4 Mayıs 2012 Cuma

Naci Koru: "Bölgemize ilgimiz kaçınılmaz"

Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Naci Koru, Türk dış politikasındaki en önemli değişimi bölgemizdeki gelişmelerin bizde yarattığı sorumluluk duygusu ile artan imkan ve kabiliyetlerimizin getirdiği özgüven ve aktivizm olarak tanımladı. 

Koru, Türkiye’nin doğrudan etkilenme konumunda bulunduğu bölgesindeki gelişmelere kayıtsız kalmasının mümkün olmadığına işaret etti, ayrıca Türkiye’nin yakın çevresinin ötesinde, küresel ölçekte de ön planda sorunlara yapıcı çözümler getirmeye çalışan bir ülke olduğuna dikkat çekti. 

Yeni Şafak Gazetesi’nden Murat Aksoy’un Naci Koru ile yaptığı o röportajın tamamı:

Suriye konusunda son durum nedir? 

Suriye’de süren krize uluslararası düzlemde siyasi ve diplomatik çözüm arayışları sürmektedir. Bu çerçevede, BM-Arap Ligi Suriye Ortak Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın ortaya koyduğu 6 maddeli plan bir fırsattır. Annan Planı ile Suriye Yönetimi’ne tanınan süre 12 Nisan sabahı dolmuş ve Suriye Yönetimi, sözkonusu tarih itibariyle operasyonları durdurduğunu açıklamıştır.

Peki operasyonlar durdu mu?

Suriye’nin birçok şehrinde Rejim’e bağlı birliklerce halka karşı ağır silahlarla yapılan saldırıların özellikle Humus, Hama, Deir Zor, İdlip, Daraa ile Şam ve kırsalında sürdüğü yönünde duyumlar alınmaktadır. 12 Nisan’dan bu yana ülkede yaşanan olaylar neticesinde meydana gelen ölüm vakalarının sayısı 500′e dayanmıştır.

Gelişmeleri yakından izliyoruz

Esed rejimi Annan Planı’na uymuyor diyebilir miyiz?

Bu tablo, Suriye Yönetimi’nin Annan Planı’ndan kaynaklanan taahhütlerine sadık kaldığı hususunda derin şüphe uyandırmaktadır. Kaldı ki, Annan Planı uyarınca, Suriye Yönetimi’nin şiddetin durdurulması bağlamında birden fazla koşulun tamamını yerine getirmesi gerekmektedir. Gelen bilgiler, bu koşulların henüz tam olarak yerine getirilmediği yönündedir. Gelişmeleri yakından ve büyük bir hassasiyetle izlemeyi sürdürüyoruz.

Uyulmamasına rağmen Annan Planı hala yürürlükte mi?

BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 14 Nisan günü kabul ettiği 2042 sayılı karar, Suriye Ortak Özel Temsilcisi Annan’ın planına verilen desteği teyit etmiş ve planın uygulanmasını yerinde denetlemek üzere bir BM Gözetim Misyonu oluşturulmasını da öngörmüştür. 21 Nisan günü kabul edilen Suriye hakkındaki 2043 sayılı ikinci BMGK kararı ise, ilk aşamada 90 gün süreyle görev yapacak ve ilk etapta 300′e kadar silahsız askeri gözlemci ve uygun sivil unsurlardan oluşacak BM Gözetim Misyonu’nun (UNSMIS) süratle ülkede konuşlandırılmasını kararlaştırmıştır. Türkiye olarak, Annan Planı’nın uygulamaya konulmasına yönelik BMGK’nın 2042 ve 2043 sayılı kararlarında Suriye Yönetimi’ne yapılan tüm çağrıların ve dile getirilen taleplerin eksiksiz ve derhal uygulanmasını ve UNSMIS ile tam işbirliği yapılmasını bekliyoruz. Ayrıca, Rejim’in UNSMIS’i zaman kazanmak amacıyla istismar etmesine göz yumulmaması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye Annan Planı’nı tüm unsurlarıyla hayata geçirmeye dönük gelişmelerin yakın takipçisi olmaya devam edecektir.

Ateşkesi sağlama Suriye yönetiminin sorumluluğu

Şiddet devam ederken Annan Planı nasıl uygulanacak?

BM gözetiminde ateşkes tesis edilmesindeki ve Annan Planı’nın tüm unsurlarıyla birlikte uygulanmasındaki asli sorumluluk Suriye Yönetimi’ne düşmektedir. Suriye Yönetimi’nin bu bağlamda gerekli işbirliğini sergilemediği ve daha önce de yaptığı gibi bu defa da Annan Planı’nı manipüle ederek halkın demokratik taleplerini bastırma çabasını sürdürdüğü sonucuna varılırsa, BM Güvenlik Konseyi’nin üzerine düşen sorumluluğu üstlenmesi bir zorunluluktur. Bu çerçevede, BM Şartı’nın 7. Bölümü altında yaptırımlar da içeren güçlü bir karar kabul etmesi gerekecektir.

Ne var o yaptırımların içinde? İnsani yardım koridoru ya da tampon bölge söz konusu mu?

“Tampon bölge” veya “insani koridor” tesis edilmesi gibi önlemlerin hayata geçirilmesi için gerekli meşruiyet zemini, tek taraflı adımlarla değil, ancak uluslararası toplumun ortak iradesiyle sağlanmalıdır. Bu meşruiyet zemini, bu tür önlemlere cevaz veren bir BMGK kararı ve/veya ilgili ülkenin rızasıyla temin edilebilir. Suriye’deki krizin, bu tür adımlar atılmasını gerektirmeden kontrol altına alınması ve bu ülkede istikrarın, halkın meşru talep ve beklentileri temelinde başlatılacak bir siyasi geçiş süreci ile sağlanması en büyük temennimizdir. Bununla birlikte, ulusal kapasitemizi zorlayacak büyüklükte ani bir göç dalgasının Suriye’den ülkemize yönelmesi ve ulusal güvenliğimizin tehdit altında kalması durumunda, kendimizi korumak ve ülkemize sığınanları mağdur etmemek amacıyla gerekli görülen tüm önlemler şüphesiz alınacaktır.

Hedef demokratik dönüşüm

Varsayalım ateşkese uyulan bir süreç başladı, Suriye’de nasıl bir değişim başlayacak? Esed var olan gücünden vaz mı geçecek, muhaliflerin demokrasi talepleri nasıl karşılanacak, nasıl bir model olacak Suriye’de?

Suriye’de ateşkes tesis edilmesi sağlanabildiği takdirde, öncelikli hedef halkın haklı ve meşru taleplerinin karşılanmasına yönelik siyasi değişim ve dönüşüm sürecinin başlatılmasıdır. Bu sürecin etnik köken, mezhep ve din ayrımı yapılmaksızın tüm Suriye vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerinin eşitlik temelinde anayasal güvence altına alındığı hür ve demokratik bir sistemin tesisiyle sonuçlanmasını arzu ediyoruz. Bu sürecin şekillenmesine ve Suriye’nin geleceğine ilişkin kararları verecek olan Suriye halkının kendisidir.

Türkiye Suriye konusunda çok angaje bir tablo çizdi eleştirisi var, katılıyor musunuz?

910 km. ortak kara sınırına sahip olduğumuz Suriye’deki gelişmelerin, dış politika boyutunun yanısıra, ülkemizi ilgilendiren insani ve iç güvenlik boyutları da bulunduğu ortadadır. Son dönemde ülkelerindeki şiddetten kaçarak ülkemize sığınan Suriyelilerin sayısında görülen ciddi artış ve Suriye topraklarından ülkemize yönelik silahlı taciz vakaları bu tespiti doğrulamaktadır. Dolayısıyla, Suriye’deki gelişmelerden doğrudan etkilenmekte olan ülkemizin, Suriye’deki krizin, halkın meşru ve haklı talepleri temelinde biran evvel çözüme kavuşturulmasına matuf faaliyetleri desteklemesi doğal bir reflekstir.

Kuzey Irak’ta taraf değiliz

Irak’ta son durum nedir? Barzani ile ilişkilerimiz gelişirken, Başbakan Maliki ile gerginlik var. Neden?

Geçtiğimiz Aralık ayında ABD askeri güçlerinin çekilmesiyle birlikte Irak’ta ciddi bir siyasi kriz ortamı oluşmuştur. Sözkonusu kriz henüz aşılabilmiş değildir. Mevcut krizin kökeninde, Irak’taki farklı kesimler arasında adil ve dengeli bir güç paylaşımının sağlanamaması ve hükümet ortakları arasında bir güven ve işbirliği ortamının tesis edilememesi yatmaktadır. Iraklı siyasi liderlerin 2010 Kasım ayında üzerinde anlaştıkları ve ülkede siyasi gücün farklı etnik ve mezhepsel gruplar arasında adil bir şekilde paylaşımını öngören bir mutabakat mevcuttur. Esasen Sayın Maliki’nin ikinci dönem Başbakanlık makamına getirilmesi, Erbil mutabakatı olarak bilinen bu uzlaşı sayesinde mümkün olmuştur. Ancak aradan geçen süre zarfında bu mutabakatta öngörülen güç paylaşımı maalesef hayata geçirilememiştir.

Bu durum Irak halkının çeşitli kesimlerinde dışlanmışlık duygusu yaratmakta ve ülkedeki merkezkaç güçlere ivme kazandırmaktadır. Nitekim geçmişte Irak’ta federal bir siyasi yapının tesis edilmesine en çok karşı çıkan Sünni Araplar arasında dahi, kuzey Irak’taki Kürt bölgesi gibi yeni federe bölgeler ihdas edilmesi yönündeki görüşlerin destek kazanmakta olduğunu gözlemliyoruz.

Ülkemiz Irak’ta ve bölgemizde her türlü etnik ve mezhep temelli siyaset anlayışını reddetmekte, evrensel ve demokratik değerler zemininde bir siyaset anlayışını savunmaktadır. Irak’ta tüm kesimlere eşit mesafede bulunmaya, bu kesimlerin tümüyle yakın temas ve ilişkiler tesis etmeye önem atfediyoruz. Sünni Araplar, Kürtler ve Türkmenler olduğu kadar Şii Iraklılar da bizim kardeşimizdir. Başbakan Maliki’nin şahsıyla ilgili de herhangi bir sorunumuz yoktur. Halkının tüm kesimlerini kucaklayan demokratik ve evrensel bir yönetim tarzı benimsediği takdirde Başbakan Maliki’nin en büyük destekçilerinden biri de Türkiye olacaktır.

Yaşanan süreç bölünme ile sonuçlanabilir mi?

Türkiye olarak Irak’ın siyasi birliğine ve toprak bütünlüğüne bağlılığımız sonsuzdur. Ancak Irak’ın birlik ve bütünlüğü sadece Türkiye’nin çabalarıyla sağlanamaz. Bunu güvence altına alacak olan Irak halkının kendisidir. Ülkemiz bu çabalara elbette bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da destek vermeyi sürdürecektir. Iraklı liderlere yönelik telkinlerimizin yegane amacı da budur.

PKK, Türkiye’nin hem Irak hem de Suriye’ye bakışında önemli. Suriye’nin PKK’yı Türkiye’ye karşı kullandığını düşünüyor musunuz?

Terörizmle ayrım gözetmeksizin mücadele edilmesi tüm ülkelerin üzerine düşen küresel bir sorumluluktur. Bu itibarla, PKK ile mücadelede komşularımızdan beklentimiz, ilgili uluslararası sözleşmelerin ve genel anlamda uluslararası hukukun da bir gereği olarak, bu terör örgütünün topraklarında barınmasına ve faaliyetlerini sürdürmesine hiçbir suretle müsaade etmemeleridir. Bu beklentimizi muhataplarımıza her düzeyde aktarmaktayız. Neticede Suriye dahil, hiçbir komşumuzun PKK’ya destek vermesine ya da faaliyetlerine bir şekilde müsamaha göstermesine sessiz kalmayız. Böyle bir gelişme olması halinde, ülkemiz gereken tepkiyi gösterecektir.

PKK terör örgütü bölge barışına engel

Barzani ile iyi ilişkiler bölgede PKK’yı yalnızlaştırabilir mi?

Irak Kürt Bölgesi Yönetimi (IKBY) ile ilişkilerimizde son dönemde önemli bir mesafe kaydedilmiştir. Halihazırda Irak’a yönelik ihracatımızın yüzde 70′i IKB’ye yöneliktir ve IKB’nin ekonomik kalkınmasında Türk sermayesi önemli bir rol oynamaktadır. PKK terör örgütü ise sadece ülkemiz açısından değil, Irak başta olmak üzere, bölge ülkelerinin huzur ve güvenliği bakımından da öncelikli bir tehdit kaynağıdır ve IKB ile son dönemde tesis ettiğimiz iyi ilişkilerin önündeki başlıca potansiyel sorun niteliğindedir.

IKB’den beklentiniz nedir?

IKBY’den beklentimiz, PKK terör örgütünün bu bölgedeki mevcudiyetine ve kuzey Irak toprakları kullanılmak suretiyle ülkemize karşı terörist saldırılarda bulunulmasına artık müsaade edilmemesidir. Bu beklentimiz IKB Başkanı Barzani’ye ahiren ülkemize gerçekleştirdiği ziyaret kapsamında en güçlü ifadelerle tekrar aktarılmıştır. Netice itibarıyla, IKB ile her alanda artan ve derinleşen ilişkilerimize paralel olarak PKK’nın da bölgede giderek tecrit edileceğine inanılmaktadır.

Türkiye artık oyun kurucu ülke

Türk dış politikası nasıl bir değişim içinde, vizyonu nedir?

Uluslararası alandaki gelişmeler ve Türkiye’nin kendi imkan ve kabiliyetlerindeki değişimler dış politikamızın uygulama alanı ve etkinliği üzerinde belirleyici etki yapmaktadır. Bu bağlamda 2000′li yıllardan başlayarak Türkiye’nin dış politikası belirli bir vizyon dahilinde çok daha aktif ve etkin bir şekilde uygulanmaktadır.

Nedir bu değişimin temel nedeni?

Birden fazla neden sayılabilir. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi anlamda katettiği mesafenin ülkemize dış politika alanında ciddi bir güç kaynağı teşkil ettiğini teslim etmemiz gerekir. Bu anlamda Türk dış politikasındaki en önemli değişim bölgemizdeki gelişmelerin bizde yarattığı sorumluluk duygusu ile artan imkan ve kabiliyetlerimizin getirdiği özgüven ve aktivizm olarak tanımlanabilir.

Yani…

Eskiden komşularından başlayarak çevresine daha ziyade güvenlik perspektifinden ve tehdit algılaması gözlüğüyle tepkisel bir bakış açısıyla yaklaşan Türkiye, bugün etrafında bir barış, istikrar ve refah havzası yaratmaya yönelik proaktif politikalar izleyebilmekte ve olası tehditlerden ziyade fırsatları ve işbirliği imkânlarını öne çıkarabilmektedir. Komşularla sıfır sorun politikamız, bölgesel sahiplenme ve işbirliğine verdiğimiz önem, uluslararası kuruluşlardaki yükselen profilimiz ve yakın-uzak demeden dünyanın her köşesine yönelik açılım politikaları izlememiz bu yaklaşımımızın somut örnekleridir. Bu kapsamda, önümüzdeki on yıl içinde bir AB üyesi olarak dünyanın ilk on ekonomisi içine girme hedefini taşıyan Türkiye’nin vizyonu, etrafında demokratik değerlere bağlı, barış içinde yaşayan ve ekonomik açıdan birbirine entegre olmuş bir ülkeler bütününü öngörmekte, ayrıca yeni küresel yönetişim yapılarının da daha demokratik ve kapsayıcı bir nitelik taşımasını arzu etmektedir.

Türkiye artık büyük bir ülke, oyun kurucu bir ülke mi?

Evet, bugün Balkanlar’dan Afganistan’a, Somali’den Suriye ve İran’a kadar uluslararası toplumu en fazla meşgul eden tüm sorunlarda Türkiye’yi ön planda sorunlara yapıcı çözümler getirmeye çalışan bir ülke olarak görüyoruz. Keza yakın çevremizin ötesinde, küresel ölçekte de Türkiye’nin oyun kurucu tanımına uygun bir profil çizdiğini görmekteyiz. Bu kapsamda İspanya ile birlikte eş-başkanlığını yaptığımız Medeniyetler İttifakı girişimi, Finlandiya ile birlikte başlattığımız Barış için Arabuluculuk inisiyatifi, ABD ile birlikte yürüttüğümüz Küresel Terörizmle Mücadele Forumu ve BM bünyesinde ev sahipliği yaptığımız En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesi ile bu Zirvede kabul edilmesine ön ayak olduğumuz on yıllık eylem planı ve yol haritası bu konumumuzun somut örnekleridir.

Bu kadar aktivizmin hiç riski yok mu?

Dış politikada atılan her adımın belirli bir riski vardır. Ancak Türk dış politikasının bugünkü aktivizmi kendi bilinçli seçiminin yanısıra, bölgesel gelişmeler ile artan imkan ve kabiliyetlerinin kendisine yüklediği bir sorumluluktur. Bu itibarla Türkiye’nin artık etrafındaki gelişme ve dönüşümleri pasif şekilde izlemesi veya başkalarının politikalarına bağlı olarak bekle-gör politikası uygulaması mümkün değildir.

MURAT AKSOY/Yeni Şafak Gazetesi-30.04.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder