu defa da Annan Planı’nı manipüle ederek halkın
demokratik taleplerini bastırma çabasını sürdürdüğü sonucuna varılırsa,
BM Güvenlik Konseyi’nin üzerine düşen sorumluluğu üstlenmesi bir
zorunluluktur. Bu çerçevede, BM Şartı’nın 7. Bölümü altında yaptırımlar
da içeren güçlü bir karar kabul etmesi gerekecektir.
Ne var o yaptırımların içinde? İnsani yardım koridoru ya da tampon bölge söz konusu mu?
“Tampon bölge” veya “insani koridor”
tesis edilmesi gibi önlemlerin hayata geçirilmesi için gerekli meşruiyet
zemini, tek taraflı adımlarla değil, ancak uluslararası toplumun ortak
iradesiyle sağlanmalıdır. Bu meşruiyet zemini, bu tür önlemlere cevaz
veren bir BMGK kararı ve/veya ilgili ülkenin rızasıyla temin edilebilir.
Suriye’deki krizin, bu tür adımlar atılmasını gerektirmeden kontrol
altına alınması ve bu ülkede istikrarın, halkın meşru talep ve
beklentileri temelinde başlatılacak bir siyasi geçiş süreci ile
sağlanması en büyük temennimizdir. Bununla birlikte, ulusal kapasitemizi
zorlayacak büyüklükte ani bir göç dalgasının Suriye’den ülkemize
yönelmesi ve ulusal güvenliğimizin tehdit altında kalması durumunda,
kendimizi korumak ve ülkemize sığınanları mağdur etmemek amacıyla
gerekli görülen tüm önlemler şüphesiz alınacaktır.
Hedef demokratik dönüşüm
Varsayalım ateşkese uyulan
bir süreç başladı, Suriye’de nasıl bir değişim başlayacak? Esed var olan
gücünden vaz mı geçecek, muhaliflerin demokrasi talepleri nasıl
karşılanacak, nasıl bir model olacak Suriye’de?
Suriye’de ateşkes tesis edilmesi
sağlanabildiği takdirde, öncelikli hedef halkın haklı ve meşru
taleplerinin karşılanmasına yönelik siyasi değişim ve dönüşüm sürecinin
başlatılmasıdır. Bu sürecin etnik köken, mezhep ve din ayrımı
yapılmaksızın tüm Suriye vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerinin
eşitlik temelinde anayasal güvence altına alındığı hür ve demokratik bir
sistemin tesisiyle sonuçlanmasını arzu ediyoruz. Bu sürecin
şekillenmesine ve Suriye’nin geleceğine ilişkin kararları verecek olan
Suriye halkının kendisidir.
Türkiye Suriye konusunda çok angaje bir tablo çizdi eleştirisi var, katılıyor musunuz?
910 km. ortak kara sınırına sahip
olduğumuz Suriye’deki gelişmelerin, dış politika boyutunun yanısıra,
ülkemizi ilgilendiren insani ve iç güvenlik boyutları da bulunduğu
ortadadır. Son dönemde ülkelerindeki şiddetten kaçarak ülkemize sığınan
Suriyelilerin sayısında görülen ciddi artış ve Suriye topraklarından
ülkemize yönelik silahlı taciz vakaları bu tespiti doğrulamaktadır.
Dolayısıyla, Suriye’deki gelişmelerden doğrudan etkilenmekte olan
ülkemizin, Suriye’deki krizin, halkın meşru ve haklı talepleri temelinde
biran evvel çözüme kavuşturulmasına matuf faaliyetleri desteklemesi
doğal bir reflekstir.
Kuzey Irak’ta taraf değiliz
Irak’ta son durum nedir? Barzani ile ilişkilerimiz gelişirken, Başbakan Maliki ile gerginlik var. Neden?
Geçtiğimiz Aralık ayında ABD askeri
güçlerinin çekilmesiyle birlikte Irak’ta ciddi bir siyasi kriz ortamı
oluşmuştur. Sözkonusu kriz henüz aşılabilmiş değildir. Mevcut krizin
kökeninde, Irak’taki farklı kesimler arasında adil ve dengeli bir güç
paylaşımının sağlanamaması ve hükümet ortakları arasında bir güven ve
işbirliği ortamının tesis edilememesi yatmaktadır. Iraklı siyasi
liderlerin 2010 Kasım ayında üzerinde anlaştıkları ve ülkede siyasi
gücün farklı etnik ve mezhepsel gruplar arasında adil bir şekilde
paylaşımını öngören bir mutabakat mevcuttur. Esasen Sayın Maliki’nin
ikinci dönem Başbakanlık makamına getirilmesi, Erbil mutabakatı olarak
bilinen bu uzlaşı sayesinde mümkün olmuştur. Ancak aradan geçen süre
zarfında bu mutabakatta öngörülen güç paylaşımı maalesef hayata
geçirilememiştir.
Bu durum Irak halkının çeşitli
kesimlerinde dışlanmışlık duygusu yaratmakta ve ülkedeki merkezkaç
güçlere ivme kazandırmaktadır. Nitekim geçmişte Irak’ta federal bir
siyasi yapının tesis edilmesine en çok karşı çıkan Sünni Araplar
arasında dahi, kuzey Irak’taki Kürt bölgesi gibi yeni federe bölgeler
ihdas edilmesi yönündeki görüşlerin destek kazanmakta olduğunu
gözlemliyoruz.
Ülkemiz Irak’ta ve bölgemizde her türlü
etnik ve mezhep temelli siyaset anlayışını reddetmekte, evrensel ve
demokratik değerler zemininde bir siyaset anlayışını savunmaktadır.
Irak’ta tüm kesimlere eşit mesafede bulunmaya, bu kesimlerin tümüyle
yakın temas ve ilişkiler tesis etmeye önem atfediyoruz. Sünni Araplar,
Kürtler ve Türkmenler olduğu kadar Şii Iraklılar da bizim kardeşimizdir.
Başbakan Maliki’nin şahsıyla ilgili de herhangi bir sorunumuz yoktur.
Halkının tüm kesimlerini kucaklayan demokratik ve evrensel bir yönetim
tarzı benimsediği takdirde Başbakan Maliki’nin en büyük destekçilerinden
biri de Türkiye olacaktır.
Yaşanan süreç bölünme ile sonuçlanabilir mi?
Türkiye olarak Irak’ın siyasi birliğine
ve toprak bütünlüğüne bağlılığımız sonsuzdur. Ancak Irak’ın birlik ve
bütünlüğü sadece Türkiye’nin çabalarıyla sağlanamaz. Bunu güvence altına
alacak olan Irak halkının kendisidir. Ülkemiz bu çabalara elbette
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da destek vermeyi sürdürecektir.
Iraklı liderlere yönelik telkinlerimizin yegane amacı da budur.
PKK, Türkiye’nin hem Irak hem de Suriye’ye bakışında önemli. Suriye’nin PKK’yı Türkiye’ye karşı kullandığını düşünüyor musunuz?
Terörizmle ayrım gözetmeksizin mücadele
edilmesi tüm ülkelerin üzerine düşen küresel bir sorumluluktur. Bu
itibarla, PKK ile mücadelede komşularımızdan beklentimiz, ilgili
uluslararası sözleşmelerin ve genel anlamda uluslararası hukukun da bir
gereği olarak, bu terör örgütünün topraklarında barınmasına ve
faaliyetlerini sürdürmesine hiçbir suretle müsaade etmemeleridir. Bu
beklentimizi muhataplarımıza her düzeyde aktarmaktayız. Neticede Suriye
dahil, hiçbir komşumuzun PKK’ya destek vermesine ya da faaliyetlerine
bir şekilde müsamaha göstermesine sessiz kalmayız. Böyle bir gelişme
olması halinde, ülkemiz gereken tepkiyi gösterecektir.
PKK terör örgütü bölge barışına engel
Barzani ile iyi ilişkiler bölgede PKK’yı yalnızlaştırabilir mi?
Irak Kürt Bölgesi Yönetimi (IKBY) ile
ilişkilerimizde son dönemde önemli bir mesafe kaydedilmiştir.
Halihazırda Irak’a yönelik ihracatımızın yüzde 70′i IKB’ye yöneliktir ve
IKB’nin ekonomik kalkınmasında Türk sermayesi önemli bir rol
oynamaktadır. PKK terör örgütü ise sadece ülkemiz açısından değil, Irak
başta olmak üzere, bölge ülkelerinin huzur ve güvenliği bakımından da
öncelikli bir tehdit kaynağıdır ve IKB ile son dönemde tesis ettiğimiz
iyi ilişkilerin önündeki başlıca potansiyel sorun niteliğindedir.
IKB’den beklentiniz nedir?
IKBY’den beklentimiz, PKK terör
örgütünün bu bölgedeki mevcudiyetine ve kuzey Irak toprakları
kullanılmak suretiyle ülkemize karşı terörist saldırılarda bulunulmasına
artık müsaade edilmemesidir. Bu beklentimiz IKB Başkanı Barzani’ye
ahiren ülkemize gerçekleştirdiği ziyaret kapsamında en güçlü ifadelerle
tekrar aktarılmıştır. Netice itibarıyla, IKB ile her alanda artan ve
derinleşen ilişkilerimize paralel olarak PKK’nın da bölgede giderek
tecrit edileceğine inanılmaktadır.
Türkiye artık oyun kurucu ülke
Türk dış politikası nasıl bir değişim içinde, vizyonu nedir?
Uluslararası alandaki gelişmeler ve
Türkiye’nin kendi imkan ve kabiliyetlerindeki değişimler dış
politikamızın uygulama alanı ve etkinliği üzerinde belirleyici etki
yapmaktadır. Bu bağlamda 2000′li yıllardan başlayarak Türkiye’nin dış
politikası belirli bir vizyon dahilinde çok daha aktif ve etkin bir
şekilde uygulanmaktadır.
Nedir bu değişimin temel nedeni?
Birden fazla neden sayılabilir.
Türkiye’nin ekonomik ve siyasi anlamda katettiği mesafenin ülkemize dış
politika alanında ciddi bir güç kaynağı teşkil ettiğini teslim etmemiz
gerekir. Bu anlamda Türk dış politikasındaki en önemli değişim
bölgemizdeki gelişmelerin bizde yarattığı sorumluluk duygusu ile artan
imkan ve kabiliyetlerimizin getirdiği özgüven ve aktivizm olarak
tanımlanabilir.
Yani…
Eskiden komşularından başlayarak
çevresine daha ziyade güvenlik perspektifinden ve tehdit algılaması
gözlüğüyle tepkisel bir bakış açısıyla yaklaşan Türkiye, bugün etrafında
bir barış, istikrar ve refah havzası yaratmaya yönelik proaktif
politikalar izleyebilmekte ve olası tehditlerden ziyade fırsatları ve
işbirliği imkânlarını öne çıkarabilmektedir. Komşularla sıfır sorun
politikamız, bölgesel sahiplenme ve işbirliğine verdiğimiz önem,
uluslararası kuruluşlardaki yükselen profilimiz ve yakın-uzak demeden
dünyanın her köşesine yönelik açılım politikaları izlememiz bu
yaklaşımımızın somut örnekleridir. Bu kapsamda, önümüzdeki on yıl içinde
bir AB üyesi olarak dünyanın ilk on ekonomisi içine girme hedefini
taşıyan Türkiye’nin vizyonu, etrafında demokratik değerlere bağlı, barış
içinde yaşayan ve ekonomik açıdan birbirine entegre olmuş bir ülkeler
bütününü öngörmekte, ayrıca yeni küresel yönetişim yapılarının da daha
demokratik ve kapsayıcı bir nitelik taşımasını arzu etmektedir.
Türkiye artık büyük bir ülke, oyun kurucu bir ülke mi?
Evet, bugün Balkanlar’dan Afganistan’a,
Somali’den Suriye ve İran’a kadar uluslararası toplumu en fazla meşgul
eden tüm sorunlarda Türkiye’yi ön planda sorunlara yapıcı çözümler
getirmeye çalışan bir ülke olarak görüyoruz. Keza yakın çevremizin
ötesinde, küresel ölçekte de Türkiye’nin oyun kurucu tanımına uygun bir
profil çizdiğini görmekteyiz. Bu kapsamda İspanya ile birlikte
eş-başkanlığını yaptığımız Medeniyetler İttifakı girişimi, Finlandiya
ile birlikte başlattığımız Barış için Arabuluculuk inisiyatifi, ABD ile
birlikte yürüttüğümüz Küresel Terörizmle Mücadele Forumu ve BM
bünyesinde ev sahipliği yaptığımız En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesi ile bu
Zirvede kabul edilmesine ön ayak olduğumuz on yıllık eylem planı ve yol
haritası bu konumumuzun somut örnekleridir.
Bu kadar aktivizmin hiç riski yok mu?
Dış politikada atılan her adımın belirli
bir riski vardır. Ancak Türk dış politikasının bugünkü aktivizmi kendi
bilinçli seçiminin yanısıra, bölgesel gelişmeler ile artan imkan ve
kabiliyetlerinin kendisine yüklediği bir sorumluluktur. Bu itibarla
Türkiye’nin artık etrafındaki gelişme ve dönüşümleri pasif şekilde
izlemesi veya başkalarının politikalarına bağlı olarak bekle-gör
politikası uygulaması mümkün değildir.
MURAT AKSOY/Yeni Şafak Gazetesi-30.04.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder