2 Ocak 2013 Çarşamba

Tehditleri yapan Türkiye olsaydı

(SERDAR DEMİREL/Yeni Akit Gazetesi)           Suriye’de halkın sokaklara çıkıp barışçıl yollarla sistemin islahı için reformlar talep etmesiyle başlayan süreç, Türkiye-İran ilişkilerini gerdi. Suriye’nin kendi halkını karadan ve havadan bomba la mas ı y la başlayan Suriye-Türkiye gerginliği, İran’ın yanlış Suriye duruşuyla İran-Türkiye gerginliğine dönüştü. Sonrasında da her düzeyden İranlı yetkili Türkiye’yi açıkça tehdit etmeye başladı. Önceleri alt kademeden başlayan tehditkâr üslûp sonradan en üst devlet yetkililerine sirayet etti. İşin İlginç tarafı ise Türkiye hep alttan alan taraf oldu. İyi de yaptı.

Hükümete ve ruhanî lider Hameney’e, yakın medya organlarında Türkiye en sert şekilde eleştirildi, Batı’nın teşeronu olmakla suçlandı. İran Genelkurmay Başkan Yardımcısı Tuğgeneral Mesut Cezayeri, İranlı parlamenter Emir Hüseyin Gazizade gibi kişilikler savaştan falan bahsetmeye başladılar. İran hâriciyesi her defasında bu tarz çıkışları devleti temsil etmeyen şahsi görüşler diye geçiştirdi.

Ama tehditlerin ardı arkası kesilmedi. Parlemento başkanından İran Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Hacizade ve Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabâdî’ye varana kadar aynı tehditler devam edip durdu.

Acaba diyorum, buna benzer tehditler Türkiye devlet ricalinden sökün etseydi ne olurdu? Öncelikle biz, yani vatandaşlar İtiraz ederdik. İran halkı da yazar çizeriyle Türkiye’nin haddini aşan bu beyanatları karşısında ülkesinin arkasında durur, Türkiye’yi aklı selime davet ederdi.

Bizde öyle olmadı ama. İran her tehdit ettiğinde, “Ya hu, bu ne üslûp!” demesi gereken kesimler sanki tehditleri savuran Türkiye imiş de, hükümeti topa tuttular; “Bu sizin eseriniz” demogojisine sığındılar.

İran Dışişleri Bakanı Salihi’nin, Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği röportajı hatırlıyor musunuz? Benim unutmam mümkün değil, zira tam bir ibret belgesiydi. Salihi, NATO’nun Afganistan işgalini “terörü engellemek” olarak nitelemiş ve Suriye’de yaşananlarla birlikte “cihatçıların” dibimize kadar geldiğini iddia etmişti. Böylece Türkiye’deki ulusalcı laik kesimlere ve Batı’ya mesaj göndermişti.

Hazret şöyle demişti:

“Suriye’de doğacak otorite boşluğunun olumsuz sonuçlarından biri de bölgeye aşırı unsurların yayılması tehlikesidir. Afganistan’a bakın. Avrupa’dan binlerce mil uzakta 140 bin NATO askeri var. Amaçları terörü engellemek. Şimdi Avrupa’nın dibinde aynı terörün yeşermesi için verimli topraklar hazırlanıyor. Bunu ben söylemiyorum. CIA, MI-6 söylüyor, tüm istihbarat örgütleri söylüyor. Cihatçı radikaller bölgede zemin kazanıyor diyorlar. Eğer bu doğruysa ve Suriye’de terör yayılıyorsa, bu hangi ülkenin çıkarınadır? İran’ın mı, Türkiye’nin mi, Avrupa’nın mı?”

Salihi Cumhuriyet’e verdiği röportajda kendisinin ve ülkesinin İçine düştüğü çelişkinin farkında bile olmamıştı. Çünkü başından beri Suriye mukavemetini hep Batı’nın kurgusu olarak göstermişlerdi. Oysa bu röportajda, Batı’yı cihatçılarla tehdit etme garabetine düşmüştü. Yani Batı’yı kendi kurgusuyla tehdit etme yanılgısına.

Bu meyandaki çelişkileri ve Iran devlet ricalinin tehditkâr söylemini hep anlayışla karşılayan ve çoğu zaman destek veren ulusalcı ve hükümet karşıtı İslamcı muhalefet aslında İran’ı cesaretlendirmiştir.

İki ülkenin ilişkilerinin elbette iyi olması gerekiyor, ama İran’ın öncelikle bu tehditkâr üslûbundan vazgeçmesi elzem.

30.12.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder