(AMBERİN ZAMAN/Habertürk Gazetesi) İmralı’yla başlatılan yeni görüşmelerin yarattığı olumlu atmosferin yayılmaya başladığı bir anda,
3 PKK’lı kadının Paris’in en işlek caddelerinden birinde bulunan
Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda yakın mesafeden susturucu tabancayla
vurulup öldürüldükleri haberleriyle sarsıldık. Cinayetlerin kimin
tarafından işlendiği konusunda çeşitli spekülasyonlar uçuşurken iktidar,
Kürt siyasal hareketinin temsilcileri ve dağdakiler hep aynı görüşte
birleşti: Barış süreci hedef alınmıştı.
Kurbanlardan Kürdistan Ulusal Kongresi
Paris temsilcisi olan 30 yaşındaki Fidan Doğan ve PKK’nın gençlik
örgütlenmesinde yer aldığı iddia edilen Leyla Söylemez‘in isimlerini ilk
kez duydum. Ancak operasyonun asıl hedefi olduğu anlaşılan PKK’nın
kurucu kadrosunda yer alan ve 80’li yıllarda Diyarbakır Cezaevi’nde
yaşatılan barbarca işkencelerden fazlasıyla nasibini alıp ama hiçbir
şekilde “çözülmeyerek” efsane haline gelen Sakine Cansız‘ı tanıyordum.
Bu ince, uzun boylu kadın militanla 1994
yılında Irak ve İran’ı ayıran dağların tepesindeki Zeleh kampında Osman
Öcalan ile röportaj yapmaya gittiğimde karşılaşmıştım. Adı gibi
sakindi; militanlar arasında Osman Öcalan‘dan daha fazla otorite
kurmuştu ve çok seviliyordu. Kelimelerini büyük özenle seçiyordu. Koyu
kızıl rengi saçlarını örgüyle toplayan Cansız‘ın üniforması jilet
gibiydi. Ancak dağda da olsa kadın her daim kadındır dedirten üstü
minnacık pembe güllerle işlenmiş krem rengi yün çoraplarını halen
unutamıyorum. Ne de boyuna nazaran ayaklarının küçüklüğünü. Cansız,
Abdullah Öcalan‘ı eleştirme cesareti gösteren ender PKK’lılardan biri
olarak anılıyordu. Öcalan 1999’da yakalandığında Osman Öcalan‘ın, artık
“tutsak” konumuna düştüğü için ağabeyinin yetkilerinin alınması
gerektiği fikrine karşı Cansız, kadın militanları örgütleyip bellerine
el bombası bağlayarak intihar etme tehdidinde bulununca Osman Öcalan
çark etmek zorunda kalmıştı. Cansız, Abdullah Öcalan‘ı eleştirse de PKK
liderine sonuna kadar sadık biriydi.
Suikastın sebeplerine gelince: Maksat
görüşmeleri sekteye uğratmak idiyse tam tersi oldu. Başbakan Erdoğan‘ın
ilk açıklamaları gayet temkinliydi. “Hemen bir yorum içerisine girmek
yanlış olur” diyen Erdoğan her ne kadar saldırıların örgüt içi
hesaplaşma olasılığına işaret etse dahi Kandil’i direkt olarak
suçlamadı. Ve “Terörle mücadeleye yönelik iyi niyetli adımlarımızı
atmaya devam edeceğiz, ta ki netice alana kadar” sözleriyle çözüm
noktasında güçlü iradesini yeniden ortaya koydu. Kandil’den gelen
açıklamalar ise benzer şekilde AK Parti iktidarına yönelik herhangi
suçlayıcı ifadeler içermiyordu, sadece “dış güçlerle” bağlantılı “Türk
Gladyosu’nun işi” olabileceği yönündeydi. Van Bağımsız Milletvekili
Aysel Tuğluk ise infazları iç hesaplaşma tahminlerini reddederek “Bazı
güç odakları Türkiye’nin Kürt meselesini çözmüş güçlü bir Türkiye
olmasını istemiyor da olabilirler” şeklinde yorumladı.
Olağan şüpheli
Dün görüştüğüm Batılı diplomatların
birçoğu da uluslararası güçlerin parmağına işaret ederken “Peki, kim?”
diye sorduğumda “İran” cevabını verdiler. Malum Ankara’nın ABD
öncülüğünde Malatya’da radar üssü kurulmasına izin vermesiyle birlikte
başlayan İran-Türkiye gerginliği Suriye kriziyle birlikte yeni boyutlara
ulaştı. Türkiye’nin Esad rejimini devirmek üzere muhaliflere verdiği
destek, İran tarafından nihai hedefin kendisi olduğu inancını günbegün
pekiştiriyor. Dolayısıyla son zamanlarda PKK’nın yeniden kendi
sınırlarından Türkiye’ye sızmasına göz yumması sürpriz değil.
Geçtiğimiz yaz PKK’nın Şemdinli’deki
güç gösterisini İran’ın desteğiyle gerçekleştirdiği tahminleri çokça
dillendirilmişti. Batılı diplomatlar ayrıca olayın tüm AB ülkeleri
arasında Türkiye’nin Suriye politikasına en yoğun desteği veren
Fransa’da gerçekleşmesine dikkat çekiyorlar. Paris İranlı rejim
muhaliflerinin yoğun olarak seçtikleri adres. Ve bu nedenle İran
istihbaratının da en fazla örgütlendiği ve aralarında eski Başbakan
Şahpur Bahtiyar olmak üzere onlarca muhalifi katlettikleri Avrupa
başkentlerinin başını çekiyor.
Cansız ve arkadaşlarının infazının,
başta Murat Karayılan olmak üzere barış masasına yaklaşan PKK
komutanlarına bir uyarı niteliğinde olduğu tezi, İran’ın bu kanlı
geçmişine baktığımızda hiç de yabana atılacak cinsten değil. Yine de
Başbakan’ın dediği gibi sabırlı olmak ve tekrarlanması muhtemel tüm
provokasyonlara inat barış yolundan asla sapmamak lazım.
12.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder