Takiyye, özel manada, Şiilik inanç ve düşüncelerini başkalarından gizleme anlamına gelmektedir.
Şiiler, 6. İmam Cafer-i Sadık’ın “Takiyye benim ve babalarımın dinidir. Takiyyesi olmayanın dini de olmaz” dediğine inanırlar. Şiiler, 5. İmam Muhammed Bakır’ın da “Takiyye benim yolumdur, ceddimin yoludur. Takiyyesi olmayanın imanı da olmaz” dediğini savunurlar. Oysa İslami kaynaklarda, Cafer-i Sadık’ın “Mü’mine karşı takiyye yapmak şirktir” dediği nakledilir.
Şiilikte, takiyye tıpkı imamet gibi bir iman esasıdır. Kayıp 12. İmam yeryüzüne döneceği güne kadar (günümüzde de) takiyye yapmak vaciptir. Yani Şia’ya göre, takiyye ile amel etmek dinen zorunludur, terk edilemez.
Dinimizde can tehlikesi söz konusu olduğunda kişinin inancını gizleyebileceğine ruhsat verilmiştir. Ancak Şia, İslamiyet’te çok istisnai durumlarda kullanılabilecek bu tür bir ruhsat (izin) yerine, takiyyeyi herkese karşı ve her durumda kullanılan zorunlu bir ibadet olarak kabul eder.
Şiiler takiyyeye dayanak uydurmak için, Hz. Muhammed’i, Hz. Ali’yi, İmam Caferi takiyyeci olarak lanse etmiştir. Ehl-İ Beyt’i takiyyeci olarak lanse etmişler; saygın Ehl-i Beyt anlayışı yerine, güvenilir olmayan ve ikiyüzlü davranan bir Ehl-i Beyt algısı oluşturmuşlardır.
Şia’ya göre “Hz. Ali takiyyecidir”
Bilindiği üzere Hz. Ebubekir ve Ömer halife seçildiklerinde ilk biat edenler arasında Hz. Ali de vardı. Hz. Ali’nin ilk üç halifeye biat ettiği kesin iken, Şiiler Hz. Ali’yle çelişkiye düşerek ilk üç halifeye lanet etmektedir. Bu duruma mantıklı bir izah getiremeyen Şiiler, bu çelişkiyi gidermek için, Hz. Ali’nin takiyye yaptığını (ikiyüzlü davrandığını) iddia ederler.Şia, Hz. Ali’nin öldürülmekten korktuğu için diğer halifelerden düşüncelerini gizlediğini öne sürmektedir. Oysa Hz. Ali, “Allah’ın Arslanı” unvanı ile anılmaktadır. Hz. Ali’yi korkaklıkla suçlamak, ona atılacak en büyük iftiralardan birisidir.
Hz. Ali, birçok kimse Hz. Peygamber’e biate cesaret edemezken çocuk yaşta Müslüman olmuştur. Hz. Muhammed Medine’ye hicret ederken, ölümü pahasına onun yatağına yatarak Mekkelileri oyalamıştır. Hz. Muhammed bir hadisinde, “Ali’den üstün yiğit, Zülfikar’dan üstün kılıç yoktur’’ buyurmuştur.
Hz. Ali, gözünü budaktan esirgemeden bütün savaşlara katılmış; sadece Tebük Seferi’ne Hz. Muhammed’in emri ile Medine’de kaldığı için katılamamıştır. Hz. Ali taraftarlığı kılıfı altında Pers ırkçılığı yapanların, Hz. Ali’ye korkaklık yakıştırmaları oldukça ironik bir durumdur.
Şia’ya göre “Hz. Ali’nin Babası da takiyyecidir”
Şiilere göre, Hz. Ali’nin babası Ebu Talip gerçekte iman etmişti; ancak, siyaset gereği ve Peygamber’e daha çok yardım edebilmek için imanını gizliyor, yani takiyye yapıyordu. Oysa İslam âlimleri, Ebu Talip’in dedelerinin dini üzerine (yani gayrimüslim) öldüğü hususunda müttefiktirler; bu konu ayet, hadisler ve siyerle sabittir.Şia’ya göre “Hz. Muhammed de takiyyecidir”
Şiiler, Hz. Muhammed’in de Mekke döneminde açıktan tebliğ yapmayarak takiyye yaptığını iddia etmektedir. Oysa Hz. Muhammed Mekke devrinde tüm tehlike ve tehditlere rağmen peygamber olduğunu ve hak dinin İslam olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Hz. Muhammed, sahabelerini tehlikelerden korumak ve hayatlarını muhafaza etmek için inananlarla bir döneme kadar gizli görüşmüş; ancak peygamberliğini ve inen ayetleri kimseden gizlememiştir. Birçok defa Kâbe’de ibadet ederken kötü muameleye ve alaycı tavırlara maruz kalsa bile kendisine indirileni tebliğ etmekten çekinmemiş, asla takiyye yapmamıştır.Takiyye teşvik edilmiş bir dini vecibe değildir. Dinimizde, (sadece) kâfirlere veya müşriklere karşı canı korumak gerekçesiyle ve zorda kalındığında imanını gizleme ruhsatı verilmiştir. Yani Müslümanlar normal zamanda onlara karşı imanını gizlemez; diğer Müslümanlara karşı takiyye zaten söz konusu olamaz. Şiiler, Müslüman toplumlara sızarak Şiiliği yaymak amacı güttükleri için, takiyyeyi dinî bir prensip ve iman esası haline getirmişlerdir.
Şiilerin Müslümanlarla aynı masaya oturması takiyye sebebiyle imkânsız hale gelmiştir. Kayıp imam halen zuhur etmediği için Şiiler, Müslümanlar dahil herkese takiyye yapmayı ibadet sayıyorlar. Bu sebeple, bugün İran’ın, Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerle ilişkilerinde hangi söz ve eylemlerinin samimi olup olmadığı kimse tarafından bilinemez. Bilinemeyeceği için de İran’la aynı masaya oturmanın anlamı kalmamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder