(MEHMET KOÇAK/Yeni Akit Gazetesi) Yeni Akit Gazetesi yazarı
Mehmet Koçak bugünkü yazısında İran’ı analiz etti. Koçak, Türkiye’yi
Ortadoğu’da kendine rakip olarak
gören İran’ın Türkiye’ye karşı, Suriye’deki Baas rejimi ile Irak
merkezi Şii hükümetinin yanında PKK ile işbirliğine gittiğini ve İran’ın
düşmanca tavrı yanında ikiyüzlü ve mezhepsel politikalar izlediğine
vurgu yaptı.
Yazının tamamı:
Arap dünyasında yaşanan “Arap Baharı” olarak adlandırılan bana göre
“Arap Uyanışı” olarak da adlandırabileceğimiz, diktatörlerden kurtulma
hareketi ve devamında başlayan olaylar sadece tüm Ortadoğu’daki taşları
yerinden oynattı.
Arap Uyanışı’nın Suriye ayağında, emperyalist güçlerin de devreye girmesiyle Ortadoğu’da sınırların değişmesine yol açacak yeni bir sürece girildi.
Emperyalist güçlerin yanında, bu süreci kendi lehine yönlendirme uğraşı içindeki bazı ülkeler, inanılması güç yollara ve politik oyunlara başvuruyorlar. Bu ülkeler bölgedeki farklı topluluklar aralarında varolan güven bunalımı ile dinsel ve mezhepsel değerleri istismar ettikleri gibi farklı ve beklenmedik adımlar atmaya başladıklarına şahit oluyoruz…
İran Ortadoğu’da etkin olma girişimlerinde, Türkiye’yi rakip olarak görmektedir. Bu tavır Safeviler’den beri var olmakla beraber, yaşanan son olaylarda daha da belirgin hale gelmiştir. Hatta bu tavır, İran’ın Türkiye karşıtı tavrı nedeniyle Türkiye hükümetini de politikalarını değiştirmeye mecbur etmiştir.
İran, Türkiye Hükümeti’nin diktatörlüğe karşı direnen Suriye muhalefet cephesini ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile Irak Şii hükümeti tarafından dışlanan Sünni kesimi tanıması ve desteklemesine karşılık; Suriye’deki Baas rejimi ile Irak merkezi Şii hükümetinin yanında PKK terör örgütü ile de işbirliğine gitmiştir.
Bütün bu gelişmeler dünya kamuoyunda “Arap dünyası ve Ortadoğu’daki
değişim ve yeni yapılanmalar Türkiye ile İran’ı bölgede etkili bir güç
olma uğruna karşı karşıya getirmiştir” şeklinde yorumlanmaktadır.
İran’ın yanlışları
İran, Türkiye’ye rağmen, bölgede güç olma hesapları peşinden koşarken, bazı tarihi hataları tekrar etmektedir. “Türkiye’nin önünü kesersem benim önüm açılır” yanlışından hareketle ilkesiz, tutarsız davranmaktadır. İran bu düşmanca tavırı yanında ikiyüzlü ve mezhepsel istismara dayalı yanlış politikalar izlemeye başlamıştır. Bu politikalardan bazılarını sayacak olursak:
1-İran, PKK terör örgütü konusunda Türkiye ile işbirliği görüntüsü
verse de, elde edilen bilgi ve belgeler göstermektedir ki, tam aksine
gizli bir işbirliği içindedir.
İran, kendi topraklarında terör örgütü PKK ve İran uzantısı PEJAK tarafından yapılan toplantıyı basarak Murat Karayılan başta olmak üzere önemli elebaşlarını ele geçirdiğini resmen önce duyurdu, sonra ise inkâr etti. (13 Ağustos 2011) Daha sonra, Türkiye’ye teslim etme yerine pazarlıklar sonucu beş gün sonra PEJAK’ın tasfiye edilmesi şartıyla Murat Karayılan ve PKK üst düzey kadrosu İran tarafından serbest bırakıldı.
2-İran, Irak’ta çoğunluğu elinde bulunduran Şiileri, kendi kontrolüne
alabilmek için mezhepsel yaklaşımlarla Irak’ı bölünme noktasına
sürüklemiştir. Türk hükümeti ile Irak merkezi hükümetinin karşılıklı
restleşmelerinin müsebbibi de İran’dır.
3-İran, benzer bir yanlışı da, Suriye’de de sürdürmektedir. Yakın
tarihin en büyük devrimini yani “İslam inkılabını” gerçekleştirmeyi
başaran İranlı mollalar tarafından oluşturulan ‘İslami rejim’,
“zalimlere karşı mazlumların yanında yer alma” yı temel ilke olarak
benimsediğini ilan etmiş olmasına rağmen, şimdi tam zıttı bir politik
tavır içinde zalim ve İslam düşmanı diktatör Beşşar Esed yönetimindeki
Baas rejimini desteklemektedir.
Hâlbuki İran İslam Cumhuriyeti, dini lideri (rehberi) Ayetullah Ali
Hamaney, Arap baharını destekleyen açıklamasında, İran İslam devriminden
etkilendiklerini iddia ederek diktatörlere karşı, mazlum halk
direnişlerini İran olarak desteklediklerini açıklamıştı.
Ancak; bölgesel güç olma adına İran, İnkılabın ruhuna ters düşen ve İslam inancının prensipleri ile bağdaşmayan çıkışları dikkati çekmektedir. Ayrıca İran, bir taraftan Bahreyn’deki Şiilerin düzenlediği göstericileri desteklerken, öte taraftan da Suriye diktatörü Beşşar Esed’in yanında yer alarak çifte standard bir tutum sergilemektedir.
4-Gerçi İran’ın, Irak, Suriye ve Lübnan’daki Hizbullah ile ilişkileri, İslami değil tamamen politik çıkarlara dayalıdır.
5-İran, mevcut yönetiminin sözde ırkçılığa karşı görünmekle birlikte,
aslında Fars kültürünü üstün tutan bir düşünceden hareketle mollalar
tarafından Güney Azerbaycan’daki Azeri, ve İran Kürdistan’ındaki Kürt ve
diğer milliyetlere yönelik sürdürdüğü asimilasyon politikalarını içten
içe gizlice ve bazen alenen yürüttüğü aşikardır.
6-Şahlığı yıkan mollalar, güç olma uğruna, İslam ve Müslümanları kullanarak tüm İslami değerleri istismar etmektedirler.
7-Son olarak İran Genelkurmay Başkanı, Tümgeneral Seyit Hasan
Firuzabadi’nin “Halbuki Suriye’den sonra sıranın Türkiye’ye ve diğer
ülkelere geleceğini bilmeleri gerekir” şeklindeki açıklamalarında olduğu
gibi, İranlı siyasilerle askeri yetkililerin tehditkar açıklamaları
diploması ve devletler hukukuna aykırıdır.
Bütün bu gerçekler ortada iken, bazı sözümona İslamcı kesilen zevatın, yazı ve yorumlarını ibretle ve hayretle okuyorum.
Ve onlara şimdi soruyorum;
Suriye’de yaşanan toplu katliamları ve o büyük yıkımı kısacası insanlık faciasını, kabullenelim mi?.
Suriye’de 1970 yılından beri Müslümanlara yapılan zulmü ve ağır baskıları görmezlikten ve bilmezlikten gelme ne derece insani ve İslamidir?.
Bu gerçekler doğrultusunda İran’ın yanlışlarını sahiplenmeye kalkanları yeniden düşünmeye davet ediyoruz…
11.08.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder