“Türkiye ne yapıyor? Saldırıya uğrayana sahip çıkıyor, ne yapalım bırakalım hepsini öldürsünler mi? Avrupalı demokratik-laik
bir Cumhuriyet olarak burnumuzun dibinde insanlar öldürülür, ağır
baskılar altında yaşarken sessiz mi kalalım? Türk dış politikasına
kolayca “mezhepçi” damgasını vuranlar nedense İran’ı uygulamakta olduğu
“Şii yayılmacı” politika nedeniyle ses çıkarmıyor?”
(ARDAN ZENTÜRK/Star Gazetesi)
Tarihi bir sınavdan geçtiğimiz açık bir gerçek… Suriye sınırımızda
yangın var ve dünyaya gerçekçi açıdan baktığımızda bu yangını söndürmede
yalnız olduğumuz açık gerçek…
Avrupa Birliği’nde yaşanılan derin
ekonomik kriz, NATO’lu müttefiklerimizi “küresel satranç”ın dışına
taşımış görünüyor. Libya’daki iç hesaplaşma sırasında atak davranan
Avrupalılar, bu kez hareketsizler.
Amerika Birleşik Devletleri’nin de bu
yılın “başkanlık seçimi” olması nedeniyle Suriye konusunda “yavaş
davranmayı” tercih ettiğini, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un son ziyareti ile anlamış bulunuyoruz. Davutoğlu’na, özellikle “Halep’teki trajediye karşı ne yapabiliriz?” sorusunu yönelten Clinton’un, iş, “uçuşa yasakbölge” ve “güvenlik şeridi kurulması” konularına gelince, “henüz erken” yaklaşımı sergilemesi dikkat çekici.
Belli ki, Amerikan yönetimi, Batı
Asya’daki iki önemli müttefiki, Türkiye ve İsrail’in“ulusal
endişelerini” biraz zamana bırakarak çözme eğiliminde. Türkiye, Suriye
konusunda, İsrail ise İran’ın nükleer kapasitesi sorununda
Washington’dan daha kararlı adımlar bekliyorlar.
Amerikan yönetiminden bugüne kadar Türkiye ve İsrail’e ulaşan mesaj ise, “sakın tektaraflı bir askeri müdahalede bulunmayın” yönünde…
Ama bölgedeki gelişmeler bu hesaba uyar mı, o ayrı bir tartışma konusu…
Türkiye muhalefeti ezdirmez…
Suriye krizinin geldiği bu noktada bir gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: Küresel
koşullar ne olursa olsun, Türkiye, Suriye muhalefetini kaderine terk
edemez, özellikle Özgür Suriye Ordusu’nun, Baas rejiminin ordusu
tarafından ezilmesine izin veremez. Bunun aksi, Türkiye’nin,
özellikle İran ve İsrail’e karşı kalsa, yürütmekte olduğu“bölgesel güçlü
aktör”stratejisinin sonu anlamına gelmektedir.
Clinton’un tutumu, Amerikan yönetiminin,
Suriyeli muhaliflere etkin silah aktarımına soğuk baktığını ortaya
koydu. Anti-tank roketler ve Stinger füzeler ile savaşın koşullarını
değiştirebilecek Özgür Suriye Ordusu’nun, Baas’ın ordusunu köşeye
sıkıştıracağı ve kimyasal silahların depolarından çıkabileceği kaygısı
yalnız Amerika’da değil, İsrail’de de güçlenmiş durumda. Ama,
Türkiye’nin bu kaygıları ne kadar önemseyeceği büyük bir soru işareti…
Mezhepçi bir politika mı?
Türk dış politikasına getirilen son
eleştiri “mezhepçi” damgasını taşıyor!.. Lübnan’da Sünni ve Hıristiyan
gruplar Şii Hizbullah’ın tehdidi altında. Irak’ta Sünniler, Şii
çoğunluğun baskısı altında, liderleri Tarık el-Haşimi İstanbul’da
yaşıyor. Suriye’de İran destekli Nusayri yönetimi bugüne kadar 25 bin
Sünni’yi katletti!..
Türkiye ne yapıyor? Saldırıya
uğrayana sahip çıkıyor. Ne yapalım, bırakalım hepsini öldürsünler mi?..
“Avrupalı, demokratik-laik” bir cumhuriyet olarak burnumuzun dibinde
insanlar öldürülür, ağır baskılar altında yaşarken sessiz mi kalalım?
Türk dış politikasına kolaylıkla
“mezhepçi” damgasını vuranlar, nedense, İran’a uygulamakta olduğu “Şii
yayılmacı” politika nedeniyle ses çıkarmıyor!.. Bu arada, Türkiye’nin,
Lübnan ve Suriye’de yaşayan Hıristiyan azınlıkların “garantörü” konumuna
geldiğini, Bahreyn’deki Şii sivil muhalefet hareketine askeri güç
kullanılmasını en sert şekilde protesto eden ülke olduğu da unutuluyor…
“Mazlum” Sünni ise, “zalime” karşı onun yanında yer almak ne zaman
“mezhepçilik” oldu?
Ayıptır!..
Myanmar hassasiyeti…
Ruslar’ın 1864 yılında gerçekleştirdiği “Çerkes soykırımı”ndan kaçıp Anadolu’ya gelmiş bir ailenin soyundan geliyorum. Çerkesler, “Osmanlı’ya sığındık” demezler, “Halife’nin topraklarına geldik”
demeyi tercih ederler. Kurtuluş Savaşı sırasında Hindistanlı
Müslümanlar’ın bizlere sağladığı destek, 15 bin Sancaklı Boşnak’ın
Çanakkale Savaşı’nda yüreğindeki imanla İstanbul için şehit olması…
Yaşadığımız toprakların, dünya ne kadar değişirse değişsin, Müslüman
coğrafya açısından anlamı büyük ve derindir… Eğer ülkenizin “tarihsel
birikimine” yabancılaşmışsanız, “ne işimiz var Myanmar’da”
sorusunu kolay sorarsanız… Oysa, Myanmar’ın soykırıma uğrayan
Müslüman’ı için durum öyle değil!.. Anadolu’dan kendisine uzanan elin
anlamını, o insanlar içimizde yaşayıp, “ne işimiz var oralarda diye geveleyenlerden” çok daha iyi biliyorlar.
Bu çerçevede, Türkiye’nin Myanmar Büyükelçisi Murat Ateş Yavuz’ u tebrik ediyorum. Emine Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin ziyaretini gerçekleştirerek büyük iş başardı…
13.08.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder