19 Ocak 2013 Cumartesi

Tetikçi PKK’lı olabilir ama çektiren Paris-Şam hattı!

(MİNE ŞENOCAKLI/Gazetevatan)          Pek tereddüt etmiyor sonuca varmak için… Bölgeyi de, örgütü de, devleti de iyi bilen, yıllarca devlet ve Öcalan arasında arabuluculuk yapan, uzun süre ‘Balıkçı’ lakabıyla tanıdığımız İlhami Işık… Ona göre, bu ne bir iç infaz ne de derin devlet işi… 50 bin kişinin hayatını kaybettiği Suriye’deki iç savaşın dayandığı bir hesaplaşma… “Suriye’yi bugüne kadar dizayn eden Fransa’ydı. Bu gücünü kaybetmek istemiyor. Oysa barış süreci 900 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırının düzene girmesini sağlayabilir. Bunu isterler mi? İşte bunun için bu infazları gerçekleştirdiler” diyor.

Belki hiçbir zaman çözülemeyecek bu cinayetler… Beklenmiyor değildi provokasyonlar, ancak bu üçlü infaz kimsenin aklına gelmemişti. Şöyle biraz düşününce ince ince planlandığı ortaya çıkıyor. Bir anda üç kişiyi birden öldürmek, üçünün de kadın olması, hiçbir iz bırakılmaması… Tam da devlet İmralı’da Öcalan’la görüşmüş, Ahmet Türk ve Ayla Akat Aka Öcalan’ı ziyaret edip, barış yolunda umutla dönmüş, CHP sürece destek çıkmış, halkın önemli bir bölümünün de onayı alınmışken…

Provokasyon olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok. Ama kimine göre ‘örgüt içi infaz’, kimine göre derin devlet işi… Aslında akla yatkın onlarca komplo çıkarılabilir. Her zaman olduğu gibi ilk şaşkınlığın ardından herkes kendi komplosunu yazmaya başladı. Bilen de bilmeyen de…

Bu tartışmalar iyiden iyiye birbirine karışmadan en azından barış sürecini iyi bilen, taraflar arasında arabuluculuk yapan ve kamuoyunca bilinen tek isme sormak istedik sorularımızı… ‘Balıkçı’ olarak tanımıştık onu, Taraf’ta Yıldıray Oğur sayesinde! Çok detaylar veriyordu müzakere sürecine ilişkin, ama bir muammaydı. Gördük ki her açıklaması bir süre sonra gerçeklerle örtüşüyordu, daha da önemlisi öngörüleri de tutuyordu.

Öcalan’la ne zaman görüştüğümü söylersem sadece bu konuşulur!

O görevini tamamladı! Devlet artık arabulucuya gerek görmeden görüşmeye başlamıştı hem İmralı ile hem de örgütle… Ve bugünlere geldik. Bu süreçte öğrendik ‘Balıkçı’nın gerçek ismini; İlhami Işık. PKK’lı değildi, ama solcuydu. Geçmişte Batman’da eski TKP’nin gençlik örgütü İlerici Gençlik Derneği’nde adım atmıştı siyasete, sonrasında TKP ile yoluna devam etmişti… PKK ile tek bir ilişkisi olmuş, onun sonucunda iki kez kurşunlanmıştı. Hâlâ PKK’dan yadigâr bir kurşun dizinde duruyor!

Arabulucuğuyla ilgili geçmişe yönelik sorularıma yanıt vermek istemedi. Bir giz perdesi yaratmak için değil, şu anda yazdığı ve şubat ayında çıkacak kitapta hepsini bir arada okuyalım diye! Yanıt alamadığım soruları söyleyeyim… “Öcalan’la ilk ne zaman tanıştınız?” diye sordum, “Onu kitaba saklıyorum” dedi. “Peki en son ne zaman görüştünüz?” diye sordum bu kez, “Yok onu sormayın” oldu cevabı… Bu soruyu cevapsız bırakmasının sebebi kitap değildi. “Eğer buna cevap verirsem, barışla ilgili tüm konuştuklarımız ölür, Televole’de olduğu gibi sadece bu konuşulur. Asıl fotoğraf ölür! Bunu kitapta bile açıklamayacağım, bu bizim için mahrem bilgidir” diye açıkladı gerekçesini…

Üç ay eve kapanıp Lenin ve Stalin’in kitaplarını ezberledim ama yetmedi…

Uzun uzun konuştuk… Sakine Cansız ile nasıl tanıştığından tutun da, üç ayda Stalin ve Lenin’in kitaplarını nasıl ezberlediğine ve tüm bu çalışmasına rağmen siyasi bir tartışmada yenilmesine kadar… Yenildiği ismi de verelim size ki bağlantısının gücünü anlayın. Tartıştığı kişi PKK’nın ideoloğu ve kurucularından Mazlum Doğan… Bir de hatırlatma yapalım, Doğan 1982’de bir Nevruz günü cezaevinde kendisini yaktı. İşkenceleri protoste etmek için…

Gelelim buluşma sebebimize, yani bu üçlü infazın ardında yatanlara… Pek tereddüt etmeden bir adres gösterdi Işık, Fransa ve Suriye! Başbakan Erdoğan da biraz daha diplomatik olarak böyle bir şey ima etti. Paris’ten ilk gelen haberler de böylesi bir komployu haklı çıkarır nitelikte. Zira nasıl olur da 24 saat Fransız polisi tarafından gözetim altında tutulan bir binada üç kişi birden öldürülür? Fransa Devlet Başkanı Hollande’ın infaz edilen üç kadından biri olan Fidan Doğan ile görüşecek ne meselesi olabilir? Bunlar gibi daha pek çok soru çıkacak karşımıza, ama İlhami Işık neredeyse emin, “Bir PKK’lıya bile tetikçilik yaptırılmış olabilir, ama tetiği çeken bence Paris-Şam ittifakı” diyor. Ama sonuçta şimdilik hepsi komplo teorisi!

Sakine Cansız’la Behçet Cantürk’ün bürosunda tanıştım

- Sakine Cansız’ı tanıyorum dediniz. İlk ne zaman tanıştınız?

1991’deki İnfaz Yasası çıktıktan sonra. Yüz yüze ilk o zaman karşılaştım… Birkaç sefer karşılaşmıştık Diyarbakır’da ama hiç konuşmamıştık…

- Çok cesaretli olduğu, Diyarbakır Cezaevi’nde kendisine işkence yapan komutanın yüzüne tükürdüğü, Öcalan’a da başkaldırdığı söyleniyor…

Yiğit bir kadındı. Çok ağır işkenceler gördü… Biliyorum, çünkü ağabeyim de benden sonra, Sakine Cansız döneminde 4 sene kaldı Diyarbakır Cezaevi’nde. O da anlattı, Sakine’nin çok ağır işkenceler gördüğünü, ki ağabeyim de çok ağır işkenceler gördü, ama kadınlara daha çok zulmettiler… Ayrıca onların kitaplarını da ben bastım zamanında… Oradan da biliyorum Sakine’yi ve çektiklerini…

- Nasıl? Hangi kitapları?

Daha doğrusu, o zaman bir yayınevine bakıyordum İstanbul’da. Sakine Cansız ve Selim Çürükkaya’nın Diyarbakır Cezaevi’ni anlatan kitaplarını bastım.

- Size mi getirdiler kitaplarını?

PKK’nin yayınlarını basan bir yayınevi vardı. Birkaç ay ben baktım. O zamana denk geliyor bu…

- Nasıl biriydi? İncecik bir kadın bizim fotoğraflarından gördüğümüz… İlk karşılaşmanızda ne düşündünüz?

Faili meçhul cinayete giden ünlü bir Kürt işadamının bürosunda karşılaştık ilk biz, 1991’den sonra.

- Kimin?

İlk öldürülen Kürt işadamının…

- Behçet Cantürk’ün mü?

Evet… Onun bürosunda… Sakine Cansız arkadaşlarıyla birlikte orada kalıyordu… Severdim onu… Kendinden emin, cana yakın bir insandı… Ama sonuç olarak PKK’lıydı. Sonra birkaç sefer burada, Bahçelievler’de karşılaştık… Çamlıkahve’de akrabaları vardı. Bizim de bir işyerimiz vardı orada… 4-5 sefer karşılaştık. O zamanlar başka bir rüzgâr esiyordu. Sovyetler Birliği dağılmıştı. Bir yumuşama vardı. Şiddete bulaşmışları bile o zamanki SHP- DYP iktidarı kısmi bir afla serbest bırakmıştı. Gelecekten konuşmuştuk, umutluydu…

- Sonuç itibariyle PKK’lı dediniz… O da bizzat kanlı eylemlere katılmış mıydı?

Hayır. Sakine o tür şeylere girmedi. Zaten cezaevindeydi… O 1980 öncesi, darbeden evvel yakalandı. 11 seneye yakın hapis yattı. Ondan sonra da yurt dışına gitti. Bazen Kandil’de çekilmiş fotoğrafları çıkıyordu ama toplantılar, kongreler, konferanslar olduğunda gelip katılıyor, sonra yine gidiyordu. Dağda da kalmadı öyle uzun zaman… Benim tanık olduğum dönemde barışcıl yöntemler konusunda çok istekliydi. 1991’deki PKK içindeki ayrışmada bile barışçıl mücadeleyi savunuyordu.

- Öcalan’a yakınlık derecesi nedir? Çok yakın olduğu söyleniyor…

PKK’nın kurucularındandır. Yakınlığı daha ne kadar olsun?

- Nişanlısı Mehmet Şener de infaz edilmiş…

Mehmet Şener, benim çocukluk arkadaşım. Diyarbakır’da hapiste de birlikte yattık. Aynı koğuşta… Ama bu Sakine’yle nişanlılık konusunu ben de basından öğrendim. Nişanlısı oldu mu bilmiyorum. Bunu ilk defa duyuyorum. Bana göre bunun doğruluk payı sıfır.

- Neden?

Hayatın bir alanında karşılaşmadılar… Diyarbakır Cezaevi’nde insan ilişkisi zaten yoktu. Ondan sonra ayrı cezaevlerinde kaldılar. Çıktıktan sonra da yolları ayrıldı. Zaten 1 sene sonra Mehmet Şener öldü, öldürüldü PKK tarafından. Yani zamansal olarak da mümkün değil bu…

PKK ilk beni vurdu

- Paris’teki cinayetler derin devlet işi mi, yoksa iç infaz mı? Sizce hangisi?

Bu ikisi siyahlar ve beyazlar… Ama arada griler var. Çok ünlü bir roman var ya, ‘Grinin 50 Tonu’ diye, işte burada 50’den de fazlası var. Sadece gladyo veya PKK’nin iç infazı olarak adlandırdığımız zaman bu cinayetleri yanılma payımızın çok yüksek olduğuna inanıyorum ben. Çünkü bu insanlar sıradan insanlar değil. Biri PKK’nin 20 kurucusundan biri. Ve onların arasındaki iki kadından biri.
- Diğer kadın kimdi?

Kesire Yıldırım.

- Yani Öcalan’ın eski karısı…

Evet. Dolayısıyla Sakine Cansız önemli bir şahsiyet. Artı Türkiye’de büyük umutlarla deklare edilmiş, Kürt meselesinin çözümüne yönelik bir duruşla da karşı karşıya olduğumuzu düşündüğümüz zaman, Kürt meselesinin çözümünün ve PKK’nin silahtan arındırılmasının hem Türkiye’deki iç dengelerde hem de bölge dengelerinde inanılmaz değişikliklere yol açacağı muhakkak. Her cinayette olağan şüpheliler olur. Adli bir suç bile olsa… Şöyle bir baktığımız zaman PKK’nin tarihine, kimi yorumculara göre binlere varan örgüt içi infaz var. Bu örgüt içi infazlarda PKK’nin çok önemli üst düzey yöneticileri de var, sıradan PKK militanları da… Bu cinayetleri işleyenler bunu hesaba katmışlardır. Dolayısıyla iç infazlarla ünlü bir örgütün tarihi bu kadar açıkken ilk olağan şüpheli PKK’nin kendisidir. Çünkü bu konuda uzmandır, ustadır.

- Sadece iç infazlarda değil, diğer solcuların infazları konusunda da…

Evet, doğrudur. Ben de PKK tarafından iki kez vuruldum. Hâlâ bir kurşunu da vücudumda taşıyorum. Dolayısıyla bunu benim söylememin bir anlamı var…

- Zaten isminiz de böyle deşifre olmuştu değil mi? “PKK’nın Batman’da vurduğu İGD’li Kürt” diye tanıtıldığınızda…

İlk benim vurulan PKK tarafından… Beni vuran da PKK’nin efsaneleştirdiği komutanlarından Mahsun Korkmaz. Onun da ilk silahlı eylemidir bu… Ama asıl konumuza dönecek olursak, ikinci olağan şüpheli Türk gladyosu deniliyor.

- Peki Türk gladyosunun böyle bir geçmişi var mıdır?

Evet, bunu yakın zamanlarda 1993-1996 yılları arasındaki inanılmaz vahşi süreçte hep beraber yaşadık. Bana göre de bir sürü cinayetin organizatörü Türk gladyosudur.

- Mesela?

En başta Musa Anter, Kürt işadamları, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu… Bir hayli kabarıktır dosya… Üçüncü olağan şüpheliye gelince, çok ciddi bir Suriye problemi yaşanıyor bölgemizde. 1.5 yıl içinde 50 bin insan öldürüldü. Milyonlarca insan evsiz barksız kaldı. 600 bin insan göç etti. Burada Esad’ın iktidarda kalmasını uzatan problemlerden biri de Kürtlerin muhaliflerle şimdiye kadar olmayan ilişkisi. Bu barış süreci doğal olarak Kürtler ve Esad arasında bir kopuşa neden olabilecek bir durumu yaratacağından, Suriye’nin bundan ciddi anlamda rahatsızlık duyacağı açık. Dördüncü olağan şüpheli İran… Çünkü İran için Suriye çok önemli bir pozisyondur. Şii koridoru açısından… Sıranın Suriye’den sonra kendisine gelebileceği endişesinden ötürü çok önemlidir. Kürt meselesi çözülürse İran’ın ciddi anlamda mevzi kaybedeceği açıktır. Beşinci olağan şüpheli; İsrail… Kürt meselesini sonuçlandıracak bir Türk istihbaratının bölgede güçlenmesinden İsrail’in rahatsızlılık duymaması mümkün mü? Ki, daha Hakan Fidan MİT’in başına gelmeden, kendisine karşı büyük bir kampanya başlatan ülke de İsrail. Irak yönetiminin de çok ciddi anlamda Kürtlerle gerginliği var. Avrupa Birliği ülkelerinden birinin olmaması için de bir neden yok. Zira Kürt meselesinin çözümü Türkiye’ye hem ekonomik hem siyasal inanılmaz bir ivme kazandıracağından Türkiye’nin bu güçlü pozisyonundan rahatsızlık duymamaları saflık olur. Mesela Almanya’nın… Artı Türkiye’nin Suriye ile 900 kilometrelik, Irak’ı da katarsanız toplam 1400 kilometrelik sınır boyunda insan öldürme üniversiteleri oluştu. Günde 200-300 Suriye’de, bir o kadar da Irak’ta insan ölüyor ve çok uzun zamandır devam ediyor bu. Böylesine bir sınır boyunun düzlüğe çıkması hem silah tüccarlarını rahatsız eder hem de enerji koridorlarının güvenliğinin Türkiye’nin pozitif duruşuna yönelik olarak gelişmesi pek çok ülkede ciddi rahatsızlık yaratır. O kadar çok olağan şüpheli var ki… Eğer Türkiye’de barış süreci başarıyla sonuçlanırsa, bu saydığımız yapıların hareket kabiliyeti bir o kadar azalacaktır. Böyle bakmak lazım bu üç infaza. Yani bize tekrar bir dejavu yaşatmak istediler. Ama bu dejavuyu yaşamayacağız. Nitekim PKK’den gelen sinyaller, devletin bu konudaki tanımlamaları bir dejavu daha yaşamayacağımızı gösteriyor.

Mesaj Kürt diasporasına çünkü en şahin onlar

- Peki bu griler arasında en güçlü olasılık nedir sizce? Tetiği kim çekmiştir?

Bu sürecin barışla sonuçlanmasından bugün itibariyle en çok zarar görecek bölgedeki kompozisyon hangisidir? Suriye. Çünkü kompozisyonu değişecek. Ben bu infazların Suriye kaynaklı bir rahatsızlığın alelacele dışavurumu olduğunu düşünüyorum.

- Peki infazı yapan kimler? PKK içindeki Suriye kanadı mı?

Hayır. Cinayet nerede işleniyor? Fransa’da… Fransa ile Suriye arasında ne gibi bir bağ var? Baktığınız zaman her türlü bağ var. Fransızların elindeydi Suriye ve gitti. Suriye devletinin bütün iç mekanizmalarını Fransızlar oluşturdu. Suriye’yi şekillendiren, organize eden devlet Fransa. Devlet işleyişini, istihbarat ilişkilerini iyi biliyorlar… Ben geçmişten gelen deneyimi iyi aktarabilen birilerinin bu infazı yaptığını düşünüyorum.

- Ama Sakine Cansız ve diğer iki kadının, infazı yapanları tanıdığı, kapının zorlanmadan açılmasının da bunu gösterdiği söyleniyor… Bu nasıl olabilir?

Bu kriminal bir durum tabii… İstihbarat örgütleri açısından kapı açmak, şifreleri kırmak çocuk oyuncağı… Onlar için kapı ile kapısızlık arasında hiçbir fark yoktur… Bu anlamda bunlar ayrıntıdır.
- Bir bağırış çağırış da duyulmamış…

Çok profesyoneller işledikleri cinayetlerde bağırış çağırışa müsaade etmezler. Saniyelik iştir bu onlar için…

- Dolayısıyla siz tetiği Fransa ve Suriye çekmiştir diyorsunuz. Bu sonuca bir duyum sonucu mu ulaştınız, yoksa analizle mi?

Zamanlamayı, yeri ve hedefi iyi takip ettiğim için böyle diyorum. Sakine Cansız’a bakıldığı zaman, evet, PKK içindeki dengelerin koruyucusudur… Ama süreci olumsuz ya da olumlu anlamda etkileyecek, mekanizmanın içinde şu anda karar verici durumda olan bir aktör de değil. Öyle bakıldığı zaman hedef olarak PKK kaynaklı bir hedef ve kadın düşünülmüş. Çünkü her ölüm kötüdür ama çocuk ve kadın olunca etkisi başka olur. İnsan üzerinde yarattığı duygunun yoğunlaşması ve mobilize hale gelmesi açısından… Sonra diaspora seçilmiş. Çünkü barış görüşmelerinde, bu tür müzakerelerde en katı tutumu takınanlar diasporadakiler olur. Diaspora görüşmeleri hep taviz olarak algılar. En şahin odur… Sadece bize özgü bir şey değil bu, dünyadaki bütün diasporalar öyledir, çok daha serttir… Bu sebeple diasporayı mobilize hale getirmek için de Avrupa seçilmiştir. Ortadoğu’da yapılmamasının nedeni bu. Oysa Ortadoğu’da bu tür infazlar çok daha rahat yapılırken, üstelik PKK’nin, karar vericilik anlamında, Sakine Cansız’dan daha önemli, daha güçlü şahsiyetleri, yani hedefleri varken, bu infazları Avrupa’da yapmayı düşünmüşlerdir. Avrupa en güvenlikli yer. Demek ki PKK’ye şu denilmek isteniyor; “Silahsızlanırsanız sizin bir değeriniz yoktur. Bu süre sizi silahsızlandırmayla sonuçlandırılacak. Bu sonuç sizin artık bir anlam ifade etmenizi bütünüyle ortadan kaldıracak.” İşte bunu en berbat şekilde, ölümle gösterdiler. Dediler ki, “Eğer barış yaparsanız bir değeriniz kalmaz. Elinizde silah olduğu için bir değersiniz siz.” Benim algıladığım, benim okuduğum mesaj bu.

- Ve diyorsunuz ki ne derin devlet işidir bu ne de PKK’nın kendi iç hesaplaşması?

Değildir… Bu cinayetle ilgili bir PKK’linin yakalanması, tetiği bir PKK’linin çekmesi bile bu olayı benim açımdan bir iç infaza götürmez. Çünkü şunu iyi biliyorum; uluslararası istihbarat örgütlerinin sızmadığı yapı yoktur. Hele bu kadar bölgesel rol oynayan, İran’da, Suriye’de, Irak’ta, Türkiye’de, Avrupa’da örgütlenen ve önemli bir güce sahip olan, ülkelerin dış politikalarını bile etkileyebilecek PKK’ye sızmadığını düşünmek saflıktır. Böyle bakıldığında tetiği çeken PKK’nin içinden biri olarak bile lanse edilse bu benim düşüncemi değiştirmez…

14.01.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder