Halkın %75′inin Müslüman, %11′inin Nusayri, %9′unun da Hıristiyan olduğu Suriye toprakları, asırlar süren bir İslami geçmişe ve köklü bir kültüre sahiptir. Bu İslam toprakları pek çok İslam âlimini yetiştirmiştir.
Suriye Hz. Ömer zamanında İslam topraklarına katıldı. Sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Eyyübilerin yönetimi altında kaldı. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katıldı.
1920 yılında Fransızların bölgeyi işgal etmesiyle Suriye Müslümanları için zulüm ve şiddet dönemi başladı. Fransız mandası en çok Şii Nusayrilere yaradı. %11 nüfusa sahip Nusayriler ile %9 nüfusa sahip olan Hıristiyanlar, Fransız yönetimi altında imtiyazlı şekilde yaşadılar. Fransız yönetimi ülkede devlet kademelerine özellikle azınlık olan Nusayrileri yerleştirdi.
1946’da Fransızlar Suriye’den çekildiğinde ülkeyi Nusayrilere (yani bugünlerde Irak’ta olduğu gibi Şiilere) emanet ettiler. Devlet kademeleri tamamen Nusayriler tarafından dolduruldu. Seçimlerle başa gelen Sünni Müslüman hükümetler darbelerle indirildi. 1949 yılında başlayan darbeler dönemi 1970 yılında diktatör Hafız Esed’in gerçekleştirdiği darbe ile son buldu. Hafız Esed yönetimi Suriye’yi kısa sürede bir istibdat ülkesi haline getirdi. Tüm Müslümanlara siyasi, sosyal ve dini yasaklar getirildi.
Esed dönemiyle birlikte Nusayriler altın çağlarını yaşarken, Müslümanların büyük baskı ve zulüm gördükleri, Müslüman kadınlara tecavüz edildiği, erkeklerin akıl almaz işkence yöntemlerine maruz bırakıldıkları uluslararası raporlarda geçmektedir.
Hafız Esed’in iktidara gelmesinden sonra Şii Nusayriler, Suriye yönetiminde daha güçlü konuma geldiler. Bu durum ülkedeki Müslümanların tepkisini çekmeye başladı. Nusayri Esed rejiminin baskıcı uygulamaları ve İhvan-ı Müslimin’in (Müslüman Kardeşler Örgütü) gösterdiği tepkiler gerilimi sürekli arttırdı. Nusayri müdahale, Şubat 1982′de Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı Hama şehrine, tankların ve savaş uçaklarının eş zamanlı operasyonu ile doruk noktaya ulaştı.
HAMA KATLİAMI
Rejim, Hama’ya yıllar öncesinden komplo hazırlamaya başladı. Diktatör Esed, katliamdan iki yıl önce, adamlarını ve cellâtlarını fitne tohumları ekmeleri ve insanları tahrik etmeleri için şehre gönderdi. Bu kişiler insanların inançlarına saldırmak, erkeklerin onur ve haysiyetlerini çiğnemek, kadınların namuslarını kirletmek için gönderildiler. Amaç toplumu tahrik ederek bir katliamın alt yapısını hazırlamaktı.
Braveheart filmindeki gibi, Hafız Esed’in kardeşi Rıfat Esed, evlenecek genç kızların ilk gecelerini kendisiyle geçirecekleri şeklinde iğrenç bir zulüm başlatacak kadar ileri gitmişti. Gönderilen tahrikçi Nusayri askerleri, küçük yaştaki çocukların bile namuslarını kirletiyorlardı. Güç kullanılarak katledilmesi planlanan Müslüman halkın tahrik edilmesi adına elden gelen yapılıyordu.
Bu sırada ceza kanunları değiştirilerek halkın kendini hukuki yollarla savunmasının önü kesildi. Kenara sıkışan Hama halkında tepkisellik yükselmesiyle, katliam için beklenen zemin oluştu. Şehir önce sıkıyönetime alındı. Rıfat Esed sıkıyönetim komutanlığına getirildi ve geniş yetkilerle donatıldı. Bu yetkilerden birisi, “5.000 kişiye kadar izin almadan öldürme” yetkisiydi.
Sıkıyönetim komutanlığı, Hama’da her gün onlarca insanı öldürmeye başladı. Bazen devlet karşıtlarının bir binada saklandığı duyuluyor; eğer binada isyancıların yeri bulunamazsa, bina içindekilerle birlikte komple yerle bir ediliyordu.
Hama, baskı ve zulüme 1982 yılı Şubat ayında ayaklanmayla karşılık verdi. Bu fırsatı kaçırmayan Esed, Hama’yı önce havadan, sonra da karadan bombaladı. Kara harekâtı sırasında zehirli “prussic asid gazı” kullanıldı. Birçok Müslüman saklandıkları yerlerde zehirlenerek öldüler. Rıfat Esed yaptığı açıklamada 38.000 insanı öldürdüklerini açıkladı.
İran Devrimi başlangıçtan itibaren sakat doğdu. Sözde İslam devrimi olduğunu iddia eden İran Devriminin 3. Yılında (1982), Hafız Esed’in Hama-Humus’ta 40.000 Müslüman’ı katlettiği dönemde, İran, Suriye rejimine ses çıkarmamış, eleştirmemiş ve destek olmuştur.
Bölgesel her çatışmadan ve savaştan nemalanmak isteyen İran’ın Suriye’deki olaylara ses çıkarmamasının sebebi açıktır: Şia’yı İslam’dan farklı bir din olarak algılaması ve Nusayrileri Şiiliğin bir kolu olarak görmesi. İran Devrimi’nden sonra Suriye, Pers İran politikalarının uluslararası camiada en büyük takipçisi olmuştur.
1982 Hama Katliamı, dünyanın çeşitli ülkelerindeki İslami hareketlerin, İran’ın sözde İslamcılığından ümit kesmelerinde bir dönüm noktası olmuştur. Hama Katliamı’ndan yıllar sonra Suriye’de tarih yine tekerrür ediyor. Beşar Esed ve kardeşi Mahir Esed, Suriye’de Müslümanlara karşı kanlı bir askeri müdahale gerçekleştiriyor. Katliam, rahmet ve bereket ayı Ramazan dahil olmak üzere kesintisiz şekilde gerçekleştiriyor.
Beşar Esed gerek Türkiye, gerekse Arap ülkeleri tarafından kınanırken, tıpkı 1982’de olduğu gibi bugün de Şii İran’dan destek buldu. Tarih tekerrür ediyor; İran, Şia oldukları için kendilerine yakın hissettikleri Nusayrilerin katliamlarına destek oluyor.
Hama katliamında da birçok Suriyeli sınırda nöbet tutan Türk askerinin ayaklarına kapanmış, “Nusayri rejimine secde etmedik, sizin ayağınıza yüzümüzü sürüyoruz” demişti. Türkiye o yıllarda sığınmacılara olumlu cevap vererek, Suriyeli Müslümanlar için bugün olduğu gibi mülteci kampları kurmuştu. Bugün de yine aynı şekilde Suriye’den, Nusayri zulmünden kaçan Müslümanlar ülkemize sığınıyorlar.
İran, Suriye rejimiyle ve Irak’taki Şiilerle işbirliği yaparak Türkiye’yi kuşatmaktadır. Türkiye mültecilere kucak açarken, İran, İslam coğrafyasında Şii bir eksen oluşturmak ve kendisine paktlar kurmakla meşguldür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder