İran üzerinde uzmanlaşmış dünyanın
sayılı akademisyenlerinden biri olan Prof. Dr. Eric Hooglund,
İran-İsrail gerilimini değerlendirdi.
Hooglund bugün Beverly Hills ve
California’da, Tahran’da olduğundan daha fazla İranlı Yahudi bulunduğunu
hatırlattı. Hooglund, “Bugün İsrail açısından en büyük sorun nükleer
sorun değil, İran’ın Filistin konusundaki pozisyonudur” dedi.
Barış gönüllüsüydü İran uzmanı oldu
Prof. Dr. Eric Hooglund, İsveç Lund
Üniversitesi’nde Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nde, Ortadoğu ve İran
üzerine çalışıyor. Üniversite eğitimi sırasında ABD Başkanı John F.
Kennedy döneminde uygulanan Barış Gönüllüleri’ne katılıp, İran’a
gittiğinde Ortadoğu ile tanışmış. Barış Gönüllüleri, Başkan John F.
Kennedy döneminde ABD’nin Vietnam savaşı ile ortaya çıkan kötü imajını
düzeltmek amacıyla başlattığı bir program. Binlerce ABD’li dünyanın her
kıtasında çeşitli ülkelere gönüllü olarak gittiler, gittikleri ülkelerde
adeta toplumların kılcal damarlarına kadar girdiler. Bu insanların çoğu
gittikleri yerlerle ilgili uzmanlaşıp gerek diplomat gerek akademisyen
olarak bu ülkelerle ilgili önemli çalışmalar yürüttüler. Prof. Hooglund
da onlardan biri. İran’a gidecek Barış Gönüllüleri eğitim grubunda,
Teksas Üniversitesi’nde 12 hafta Farsça dil kursu ve kültür eğitimi
almasının ardından İran’a gitmiş. İran’da iki yıl bir ortaokulda
İngilizce öğretmenliği yapmış. Döndükten sonra da akademik kariyerine
devam etmiş, İran üzerinde uzmanlaşmış dünyanın sayılı
akademisyenlerinden. Prof. Dr. Eric Hooglund ile İran’ı ve bölgeyi
anlattı.
*İran’daki Şiiler ile İran dışındaki Şiiler arasında nasıl bir ilişki var?
Ortadoğu’yu İran aracılığıyla tanıdım.
İran bir Şii toplumu. Nüfusun en az yüzde 91-92′si Şii. Azınlıklar da
var, Orta Doğu’daki en büyük Ermeni azınlığı İran’da. Ayrıca Orta
Doğu’daki en büyük Yahudi azınlığı da İran’da. Bahailer de vardı.
İranlıların büyük çoğunluğu Şii ama “Şii Müslümanız” demiyor,
“Müslümanız” diyorlar. İran’da asla Sünni veya Şii nitelemesi
kullanılmaz, “Amerikan İslami ve Otantik İslam” kavramları kullanılıyor.
İran 1979′dan beri Suudi Arabistan’ı “Amerikan İslami – Amerikancı
İslam’ın temsilcisi” olarak tasvir etmekte. Bana kalırsa Amerikan
İslamcılığı bir şifre dili. İran, Suriye’deki Müslüman Kardeşler
oluşumunu da Amerikan İslami’nin bir versiyonu olarak tasvir ediyor.
İran saygı gösteriyor
*İran’ın Suriye rejimine verdiği destek “Şiilik” eksenli bir destek mi?
İran ve Suriye, “Orta Doğu bölgesinde
asıl tehdidin Amerikan politikaları olduğu” ortak düşüncesine dayalı
stratejik ilişkilere sahipler, din çok önemli bir role sahip değil.
Suriye laik olduğu konusunda ısrarcıdır ve İran buna saygı gösterir.
Suriye, İran’ın Şii mekanlarını onarmasına izin vermiştir. Hz.
Hüseyin’in kız kardeşinin türbesi Şam’ın dışındadır. İranlılar buranın
onarımı için çok para harcamıştır ve burası Şii hac yeri haline
gelmiştir. İranlılar Suriye’ye gitmeyi seviyorlar çünkü burası İran’a
göre biraz daha özgür, burada alkol alabiliyorlar, kafelerde bira
içebiliyorlar. Bunu bir çelişki olarak görmüyorlar. Bunu bir çelişki
olarak gören dindar kişiler de var ama büyük çoğunluğu dinleri konusunda
o kadar katı değil.
*Radikal İslam’a karşı olduğunu söyleyen
ABD’nin İran’la değil mesela Suudi Arabistan’la ilişkilerinin kötü
olduğunu söylemesi gerekmez mi?
Radikal İslam, çok farklı şekillerde
tanımlanıyor ve bence Amerika’nın radikal İslam anlayışı
anti-Amerikancılık. İran’ı da Taliban’ı da radikal İslam olarak
görüyorlar.
*Suriye’de ne olursa İran’ın politikası değişir?
Suriye’de ne olursa olsun İran
uluslararası politikasını asla değiştirmeyecektir. İran’ın politikasını
değiştirebilecek tek gelişme ABD’nin samimi barış elini İran’a
uzatmasıdır ve böyle bir şeyin gerçekleşmesi de yakın zamanda
görünmüyor.
*İsrail- İran gerilimi sürekli dünyanın gündeminde, gerçekten bütün mesele İran’ın nükleer girişimleri mi?
Şah döneminde İsrail’in Tahran’da
büyükelçiliği vardı. Büyükelçilik, ticaret misyonu olarak anılıyordu,
devasa büyüklükteydi. İlişkilerin bu noktaya gelmesinin sebepleri var.
İran’da büyük bir Yahudi nüfusu vardı. Bugün eskisi kadar çok değiller.
Bir çoğu İsrail’e değil, Birleşik Devletler’e gitti. Bence bugün Beverly
Hills ve California’da Tahran’da olduğundan daha fazla İranlı Yahudi
var. California Beverly Hills belediye başkanı da İranlı bir Yahudi.
Birçok İranlı Yahudi burada yaşıyor ve Beverly Hills nüfusunun dörtte
birini Yahudi İranlılar oluşturuyor. Beverly Hills, hemen Hollywood’un
yanı başında gerçekten bir İran şehri. Hollywood bir şehir değil, Los
Angeles’a bağlı fakat Beverly Hills bağımsız bir şehir. Yani, İsrail’in
İran’la ilgilenmesinin sebepleri vardı. Yahudi toplumu ve ticaret.
İsrail üste nükleer silah verir
*Filistin meselesi nasıl bir rol oynuyor?
İranlılar için sorunun kaynağı her
şeyden çok Filistin sorunudur. Bence İran İsrail’e karşı her zaman sert
bir tutum sergilemiştir fakat aynı zamanda açık kapı da bırakmıştır.
İsrail açısından en büyük sorun nükleer sorun değil, İran’ın Filistin
konusundaki pozisyonudur. İsrail, kendisini Filistin konusunda eleştiren
kimseyi kabul etmiyor. Eğer İran bugün, “İsrail ile barış yapmaya
hazırız, Filistinlilere ne yaparsanız yapın, umurumuzda değil” dese,
İsrail muhtemelen “Üç yüz nükleer silahımızın bir kısmını size verelim
hatta bir ücret de ödemeyin” diyecektir. Bu biraz gülünç gelebilir ama
bence asıl sorun bu.
Amerika baskısıyla kabul etmediler
*Nasıl ortaya çıkıyor bu nükleer sorun?
Aslında şu an elektrik sağlayan nükleer
tesisin yapımı Şah döneminde başlamıştır. Yani İran’ın nükleer programı
ABD yardımı ile 1975 yılında başlamıştır. ABD tesisin yapımını onaylamış
ve Almanya da inşa etmiştir. Devrim zamanında, Basra Körfezi
kıyısındaki Buşehr’de iki reaktör olması zaten planlanmıştı. Devrim
sırasında, reaktörlerden birinin inşasının yüzde 85’i diğerinin de yüzde
50’si tamamlanmıştı. Devrim Şubat 1979’da iyice tırmanmadan önce
Almanlar çalışmayı durdurmuştu. Ardından Irak geldi ve tesis inşaatını
bombaladı. Savaştan sonra İran savaş hasarını onarmak için toplumdaki
her şeyi kapsayan büyük çaplı bir inşa programına başladı. Tamamlamaları
gerektiğine inandıkları projelerden biri de nükleer tesisti çünkü
buraya çok büyük mali yatırım yapılmıştı. Önce Almanlar ile iletişime
geçtiler ama ABD’nin baskısıyla Almanlar kabul etmedi. Sonra Japonlar
birtakım onarım çalışmaları yaptılar ama Amerikalılar onlara da baskı
uyguladılar. Bu 1995’e kadar böyle sürdü. Ocak 1995’te Rusya ile
görüşmelere başladılar ve Ruslar inşaatı tamamlamayı kabul etti. O
tarihten bu yana İran’ın tezine göre, bu yeni bir nükleer tesis değil,
hâlihazırda var olan nükleer tesisin eksikleri gideriliyor.
Bize ‘Genç Türkler’ deniliyordu
*İran’da mesela bugün bile unutamadığınız ne öğrendiniz?
İranlılar bana CIA hakkında bazı şeyler
anlattılar. Daha önce CIA’i duymamıştım. Birçok Amerikalı Washington’da
yaşamıyorsa CIA hakkında bir şey bilmez. İran’da bana CIA’in başbakanı
nasıl devirdiğini anlattılar. Bu insanların delirmiş olduğunu düşündüm,
söylediklerinin hiçbirisine inanmadım çünkü benim ülkem böyle bir şeyi
asla yapmazdı.
*Size İran’da söylenenlerin doğru olup olmadığını araştırdınız mı sonra?
Sonra CIA hakkında birçok şey okudum ve
bu insanların yalan söylemediklerini anladım. İslam hakkında kitaplar
okumaya başladım. Bu toplum içinde tam iki yıl yaşadım ve bu yazılanlar
onların dini değildi, bu kitapların hiçbiri benim bulunduğum ülkeyi
anlatmıyordu. Ortadoğu alanında verilen eğitimin tamamen hatalı olduğunu
düşündüm. Barış Gönüllüleri programına katılmış birçok kişinin
kafasında ABD’nin dış politikası, Ortadoğu’ya nasıl ihanet edildiği
konusunda sorular vardı. Sonunda Ortadoğu Bilgi Araştırma Projesi’nde
beraber çalışacağım birçok gençle bir araya geldim. Bu proje Edward Said
demekti. Kendisine yakındık ve hepimizin sevdiği oryantalizm üzerine
çalışacaktık. Bize “Genç Türkler” diyorlardı. Genç Türkler, var olan
sistemde değişiklik yapmak isteyen kişiler anlamına gelir. Bizler
Ortadoğu çalışmalarında sistemde değişiklik yapmak isteyen,
stereotiplere karşı duran kişiler olarak görülüyorduk.
Rejim değişikliği olacaktı ama plan işlemedi
*Galiba İran’ın “yeni bir nükleer tesis değil, var olanın eksikleri giderildi” tezine kimse inanmıyor.
Hatemi 1998’de seçildiğinde bu sorunu
çözme zamanı geldiğini söyledi. Ben, 1998’de İngiltere’de Oxford
Üniversitesi’ndeydim. Washington’dan genç bir adam beni aradı. İran
masasında görevliydi. Arayan Chris Stephens’dı. Kendisi sonra Libya
Büyükelçisi oldu ve yaklaşık iki ay önce hayatını kaybetti. O zaman,
dışişlerinde göreve en alt seviyede yeni başlamıştı, İran masasında bir
çalışandı. İran misyonundan birisi sorunun çözülmesi için uluslararası
saygı gören bir grup nükleer bilim insanının İran’a gelmesi önerisiyle
bir Amerikalı nükleer bilim insanı ile irtibata geçmiş. O bilim insanı
da dışişleri ile irtibata geçmiş. İran misyonu, istedikleri sayıda
kişinin gelebileceğini, kimi isterlerse onu seçebileceklerini, bütün
masraflarının karşılanacağını ve istedikleri her yeri ziyaret
edebileceklerini söylemiş. Hiçbir engel olmayacaktı. Dışişleri
Bakanlığı, çoğu Amerikalı ama bazı yabancıların da aralarında olduğu bir
grup nükleer bilim insanıyla çalışmaya başladı. Ben o çalışmaya dahil
olmadım ama kendisini bu konuda teşvik ettim, bunun iyi bir fikir
olduğunu düşünüyordum. Bildiğim kadarıyla, içlerinde Nobel Ödülü almış
olan bir nükleer fizikçinin de yer aldığı sanırım 20 kişiden oluşan bu
delegasyon, İran’a gitmeyi planlıyordu. Dışişleri Bakanlığı onlara yetki
vermedi ve Savunma Bakanlığı’ndan izin almalarını istedi. Savunma
Bakanlığı da buna yetki veremeyeceklerini söyleyerek, gitmelerine itiraz
etti. Bu girişim, Clinton yönetimi tarafından böylelikle sonlandırıldı.
*Bir daha herhangi bir girişimde bulunulmadı mı?
Sonra Şubat 2003’te başka bir
girişimleri daha oldu. Bu seferki girişim, Tahran’da Birleşik
Devletler’in tüm işlerini yürüten İsveç misyonu tarafından iletilmişti.
Dışişleri Bakanlığı’nda bunu destekleyenler vardı ama Başkan Yardımcısı
Cheney, yakında Irak’a, ardından İran ve Suriye’ye girileceği
gerekçesiyle karşı çıktı. Iraklılar ve İranlılar bizi coşkuyla
karşılayacaklardı. Bir rejim değişikliği olacaktı. Tabii ki bu plan
işlemedi. ABD, Irak’ta adeta bir sisin içine girmiş gibiydi, ne İran’a
ne de Suriye’ye gidebildi.
İran Erzurum’u iki yıl işgal etti
*Türkiye-İran arasında 1639’dan beri bir
savaş yaşanmadığı ancak bölgesel güç olma rekabetinin yaşandığı
görüşüne katılıyor musunuz?
1639’dan beri İran ve Osmanlı arasında
savaşların olmadığını söylemek doğru değil. O tarihten sonra, mesela
Mezopotamya, Irak merkez olmak üzere Kafkasya’nın kontrolünün ele
geçirilmesi amacıyla birçok savaş oldu. Osmanlı ve İran arasındaki en
son savaş 1821-23 arasında olmuştu. İran, Doğu Anadolu’ya saldırdı ve
Erzurum’u iki yıl boyunca işgal etti, iki ülke arasındaki sınırların
1821 yılındaki duruma göre çizildiği Erzurum Antlaşması ile son buldu.
Daha sonra hem İran hem de Türkiye, kendi ülkelerinde Avrupalı güçlerin
müdahaleleriyle uğraşmak durumunda kaldı ve dikkatlerini fazla
birbirlerine çeviremediler.
ABD’nin 16 istihbarat örgütü kanıt bulamadı
*İsrail İran’ın nükleer programı sebebiyle İran’ı vurabileceğini açıklıyor, ABD ise İsrail’i ikna etmeye çalışıyor.
İsrail’in İran konusundaki pozisyonunda
nükleer silahlar bir bahane gibi. ABD’de 17 istihbarat örgütü var, CIA
bunlardan sadece biri. Bu on yedi örgüt, aldıkları istihbarata dayanarak
ulusal güvenlik desteği dedikleri şeyi yapmak için beraber çalışmak
zorunda. Bunlar, 2005 yılında İran’ın nükleer programına dair bir kanıt
olmadığını, daha önce belki bir tane olmuş olabileceğini ama 2003
yılından önce sona erdirildiğini ve bu konuda emin olduklarını belirten
bir rapor yayınladılar. Bush yönetimi bunu göz ardı etti ama ulusal
istihbarat kaynakları aynı şeyi söylemeye devam etti. Bu 2011 yılının
sonuna kadar da böyle devam etti. ABD’nin ve İsrail’in en üst
seviyelerinde bu biliniyor. CIA’in sunduğu kanıtın ne olduğunu
bilmiyorum ama milyonlarca dolar ödenekleri olduğuna göre çok iyi bir
kanıta sahip olmalılar.
Kaynak:Bugün Gazetesi – 03.12.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder