11 Ocak 2013 Cuma

İki soytarı

(MUSTAFA ÖZCAN/Yeni Akit Gazetesi)          Şii eksenin başbakanları çekilmesini bilmiyor. Kimlik kartı olarak Sünni kitleye mensup olmasına rağmen gerçekte Hizbullah Başbakanı olan Necip Mikati, Suriye rejimini ve Hizbullah’ı temsil ediyor. Suriye meselesinde İran, Suriye ve Hizbullah eksenini temsil ettiğinden ve meşruiyetini onlardan aldığından Suriye ile alakalı olarak ‘en ne’y binnefs/uzak durma’ politikası izliyor. Gerçekte iktidardan değil Suriyeli muhaliflerden uzak duruyor.

Yoksa Beşşar rejimine göbeğinden bağlı. Vesim el Hasan’ın bir suikastla öldürülmesinden sonra Müstakbel grubunun bütün baskılarına rağmen istikrar adına istifa baskılarına direndi. İstifaya yanaşmadı. Burada istikrardan anlaşılan, Suriye rejiminin istikrarı. Nitekim Beşşar Esat’ın 6 Ocak 2013 konuşmasından sonra muhalifler Esat rejiminin istikrar arayışına hizmet etmeyeceklerini duyurdular. Necip Mikati’den sonra bölgedeki İran ekseninin ikinci adamı Beşşar Esat ta çekilmeye yanaşmıyor. Kaddafi gibi ‘ben çekileceğime halk çekilsin ve muhalifler çekilsin’ diyor. İran bu konuşmasına alkış tuttu. Zaten Beşşar da konuşmasında alenen İran, Rusya ve Çin’e şükranlarını arz etmiştir.  Velhasıl, Suriye’deki azınlık rejiminin temsilcisi Beşşar Esat çekilmiyor ve çekilmekten de söz etmiyor. Gözlemciler bu konuşmasını Kaddafi’nin yaptığı son konuşmalarına benzetiyorlar. Beşşar, Kaddafi’nin biraz daha eğitimli, biraz daha yumuşak yüzlü bir kopyası. Bu maskesine rağmen ondan daha cani. Kaddafi kadar da ‘sevimli ve renkli’  değil.

6 Ocak tarihinde Esat’la birlikte Ordu Günü münasebetiyle Maliki de konuştu. İkisi birbirinin kopyası gibiydi. Irak’ı İran eksenine sokan Nuri Maliki de muhaliflerini Esat gibi iki şeyle suçluyor. Bunlardan birisi, yabancılara dayanmak ve yaslanmak. Kendi sırtını İran’a dayadığı halde muhaliflerini Türkiye’nin gündemini takip etmek ve onun tarafından güdülmekle suçluyor. Saddam Hüseyin’in veya Tayyip Erdoğan’ın portreleriyle kendisine muhalefet ettiklerini ima ediyor. Bu doğru ve bunun nedeni milli uzlaşmaya yanaşmamasıdır. İkinci suçladığı husus ise muhaliflerin sekter yani mezhepçi bir dil kullanmaları. Şimdi Nuri Maliki, merkezi ve iktidarı temsil ettiğinden herkesi bölücü ve mezhepçi olarak nitelendirmektedir. Halbuki, Sünnileri hem dışlayan hem de suçlayan kendisidir. Milleti suçlayarak kendini aklıyor. Dışlayanın uygulaması değil de dışlananın yakınması suç oluyor. Muhalifler sekter bir dil kullanıyorlarsa bunun nedeni Maliki’nin sekter uygulamalara imza atmasıdır. Uygulamaya, merkezdeki sekterizme bir şey demiyor da bu dili muhalifler kullanınca onları taifiyye/sekterizm dile kullanmakla suçluyor. Halbuki Sünnilerin yaptığı sekterizme değil ona cevap vermek ve mukabele etmektir. İki üç yıldır bütün demokratik yolları deneyen muhalifler İran ekseninin oyunları nedeniyle Maliki’yi indirme konusunda bir sonuca ulaşamadılar. Talabani kendisine kol kanat germiş iken o velinimeti Talabani’yi ‘Şaron misali’ bitkisel hayata sokmuştur.  Talabani, Şaron gibi kilolu ve sağlık sorunları olmasının yanında bir de terminatör vasıfları olan Maliki’ye çarpmıştır. Velhasıl, İran ekseni başbakanları veya cumhurbaşkanları ‘kan dökücü’ olmanın yanında ‘üste çıkma’ özelliğine sahip kimselerden oluşmaktadır. Necip Mikati,  Beşşar Esat gibi Nuri Maliki de istifa etmemekte direniyor.  Geride sadece şiddet seçeneği bırakıyorlar. Irak’ı yakmayı ve ikinci defa iç savaş çıkarmayı göze alarak da olsa kanunların arkasına sığınarak halkın taleplerini reddediyor.  Halklarına dayanarak değil İran’a dayanarak zorba iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar. İftiralarla üste çıkmaya çalışıyor. Amerikan tanklarıyla Irak’a ve İran desteğiyle iktidara geldiği halde muhaliflerin yabancılardan güç devşirdiğini söylüyor.  Utanmazsan dilediğini yap ve söyle! Sandalyesi yetmediği ve hükümeti kurma görevi Allavi de olmasına rağmen İran’ın yardımıyla iktidara geldiği halde muhaliflerini mezhepçilikle suçluyor. Maalesef Şii gruplar da Maliki’yi silkelemek yerine muhalifleri ikna etmeye ve taleplerinden vazgeçirmeye çalışıyorlar. Anbar olaylarını değerlendirmek üzere Meclis’i istisnai olarak toplantıya çağıran Üsame Nuceyfi’nin bu girişimini boşa çıkartan Şiiler Maliki’nin günahına bir kez daha ortak olmuşlardır.  Kendi düşen ağlamaz. Vakit kazanmaya çalıştıkça kabahatlerini büyütüyor ve çözümü daha zor ama aynı oranda köklü ve cezri hale getiriyorlar. Yol yakınken hatalarından dönmüyorlar.

Bazıları farkına varamadan zihinlerinin bir kenarına Hizbullah’ı ve İran’ı merkeze yerleştirmişler ve onun asabiyesi haline gelmişlerdir. Hak onlara göre ikisiyle deveran ediyor. Bu yüzden de iktidarlara bindiren Suriye, Irak ve İran halklarının iradesini sorguluyorlar. İran ve Hizbullah’ın söylem ve eylemlerini tetkik ve test etmeden içselleştirmişler. Şimdi ise kafaları karışmış ve ‘Suriye’de tezat var’ diye bağrışıyorlar. Tezat kafalarında! İran’ı merkeze oturttukları için var.  Onlara göre, Hizbullah’ın ve İran’ın karşısında kalan her şey gayri meşru. Dolayısıyla Suriye’de peşin hükümleri karşısında vicdanlarını bastırmaya çalışıyorlar. İlk göz ağrısıyla alakalı bir durum. Bilmeden buzağı sevgisi gibi İran sevgisi içirilmişler. Şeyh Şadi’nin Bostan ve Gülistan’ın da bir hikaye bu psikolojik hali tasvir etmektedir. Bir zevce ölüm döşeğinde kocasını çağırır ve bir vasiyette bulunur ve ona der ki: Sakın ola benden sonra dul bir kadınla evlenme. Evlenirsen, pek mutlu olamazsın. Nedeni şudur: Ben seninle evlenmeden önce, siyahi biri tarafından kaçırıldım ve ondan sonra seninle evlensem de onu hiç unutamadım. Bunca gerçeğe rağmen birileri hala Suriye’de İran ve eksenini haklı görüyorsa burada ilk göz ağrısı durumu ve sorunu var. Zihinleri önceden sürülmüş ve işlenmiş ve ilk göz ağrısının etkisini üzerlerinden atamamışlar. Merkeze İran’ı oturttuklarından hakkı ve adaleti onun zaviyesinden görüyorlar. İnsanları hakla değil hakkı insanlarla ve rejimlerle tanıyorlar. Olaylar bile bunu tedavi edemiyor.

Onların arkasındaki güçler ise şiddet veya müsekkinlerle kitleleri uyuşturmaya çalışıyorlar.

09.01.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder